Laiklik hâlâ bir direniş hattı mı?

Bir şeyler değişti tabii. Artık Harp Okulunda Cuma namazını hangi tarikatın imamı kıldıracak kavgası çıkıyor. Camiler rant kavgalarına sahne oluyor. Zaten bakanlıkların nasıl parsellendiğini herkes biliyor… 24 Haziran bu dinselleşme sürecinde bir eşik daha atlattı, ama memleketin, solculuğu su kaldıracak olsa da laikliğinden sual olunmaz sanatçı ve aydınları “Başkanla da yaşarız” dilekçesi vermek için sıraya girdi… Yani hem memleket hem de laikler değişmiş görünüyor.

*          *          *

Eskiden solda hatırı sayılır sayıda unsur, laiklik meselesinin suni gündem olduğunu düşünebiliyordu. Bunlara bakılırsa, birilerinin oyunuydu bu dinci-laik gerilimi. Maksat emek-sermaye çelişkisinin üstünü örtmekti. Bu alçakça komployu zenginler veya istihbaratçılar falan yapıyor olmalıydı. Ama bu “solcular” laikliğin ilericiliğin temel koşullarından biri olduğunu söyleyen komünistlere sataşıp durdular.

Sonra fikir değiştirdiler. Muhtemelen AKP’nin “aşırı dinciliği” karşısında suni gündem falan demek artık imkânsız hale gelmişti. Çaktırmadan “yaşam tarzının” son derece temel bir hak ve özgürlük konusu olduğunu savunmaya kaydılar. Bana sorarsanız, bu pozitif bir değişimdi ve hatadan dönmeye gayret edenlerin üstünde tepinmek komünistlere yakışmazdı. 

Lakin Kürt milliyetçileri bu tür solcular açısından haklı bir istisna oluşturabilirlerdi. Kürt siyaseti denince akan sular durmalıydı ve Kürt halkının özgürlük talepleri arasında ezanın Kürtçe okunması, her söze inşallah maşallah katılması, yürüyüşlerde en öne bir imam geçmesi, konuşmaların Said-i Kürdi alıntılarıyla süslenmesi hoş görülmeliydi. Bunların ve hatta Kürt sorununun din kardeşliği temelinde çözüleceği türünden safsataların gericilikle, laikliğe dönük saldırılarla falan alakası yoktu… 

Bu yaman bir çelişkidir. Tutarlılık herhangi bir burjuva ideolojisinde aranamaz. Düzen siyasetçisi için, Demirel’in atasözüyle "Dün dündür, bugün bugündür." Süleyman beyin dediği gibi zamanın geçmesi bile gerekmez aslında. Bir yöne bakıp öyle, ters tarafa dönüp şöyle konuşulur. Meşrudur. 

Ama sol siyaset başta tutarlılıktır, dürüstlüktür, vicdandır. Sol siyasetin temelleri bilimsel bir dünya görüşü olarak marksizme gömülüdür. Tutarsızlık bilimi bilim olmaktan, solu sol olmaktan çıkartır. Demek ki yaman çelişki çözülmeliydi…

*          *          *

Tutarsız solun imdadına önceki yıllarda hor görülen burjuva laisizmi koştu. Veya tutarsız sol daha önceleri suni gündemle suçladığı burjuva laisizminden silah satın aldı. 

Laisizm büyük bir tarihsel ilerlemedir. Bu tarihsel ilerlemenin burjuva sıfatıyla donatılmasıyla birlikte laisizme sınıf içeriğinden arındırma operasyonu çekilmiştir. Evet, laisizm sınıfsaldır.

Laisizm en temelde iktidarın kaynağının yeryüzünde olduğu ve insanların kendi kaderlerini yazabilecekleri iddiasıdır. Bu iddia feodaliteye, aristokrasiye karşı burjuvazinin işine yaramış olan bir emekçi halk tezidir. 

