Madem öyle, zaman siyaset zamanıdır. 2025 Mart-Nisan döneminin görkemli mücadelesi bir hoş hatıra olarak kalmayacak, geleceğe taşınacaksa bu zorunludur.
Bu yol nereye çıkar?
Aydemir Güler
Kitle hareketi, toplumsal mücadele sürecinin bileşenlerinden biridir. Seçim de bir bileşendir. İktidar yani karar alıcı konumundakiler, bir başkasıdır. Yargı; yerine ve dönemine göre başka kurumlar… “Sonuç” bunların tamamından çıkar.
Kitle hareketi, içerisinde halkın karar sürecine katılma talebini barındırdığı için, kuşkusuz ayrıcalıklı bir yere sahip. Ancak bu hareketin etkisinin ne düzeyde olacağını belirleyecek bir ek unsur daha vardır: Kitle hareketinin siyasete nasıl taşındığı…
Bir aydır süren hareket açısından bu sorunun yanıtı CHP. Kitle hareketi siyasete esas olarak CHP tarafından taşınmakta, onun tarafından temsil edilmekte.
Bu durum, kitleleri CHP’li, CHP’ye tabi vb. hale getirmez. Nitekim öne çıkan kesim olarak öğrenci gençlik, motivasyonunu AKP’nin İBB ve CHP’ye yaptığı operasyona tepkiden ziyade kabaca “geleceksizlikten”, geleceksizliğinin iktidar tarafından ilan edilmiş olmasından almaktadır. Gençlik dışındaki kesimlerin alanlara akmasını ise yoksullaşma olgusu, en azından kolaylaştırdı...
Düzenin bugünkü görüngüleri kitlelerin öfkesini kışkırtıyor. CHP bu çeşitli toplumsal motivasyon kaynaklarının siyasette başat temsilcisi durumunda. Kuşkusuz “başat” olanın dışında başka temsilciler de var…
CHP’nin kendi motivasyonunun ise, bir varlık-yokluk ikileminden doğduğu anlaşıldı. Siyasi iktidar, dağınık biçimde karşısında duran nüfusun çoğunluğunun, gelecek seçimde ana muhalefette toplanmasını önlemek için radikal bir hamleye kalkıştı. CHP, yok olmasa da, parçalanacak ölçüde ağır bir basınç altına alınacaktı. Yıllardır sokaktan kaçanların alanları doldurması bundandır.
CHP’nin hizipsiz hale gelmek anlamında tahkim olması ise olanaksız. CHP siyasette ancak adı konmamış bir cephe olarak varlığını sürdürebilir. Bugün, deyim yerindeyse asgari bir eylem birliği sağlayan bu “muhalefet koalisyonu” daha ileri bir niteliğe -içinde isteyen var mı bilmem- ulaşamaz.
Çünkü daha ileri bir nitelik, ideolojik netleşme ve programatik pozisyon gerektirir. Kılıçdaroğlu’nun altılı masası “güçlendirilmiş parlamenter sistem” lafzından öteye gidemedi, gidemezdi. Örneğin laiklik, bağımsızlık, ekonomi politikaları başlıklarını inceltme şansı olamazdı... Denebilir ki, o masada farklı partiler yan yanaydı. Ama farklılıklar CHP’ye dışarıdan yapılan eklemeler olarak kalmadılar, içselleştirildiler. CHP uzun zamandır o karmaşanın ta kendisidir.
Kitlelerin kendiliğinden eğilimi, bana sorarsanız, belli. Türkiye’nin bugünkü kitle hareketinin dokularına inebilsek, laikliğin bir “halk aydınlanması” olarak tanımlanmasını açığa çıkartabiliriz. Dış politikada yeni-Osmanlıcılığın reddedilmesinin yerine ne konacağı konusunda rivayet muhtelif kalacaktır, ama NATO ve ABD’nin dışlanacağı tam bir kesinlikle söylenebilir. Ekonomi politikasına gelince, eşitsizlik uçurumunun karşı yakasındaki yüzsüz zenginlerden hesap sorulmasına çok büyük çoğunluk onay verecektir. Hatta özelleştirmeler hırsızlık sayılacak, bunlardan geri dönülmesi destek alacaktır.
Temel konulardaki bu örnekler bir “parti programı” olmak için fazla genel ve belirsiz. CHP içinse bunlar fazladır. Kitle hareketinin siyasi temsilcisi, bu konularda herhangi bir açıklığa yönelemez.
Geriye “tek adam” eleştirisi kalıyor. Peki, tek adamın yerine kaç adam geçmelidir? Bu değiştiğinde yerine temel sorunlarda ne konulması doğru olur? Ya, bugünün tek adamı, Türkiye’nin üstünden sapır sapır dökülen şeflik sistemi yerine Batılı kostümlere bürünmüş bir denetimli ama –güncel tabirlerle söylersem- basbayağı otoriter/totaliter başkanlığa göz kırparsa ne olacaktır?
Bunlar gündemimize çoktan girmiş durumdadır. Kitle enerjisi, başlangıç aşamasında sadece tepkiden de türeyebilir. Ama eğer sürecin devamında, siyasete taşınacağı kanallarla donanmazsa, enerji kaynakları da kurumaya başlar.
Siyasi iktidar, hareketin gençlik yoğunluklu olması nedeniyle öğrenim tatiline güveniyormuş gibi duruyor. Dalganın yükselmesini engelleyecek kadar karşı şiddet uygulamakla yetinilmesi, örneğin 2013’teki gibi “öldürme emri” verilmemesi buna yorulabilir. Öte yandan ana muhalefetin parçalanması veya yok edilmesini amaçlayan “çılgın projeden” caymış gibi duruyorlar. Erdoğan, dayattığı “İmamoğlu’suz CHP” oldubittisini cebine koyup seçime kadarki zamanı değerlendirmeye bakabilir.
Kitle hareketi temel toplumsal taleplerini bugünkü CHP’nin kısıtlarının ötesine geçiremediği ölçüde, süreklilik kazansa bile, siyasete etkili biçimde taşınamayacaktır. AKP bundan fazlasını hedefleyemeyecek kadar gerilemiş durumdadır, mühendislik faaliyetleri akamete uğramıştır ve bu kısmi başarı kitlelerin eseridir.
Peki daha fazlası mümkün müdür?
Örneğin ülkenin, bu kızışmış zeminde, AKP’nin yenilgisinin neredeyse kaçınılmaz olacağı bir erken seçime taşınması güç görünüyor. Böylesi bir sonuç için, tek adamdan ibaret olmayan iktidar mekanizmalarında sert bir çözülme veya çöküş gerekir. MHP şimdilik, fazla detaya girmeksizin bu seçeneğe karşı duracağını dışa vurmaktadır. Uluslararası dinamikler ise iktidara açık çek değilse de, minik krediler açmaktadırlar.
Madem öyle, zaman siyaset zamanıdır.
2025 Mart-Nisan döneminin görkemli mücadelesi bir hoş hatıra olarak kalmayacak, geleceğe taşınacaksa bu zorunludur.