Atilla Özsever

Bu slogan, 1 Mayıs’ta gençlerin söylediği bir slogandı. Gençlerin dinamizmi ile emek hareketinin toplumsal muhalefet sürecindeki etkinliği, “Tek Adam Rejimi”nin sona erdirilmesinde önemli bir rol oynayabilir…

‘İşçi gençlik el ele, AKP’siz Türkiye’

Atilla Özsever

1 Mayıs 2025, 19 Mart’ta İslamcı faşizan yönetime karşı başlayan direnişin önemli bir halkasını oluşturdu. İşçi sınıfının daha görünür olduğunu ortaya koydu. “Tek Adam Rejimi”ne karşı başta gençlerin dinamik ve aktif tavrıyla toplumsal muhalefet daha diri hale geldi.

Gençler, öğrenciler, daha adaletli, özgür, insanca ve güvenli bir gelecek için taleplerini haykırdılar. 1 Mayıs günü Kadıköy Rıhtım Meydanı’na doğru yürüyen bir öğrenci grubunun “İşçi gençlik el ele, AKP’siz Türkiye” sloganı bu anlamda çok şeyi ifade ediyordu.

Bu slogan, o yürüyüş sırasında pek yaygınlaşmadıysa da gençlerin yaratıcı yeteneklerini ortaya koyması ve net biçimde neyin hedeflenmesi gerektiğini gayet iyi açıklıyordu… 

19 Mart süreci

19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla birlikte CHP’nin Saraçhane’de başlayan kitlesel mitingleri, toplumsal muhalefetin harekete geçmesini sağladı. Özellikle gençler, CHP’yi de sokaktaki demokratik direnişe yönlendirmekte etkili oldular.

Bu direniş, İmamoğlu olayını da aşarak toplumsal muhalefetin kitlesel biçimde harekete geçmesi olanağını yarattı. AKP tarafından 23 yıldır uygulanan neoliberal politikaların yarattığı geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, derin yoksulluk ve işsizlik, milyonların sokağa çıkmasına yol açtı.

Ekonomik bunalımın yanı sıra eğitim sisteminin imam hatipleştirilmesi, tarikatların baskısı, sağlıktaki sıkıntılar, ilaç fiyatlarının yüksekliği, tahlil ve ameliyatlarla ilgili işlemlerin uzun süre alması, kadın cinayetleri, tarımda üretimin zorlaşması ve benzeri sorunlar, halkın topyekün itirazını gündeme getirdi.

Halk artık, bu baskıcı, totaliter, faşizan özellikleri ağır basan “Tek Adam Rejimi”nden kurtulmak istiyor. 19 Mart direnişi, mücadelenin parlamentoda değil sokakta yapılması talebini ortaya koyuyor.    

Gençlikten emek hareketine

Gençliğin direngen tavrı, diğer halk kesimlerine de örnek oldu. Birleşik bir mücadelenin gençliğin dinamik gücünü de öne alarak direnişini sürdürmesi gerekiyor. Kuşkusuz emek hareketinin de 1 Mayıs 2025’te varlığını ortaya koyması, son derece önemlidir.

Ancak işçi sınıfı, bu direniş hareketine öncülük edecek örgütlü bir kapasiteye sahip olduğunu gösteremiyor. Burada sendikal bürokrasinin olumsuz anlamda önemli bir katkısı var. Öncü işçilerin, mücadeleci şube yönetimlerinin devreye girmesi, çok daha gerekli hale geliyor.

Pratikte bunun yeni yöntem ve yollarının bulunmasına ihtiyaç var. “İşçi gençlik el ele, AKP’siz Türkiye” sloganında da ifade edildiği gibi gençlerin dinamizminden yararlanarak işçi sınıfının daha etkin bir tavra girmesi, “AKP’siz Türkiye” sürecinde önemli bir rol oynayacaktır.

1 Mayıs 2025, aynı zamanda farklı toplumsal muhalefet dinamiklerinin ortak talepler etrafında birleşmesine de vesile olmuştur, denebilir. Ekonomik bunalım karşısında işçilerin, emekçilerin daha insanca ve adaletli bir yaşam için gençler ve kadınlarla birlikte özgür, laik, eşitlikçi bir Cumhuriyet’in kurulması yönünde adım atmasının yolunu da açılabilecektir.

Program gerekliliği

Bu mücadele sürecinde toplumsal muhalefetin halkın somut sorunlarından kaynaklanan en fazla 8-10 maddelik bir programına da ihtiyaç vardır. Ekonomik ve sosyal talepleri içeren ama özü itibariyle siyasal niteliği olan bu programın halka güven verici alternatif bir program olması ve buna inandırılması da önem taşıyor.

