Cumhuriyetçiler, yani Cumhuriyetin kazanımlarını korumayı amaçlayanlar ile bu birikimi ileriye, sosyalizme taşımayı hedefleyenler, emekçi halkımızın büyük çoğunluğuyla buluşacaklar. Buluşacağız.
Feveran etmekle kalmayız
Aydemir Güler
Başlarken söyleyeyim, bir önceki “barış süreci” ile şu an içinde bulunduğumuz isimsiz süreç arasındaki önemli farklardan biri de, bugün “analar ağlamasın” demagojisini topluma yutturmanın zorlaşmış olmasıdır.
2015’te Erdoğan’a çarpana kadar bu slogan, kapalı kapılar ardında olup biteni sorgulayan ve eleştiren herkesi “terörize” etmek için kullanılmıştı. Kurulmak istenen baskının soldaki tezahürleri hayli ilginçti. O dönem MHP, “milliyetçi tepki misyonunu” İyi Parti ve Zafer Partisi gibilerine henüz devretmediği için, solda süreci sorgulayanlar Kemalist, milliyetçi hatta faşist diye damgalanabiliyordu. Bu baskı, solu Kürt hareketine yedeklemeye dönük bir müdahale biçimini aldı ve bir dizi devrimci harekette sonuç verdi.
2025’te Kürt hareketinin öznel olarak böyle bir baskı kurma imkânı bir dizi nedenle kalmamıştır.
PKK Kongresinin silahlı mücadeleye son verme ve kendini feshetme kararlarının bir bağlamı var. Bu bağlam kongre tamamlandıktan günler sonra, 12 Mayıs’ta yayınlanan sonuç bildirisinde açıkça ifade edilmiştir. Belli ki, “kolektif” bir çalışmayla son hali verilen metnin en önemli noktası da budur. “Süreç” 1923 öncesini esas alacaktır…
1923 Türkiye tarihinde iki olayı kodlar: Lozan ve Cumhuriyet. Yani 1923, yüz küsur yıllık Osmanlı-Türk modernleşme sürecinin tepe noktasıdır. 1908’den sonra ikinci ve onu çok aşan devrim momentidir. Büyük Fransız Devrimi’nin armağan ettiği kavramla “eski rejim”in tepelenmesidir. Erkin kaynağının yeryüzüne indirilmesi, yurttaşlık tanımına kavuşulmasıdır. Bütün bunların uluslararası sisteme kabul ettirilmesidir. Eksiğiyle fazlasıyla, acıları ve sevinçleriyle 1923 bizim Devrimimizdir. Bir sayfa kapanmış, yenisi açılmıştır.
İnsanlık nerede Devrim yoluyla bir dönemeci almışsa, orada tarihe gerisine dönülemeyecek bir düğüm atılır. Düğümü aşıp geri dönmek yalnızca bir karşıdevrimle mümkün olur. O zaman bile yıkılan devrimin izlerini büsbütün kazımak imkânsızdır. Toplumun genetik yapısı değişmiştir bir kez. Karşıdevrimin mutlak zaferini isteyenlerin söz konusu toplumu imha etmeyi de göze almaları gerekir.
1923 öncesini esas alma lafı, bir boşboğazlık değil, savaş ilanı sayılmalıdır.
* * *
Dinci gericilik – Sermaye – Emperyalizm üçlüsü savaş ilanının ucunu çok zamandır gösteriyor. AKP döneminde eşik atlayan operasyonun kökleri çok eskilere uzanır. 12 Eylül 1980 darbesi, devrimi ileriye, sosyalizme taşıma veya yalnızca koruma güdüsüyle hareket eden güçlerin toplu yenilgisiydi. Şaka değil, 45 yıldır 1923 düşmanlığı iktidarda ağırlık sahibidir!
Kürt hareketi, bu gerici blokla benzer bir pozisyona eğilim gösterdiğini daha önceleri gelgitler halinde çok dışa vurdu. Ancak Öcalan’ın yazılarında Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarını gericilikle suçlamasına, kendi hareketiyle Kemalizm arasında köprü inşa etme çabalarına da rastlandı. Esas olarak Öcalan’ın hapislik yıllarında sistematize ettiği “demokratik konfederalizm”, dinci gericilerin karşıdevrimci konumlanışıyla başka bir pencereden yakınlaşmayı temsil eder.
Teorik dilini liberal-anarşist literatürden devşiren Öcalan’ın, biri uluslararası ve bölgesel, diğeri Türkiye’ye özgü iki güçlü esin kaynağı olmuştu. İlki emperyalizmin küreselleşme teorisiyle, burjuva ulus-devletlerin göreli bağımsızlığını ilga etme yönelimidir. Sovyet sonrası Afganistan, Irak, Yugoslavya deneyimlerine, direnmek için değil, bunları kaçınılmaz kabul ederek yaklaşınca, yeni Ortadoğu’da emperyalist yapılanmayı, ulus-devlet sınırlarının önemsizleştirilmesi önermesiyle aklayan bir sistematiktir bu. O günden beri Kürt dinamiğine Amerikancılık yerleşmiştir.
Türkiye’ye özgü esin kaynağı ise hiç kuşkusuz dinci gericiliğin Cumhuriyet rejimini hırpalamasıydı. Öcalan’ın, bu hırpalamanın geri döndürülemeyeceğine kanaat getirdiği ve “Kürt özgürlük” dinamiğini, “Cumhuriyeti yıkma” sürecine eklemlemeyi benimsediği söylenebilir. O günden beri Kürt hareketine İslamcılık sinmiştir.
