Kurultay’dan önce, ilerici olan her şeyin iktidar mekanizmalarından uzaklaştırıldığı ülkemizde, düzen içi iyileştirme öngören perspektiflerin giderek daha fazla emek eksenine yaklaştığını gözlemleyebiliyorduk. Kurultay bu gözlemi doğrulamıştır.
Cumhuriyetçiler Kurultayından sonra…
Aydemir Güler
Cumhuriyet bugün birleştirici politik zemin olarak saptandığında, “başa döndük” diyen çıkabilir… Solun içinden bakıldığında ve kavram seti olarak solun geçmişindeki repertuvarla sınırlı düşünüldüğünde, akla 1960’ların sonundaki yükselişin gelmesi kaçınılmazdır. O zamanlar gençlikte kök salan, aydın kesimlere yayılan MDD hareketi bir Kemalist-sosyalist ittifakı öngörüyordu…
Kemalist-sosyalist ittifakı ifadesini, sevgili Atilla Özsever geçtiğimiz Perşembe kullandı, soL portalda. Bana kalsa, sosyalist terimini birkaç nedenle kullanmazdım, ama bunu en sona bırakacağım…
* * *
Türkiye’de komünizm ulusal kurtuluş mücadelesine doğdu. Dolayısıyla benzer bir nosyon, daha eskilerde de söz konusu olmuştur. Memleketin kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Kemalist merkez tarihsel anlamıyla devrimci bir misyon üstlenmişti. Dönemin TKP’si ve genel olarak Marksist aydınlar da siyasete bu kritik noktadan yaklaşmışlardır. Devrimcilerin bir devrimi desteklemelerinden daha normal ne olabilirdi?
Elbette, bu konumlanış, Türkiye’nin sınıfsal kompozisyonunun zorunlu kıldığı bir ekle birlikte varlık kazandı. Daha önce de yazdık; mülk sahibi sınıflar Cumhuriyet’in devrimciliğini tırpanlamak üzere her daim iktidara eklemlenmişlerdir. Tırpanlanmayı da başardılar!
Komünistler de yeni merkezi desteklemek ve yanında yer almakla, eleştirmek ve karşısına dikilmek ikileminde kaldı. Bu kavşakta formül çok sade olabilir: Devrimin ilerlemesi anlamına gelen adımları destekle! Tersi yöndeki adımların karşısına dikil!
Ne var ki, hayat daha karmaşıktır. Yeni rejim, yani Cumhuriyet iktidarı, Kemalizmin ister damga vurduğu, isterse daha edilgen bir parçası olduğu evrelerde olsun, sürekli biçimde solu siyasetin dışına itmiştir. Sol, merkezi desteklemek için bile devreye sokulmamış, itirazları sert biçimde bastırılmıştır. Komünist hareketin acılı tarihi Kemalizmden sonra başlamış değildir…
Bu durumda TKP’nin, bizim Parti Tarihi’nde taktığımız isimle, uzun “arayış” yılları, mevcut düzenin devrimci yanını gözetip desteklemeye çalışırken, aynı düzenin sömürücü ve baskıcı karakterine karşı mücadele etmeyi bütünlüklü bir strateji ve etkili bir pratik haline getirme çabasıyla geçti. Bu zeminde tutarlı ve sürekli bir eylem çizgisi üretmek kolay iş değildi. En sağlam görünen formülasyonların hayatta karşılığı olmamış, pratik çıkış denemeleri bir stratejiye bağlanamamıştır. Bu zorluğu görmezden gelen kimilerinin söz konusu tarihi teslimiyetçilikle, Kemalizm sapmasıyla vb. “mahkum” etmelerini ciddiye alamıyorum.