Bir: İşime yarasın, ama emekçi halkın elini güçlendirmesin. İki: mümkünse emekçi halk kaderini kendisinin yazabileceği fikrinden uzaklaştırılsın. Yani, bir: Laiklik burjuvazinin yaşam tarzına indirgensin. Yani, iki: emekçiler dinci gericiliğe yeniden esir edilsin.

Laisizmin burjuvazi tarafından temellük edilmesi, insanlığın büyük bölümü söz konusu olduğunda burjuvazinin laisizme ihanet etmesi ile eş anlamlı ve eş zamanlıdır. 

Komünistler zamanında laikliğin yükselişine ve bir toplumsal mücadele programı olmasına, saygıyla sahip çıkarlar. Komünistler laikliğin emekçilerden sökülüp alınması oyununa karşı durur, laikliğin işçi sınıfı yorumunu geliştirir ve bu programı güncellerler. Bizim için laiklik eskiden, o koşullara cuk oturmuş bir ilerlemeden ibaret değildir. Bizim için laiklik emekçilerin kaderlerini burada, mücadeleyle, örgütlenerek, bizzat kendi elleriyle yazabilecekleri iddiası olarak günceldir.

Bu bağlantıyı anlamayan solcular, laikliği emek-sermaye çelişkisinin üstünü örtmek olarak gördüler. Tamamen saçmaydı. Bu bağlantıyı anlamamaya devam eden solcular, laikliğin yerine göre oradan buradan delinebilecek bir şey, çok da yaşamsal olmayan bir şey olduğunu düşünebildiler. Tamamen bilim dışıydı, sol siyasetin yozlaştırılmasıydı. 

*          *          *

Şimdi AKP döneminin geride kalan yıllarına göre bayağı bir şeyler değişti. Değişenler arasında “yaşam tarzı olarak laisizm” ile “işçi sınıfı laisizmi” arasında mesafenin açılması var.

Yaşam tarzı esneyebilir; içkini Beyoğlu’nda değil de Kadıköy’de içersin. Bakkalda alamazsan evde kendin imal edersin. Yaşam tarzı duyarlılığı ayarlanabilir bir şeydir; çocuğu imam hatip yerine özel okula yollamak için gelirini artırman gerekecektir mesela. Biraz daha fazla çalış o halde, daha az tatil yap veya… Ayrıca Bayram namazına gidersen ölmezsin. Kadınsan, başına şöyle şık bir eşarp örterek idare edebilirsin. Sonra; varsın kamu kaynaklarını imamlar yesin; bütün konser salonlarını, bütün tiyatroları kapatmadıkları sürece yaşanabilir bu reisçiklerle. Yaşa, gül yüzlerine, maraza çıkarma işte…

Türkiye 24 Haziran’dan sonra “yaşam tarzı duyarlılığı olarak laisizmin” esneme dönemine girmiş bulunuyor. İşte bu burjuva laisizmidir ve bugün orta sınıf teslimiyetçiliği olarak tezahür etmektedir. Birkaç hafta önce esneyen aydınlara değinmiştim bu köşede.

 Bunların esnemesi halkı uyutmak içindir.

Türkiye’nin, iş başında ölmenin fıtrat olduğunu reddeden emekçilere ihtiyacı var. Daha çok imam hatipli yaratmanın, “alınyazım böyleymiş” diyecek yoksul sayısını artırmaya hizmet ettiğinin görülmesine ihtiyaç var. Türkiye’nin, “krizin faturası kader değildir, ödemiyoruz” diyen işçilere ihtiyacı var. “Aynı gemideyiz” teranesini elinin tersiyle itmek için, kaderini bu dünyada kendi elleriyle yazabileceğine inanmak gerekir. Türkiye’nin, tam da böyle bir laiklik mücadelesine ihtiyacı var. 

Yaşam tarzının esneme katsayısı yüksektir. İşçi sınıfı laisizmi ise sömürü ve yağma var oldukça bir direniş hattı olmaktan çıkartılamayacaktır.