Toplumsal muhalefetin ortak programında, parasız eğitim, parasız sağlık, eşit yurttaşlık, insanca yaşayacak bir ücret düzeyi ile birlikte laiklik ve bağımsızlık ilkeleri de yer almalıdır. Hatta Temmuz 2025’te asgari ücrete yeni bir zam yapılması için mücadele edilmesi de bu çerçevede de düşünülmelidir.

Nihayetinde bu süreç ve toplumsal baskı, erken bir seçim talebini de gündeme getirebilir.

AKP, ekonomik sorunlarla ilgili bir çözüm getiremediği gibi toplumsal rıza sağlama yeteneğini de kaybetmiştir, yani özetle siyasal İslamcı iktidarın toplumsal meşruiyeti iyice azalmıştır. Ekonomi de çok kötü yönetiliyor. Merkez Bankası, 19 Mart sürecinden itibaren TL’nin değer kaybını önleyebilmek için rezervde bulunan 60 milyar doları heba etmek zorunda kalmıştır.

Bununla birlikte AKP’nin kendiliğinden gitmeyeceği de aşikardır. Ülkede demokratik bir değişimin sağlanması için İslamcı faşizan rejime karşı mücadelenin sürekliliği esastır.

DEM Parti’nin konumu

Bu arada Korkut Boratav hocamızın da söylediği gibi “İslamcı faşizmle uzlaşarak demokrasi ve özgürlüğe kavuşmak mümkün değildir” (4 Mayıs 2025 tarihli BirGün Gazetesi, Korkut Boratav’la söyleşi).

Prof. Dr. Boratav, burada Kürt hareketini kastederek bugünkü direniş hareketine siyasal Kürt Hareketi’nin de, yani DEM Parti’nin de katılması gerektiğini, AKP’ye karşı verilen demokrasi mücadelesinde “doğal bir müttefiklik” olduğunu hatırlatıyor.

DEM Parti’nin muhalif güçlerin bir parçası olarak bugünkü anti demokratik, baskıcı, faşizan ortamın müsebbibi olan AKP’yle bir uzlaşmanın mümkün olmadığını idrak etmesi gerekiyor. Aslında Kürt seçmenlerin de geçmiş çözüm sürecini hatırlayarak AKP’nin vaatlerine pek sıcak bakmadığı, inandırıcı bulmadığı da görülebilmektedir.

Anti faşist mücadele

Faşizan bir yönetime karşı her türlü demokratik hakkı kullanmak, sokakta kitlesel mitinglerle toplumsal muhalefetin tabanını genişletmek ve baskıların artması karşısında da işçi sınıfının üretimden gelen gücünü, yani genel grev hakkının kullanması da son derece önem kazanır.

Kuşkusuz burada sendikal bürokrasinin daha etkin bir sınıf mücadelesini engelleyebileceği de dikkate alınmalıdır. İşçi sınıfı tabanının bu mücadeleye hazırlanıp sendikal bürokrasinin etkilerinin azaltılması halinde koşulların elverdiği ve gerektiği zaman genel grevi hedefleyen bir süreç, AKP iktidarını iyice sarsacaktır.

İşçiler ve emekçiler için ekonomik ve sosyal hakların yanı sıra bu hakların kazanılması için gerekli olan demokratik ortamın varlığı da son derece hayatidir. Bu anlamda “Demokrasi işçinin ekmeğidir”. Demokrasi olmadan işçi hakkının bir geçerliliği olamaz. Sınıfın bu bilince de hazırlanması gerekir.

Öte yandan bugünler, 8-9 Mayıs günleri faşizmin yenilgiye uğratılmasının 80 yıl dönümü günleridir. Avrupa saatine göre 8 Mayıs’ta, Moskova saatine göre ise 9 Mayıs 1945’te Nazi Almanya’sı teslim olmuş, faşizm yenilgiye uğratılmıştır.

Günümüzde de yine faşist, aşırı sağcı akımların, partilerin Avrupa’da, ABD’de belli bir güç elde etmeye çalıştıkları görülüyor. Ancak başta işçi sınıfı olmak üzere emekten, demokrasiden yana güçlerin bu faşist gelişmelere set çekmesi, insanlık tarihinin ileriye gitmesi açısından elzem gözüküyor. Dileriz Türkiye de bunun öncü ülkeleri arasında yer alır…

[email protected]