* * *
1960’larda bir kısım komünist, tam da sol-Kemalizm egemen güçler tarafından tasfiye edilmekteyken olmayacak beklentilere girdi. Milli mücadeleden gelen Ordunun içinde yurtsever duyuların var olduğu doğruydu. Ama NATO’nun üyesi bir kurumdan ilerici müdahale beklemek temelsizdi. Emperyalizmle bütünleşen Türkiye kapitalizmi kriz üretiyor, dikiş tutmuyordu. Ama burjuvazinin millisini aramak beyhude çabaydı…
Solun içinden bakan ve kavram seti olarak solun geçmiş repertuvarıyla sınırlı düşünenlerin “başa döndük” diyecekleri nokta buralara denk düşüyor. Oysa köprülerin altından o kadar çok su aktı ki, komünist, sosyalist ve devrimci harekette geçmişte etkili olan Milli Demokratik Devrimcilik 2025’te güncellenemez.
1920’lerde komünist hareketin Cumhuriyet’te pozitif rezonansa gireceği bir damar araması yanlış değildi. 1960’larda Türkiye kapitalizminin içinde devrimci bir dinamiğin galebe çalacağını düşünmek, asker ve bürokrasinin devrime kazanılabileceğine bel bağlamak ise yanlıştır… Türkiye’nin aydınlanma devrimini kaldığı yerden ileriye taşıyacak olan yola çoktan sosyalist devrim tabelası asılmıştı. 1920’lerden 1960’lara da çok şey değişmişti. 1960’larla günümüz arasına, bir de karşıdevrim yerleşti.
Özetle “başa” dönemeyiz. Sosyalist karakter taşımayacak bir devrimci hamle, MDD seçeneği, eskiden geçersizdi; şimdi büsbütün gündem dışı. Sol, geçmişte, ortak bir devrimci hamle yararına Kemalizme doğru bir adım atıyordu. Ama sosyalizmi ileri bir geleceğe ertelemek pahasına…
Aslında sol-Kemalizm o zaman da bir tür “sosyalizm” öngörüyordu. Ama işçi sınıfının taşıyabileceği bir sosyalizm değildi bu. Belki kapitalizmi dışlayan bir alternatif düzen bile değildi. Devrimci yöntemler öngörseler de, kapitalizm içi bir reform programı yapılıyordu…
Kurultay’dan önce, ilerici olan her şeyin iktidar mekanizmalarından uzaklaştırıldığı ülkemizde, düzen içi iyileştirme öngören perspektiflerin giderek daha fazla emek eksenine yaklaştığını gözlemleyebiliyorduk. Kurultay bu gözlemi doğrulamıştır. Öyle ki, şimdi Cumhuriyetin olsa olsa bir “emekçi cumhuriyeti” olarak ayağa kalkacağı tezinin yeni ortak paydamız olacağı hissediliyor. Sosyalizm belirsizliğe doğru ertelenmiyor; 21.yüzyıl Türkiye’sinde güncel bir bağlama oturtuluyor…
* * *
Yukarıdaki soruya geleyim artık; buna neden Kemalist-sosyalist ittifakı demek içime sinmiyor?
Cumhuriyetçilik solda en önemli ayrışma çizgisi haline gelirken, sosyalistlerin ciddi bir kesimine Cumhuriyet karşıtlığı, piyasacılık, laisizm eleştirisi bulaştı. Daha önceki bir yazıda söylediğimi tekrar edeyim; beğenelim beğenmeyelim, bugün Türkiye sosyalistlerinin ciddi bir kesimi liberalizmin değişik derecelerde etkisi altında. Ayaklarını Cumhuriyet Devriminin mirasına basmayı reddediyorlar veya bu noktada tereddüt yaşıyorlar. Kemalizmin ne tarihsel karakterini ne bugününü anlıyorlar. Dolayısıyla sosyalistlerin bütününün Cumhuriyetçiler Kurultayıyla barışık olduğunu söyleyemiyoruz. Bugün sosyalistlerin önemli bölümü, eskinin sol-Kemalistlerinin gerisindedir.
Kemalist-komünist ittifakından çıkacak olansa sosyalizmdir. Bugün Cumhuriyet mücadelesi, 1930’ların ihyası değil eşit ve özgür bir geleceğin kazanılması olarak düşünülmelidir.