Bu dönüşümün radikal bir kırılma biçimini almamasının nedeni, bütün ulusal hareketlere özgü pragmatizmin, Sovyet sonrası dönemde dizginlerinden boşanması, ideolojisizleşmesi, ilkesizleşmesidir. Bizim Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyet devrimimizde de olduğu gibi, 20.yüzyılın anti-emperyalist ve halkçı ulusal hareketleri geride kaldı. Kürt hareketi de önünde geniş bir bulvarın açıldığını gördü. Bunun tarihi 2003, mekânı Irak’ın kuzeyidir.
Kongre bildirisinde, hareketin geçmişte “reel sosyalizm” etkisinde kaldığı ileri sürülmekte ve bunun özeleştirisi verilmektedir. Bu tuhaf tezden, zamanında Sovyetler Birliği’nin Kürt silahlı hareketini desteklediği sonucu bile çıkabilecektir. Böyle bir şey hiç olmamıştır. Kast edilen, olsa olsa Sovyet döneminde emperyalizmle ilişkilenmenin o kadar kolay olmadığıdır. Geçmişte lüzumsuz yere solculuk yapmak zorunda kaldıklarını düşünenler, kaybettikleri yıllara kızmaktadırlar!
Bu, bir yandan da “modern Kürt siyasetinin” tarihinin tahrif edilmesidir. 1960’larda aşiretçi-feodal geçmişinden uzaklaşarak yeniden şekillen Kürt hareketi aydın ve emekçi bir karaktere yöneliyor ve içinde ciddi ölçüde bir sosyalizm arayışı barındırıyordu. Sözünü ettiğimiz metindeki sosyalizm göndermeleri ise tamamen demagojiktir.
Sonuç olarak Emperyalizm- Sermaye – Dinci gericilik hattına Kürt milliyetçiliğinin katılması şaşırtıcı değildir. Ancak Türkiye her açıdan zor bir ülkedir ve böyle bir ittifakın toplumda kabul görmesini basit bir mühendislik işlemi sayanlar çok yanılmıştır.
Kürt hareketi Lozan’ı ve Cumhuriyet’i resmi olarak yadsıma noktasına ancak yirmi yılda gelebildi. Üstelik bu noktanın Kürt emekçilerini ne ölçüde temsil ettiği çok su götürür. Kürt toplumu, bazen iddia edildiği gibi baştan aşağı dinci değildir ve Kürt emekçiler Cumhuriyetin yurttaşı olmaktan vazgeçecek kadar birikimsiz değildirler.
Bahçeli’nin bütün modernleşme sürecini “iki yüz yıllık uyku” olarak reddetmesi de ancak 2025 başında mümkün oldu. Erdoğan Montrö’den Lozan’a bir ileri iki geri manevra yapıp durmakta, kestaneleri ateşten almayı başkalarına bırakmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun laiklik uygulaması adına toplumdan özür dilemesinin toplumsal karşılığı sıfırdır…
Bugün de dörtlü cephenin kurulduğunu, 1923 öncesine güle oynaya dönüleceğini zannedenler avuçlarını yalarlar!
* * *
Süreç hâlâ Öcalan’ın tabiriyle “mayın eşeklerini” aramaktadır!
Gerçi emperyalist liderler arasında artık “ne derse yeridir” tipler az değil. Örneğin Trump, Türkiye hakkında doğrudan konuşmaya niyet ederse ‘Lozan’ın lağvedelim” de diyebilir, “Anıt Kabir’i yıkın” diye talimat da verir. Yanıtını da alır.
Sermaye sınıfının, olsa olsa meczupları niyetlerini alenen dile getirebilirler. Milli günlerde reklam yapmayı bırakamazlar. Onlar adına konuşan sözüm ona tarihçilerin “Cumhuriyet Kürtlere karşı kuruldu”ya varan analizleri, deli saçması sayılmaktan çıkmayacaktır.
Kürt siyaseti adına uzaktan yapılan atışlar, yeni tek bir kişiyi bile ikna etmeyecek, sadece müttefiklerini zor duruma düşürecektir.
Dinci gerici iktidarın akıl hocaları, Anayasa niyetine yaptıkları karalamaların ilan edilmesi için ortamın giderek elverişli olduğunu düşünüyor olabilirler. Oysa sadece Anayasa’nın “değişmez hükümleri” değil, üniter yapıyla, Atatürk referanslarıyla ilgili her şey patlamaya hazır bombadır.
Nitekim şu ana kadar bula bula bir Orhan Miroğlu bulunabildi! Kürt siyasetinden gelip AKP MKYK’de yola devam eden bu adam kalktı, “Lozan delinecek diye feveran ediyorlar” lafını ortaya attı. Buna göre “Lozan’la beraber kimi sınıf ve zümrelerin elde ettiği kazanımların tarihe karışacak olmasından” korkuluyormuş!
Oysa sürecin can alıcı noktasına, 1923 öncesine dönüşe dair konuşmanın Miroğlu’na bırakılması, kimlerin neden, nasıl korktuğunu ele vermektedir.
Korkmakta sonuna kadar haklılar. Cumhuriyetçiler, yani Cumhuriyetin kazanımlarını korumayı amaçlayanlar ile bu birikimi ileriye, sosyalizme taşımayı hedefleyenler, emekçi halkımızın büyük çoğunluğuyla buluşacaklar. Buluşacağız.
Sadece feveran etmeyeceğiz. Öfkemizi bir kurtuluş programıyla bütünleştiriyoruz. Cumhuriyeti, yani Meclisler yönetimini, halkın egemenliğini, laik yurttaşlığı ayağa kaldıracağız.