Atilla Özsever

Ünlü yönetmen Yüksel Aksu, Yılmaz Güney’i anma toplantısında Güney için “En büyük sinema yıldızı” tanımlaması yaptı. Yine tanınmış oyuncular Halil Ergün ve Nur Sürer de Yılmaz Güney’i anlattılar…

'En büyük sinema yıldızı'

Atilla Özsever

“Çirkin kral” lakabıyla tanınan ünlü yönetmen ve sinema oyuncusu Yılmaz Güney (1937-1984), doğum günü (1 Nisan) nedeniyle İstanbul Beyoğlu Sineması’nda anıldı. Önceki gün (5 Nisan 2025) düzenlenen anma toplantısına, tanınmış film oyuncuları Halil Ergün ve Nur Sürer ile birlikte yönetmenler Yüksel Aksu ve Ahmet Soner de katıldı.

Türk Sinema Vakfı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) ortaklaşa düzenlediği toplantıda önce bir panel yapıldı, ardından Yılmaz Güney’in Umut filmi izlendi. Panelin moderatörü (kolaylaştırıcısı) yönetmen ve Türk Sinema Vakfı Genel Sekreteri Aydın Sayman idi.

Moderatör Aydın Sayman, “Bir efsane: Yılmaz Güney” isimli panelin açış konuşmasında salonun tamamen dolu olmasını Güney’e duyulan büyük sevgiye bağladı. Aydın Sayman, her hafta cumartesi günü Beyoğlu sinemasında Yılmaz Güney’in bir filminin de gösterime gireceğini söyledi.

Sinema oyuncuları Halil Ergün ile Nur Sürer de, Yılmaz Güney’e ilişkin tanıklıklarını anlatırken yönetmenler Yüksel Aksu ve Ahmet Soner de Güney’in film yönetmenliği ve oyunculuğu üzerinde durdular.

Bu arada panelde ben de 12 Mart (1971) askeri darbe döneminde Yılmaz Güney’in hapishane arkadaşı olarak onuna ilgili anılarımı dile getirdim. 

guney
"Bir efsane: Yılmaz Güney" başlıklı etkinliğin afişi.

'İlk ve büyük star'

Dokuz Eylül Üniversitesi (İzmir) Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu olan yönetmen Yüksel Aksu, Yılmaz Güney’i tanımlarken “Türk sinemasının ilk ve en büyük starı (yıldızı)” tanımını kullandı.

Yılmaz Güney üzerine yüksek lisans tezi bulunan Yüksel Aksu, görüşünü şöyle dile getirdi:

“Kuşkusuz sinemamızda Ayhan Işık ve benzeri çok değerli yıldız oyuncular vardır. Ancak Yılmaz Güney’in ilk ve en büyük star olmasında oyunculuğunun yanı sıra halktaki karşılığının da çok büyük olması yatmaktadır.

Kahvehanelerde, berberlerde, çeşitli işyerlerinde, kamyon arkalarında Yılmaz Güney’in büyük fotoğraflarının bulunması, özellikle Anadolu’da halkın kendi içinden çıkmış birisinin yine kendi sorunlarını yalın bir biçimde dile getirmesi, onu gerçek anlamda bir star noktasına taşımıştır. Diğer tanınmış oyuncularda böyle yoğun bir ilgi pek gözükmemiştir.”    

“Dondurmam Gaymak” gibi birçok ödüllü filmi bulunan senarist ve yönetmen Yüksel Aksu, 1982’de Cannes Film Festivali’nde “En iyi film (Altın Palmiye)” ödülü alan Yol filminin dünyada büyük bir etki yarattığını da söyledi.

Yüksel Aksu, dünyaca ünlü sinema yönetmenlerinin Yol filmiyle ilgili olarak Yılmaz Güney için “Cezaevinde yatan bir yönetmen nasıl film çeker, çektirir, büyük bir iş, sosyolojik bir olay” tanımlaması yaptığını belirtti. Aksu, son söz olarak yine ünlü yönetmen Lütfi Akad’ın Yılmaz Güney için “Kafasında kamera ile dolaşan adam” sözünü hatırlattı.

Yol filminin parasız çekimi

Tanınmış film oyuncusu Halil Ergün de, Yılmaz Güney’le tanışıklığını anlattıktan sonra Yol filmi oyuncusu olarak filmin büyük maddi sıkıntılar içinde, bir anlamda parasız çekildiğini söyledi.

Yılmaz Güney’in İzin ve benzeri birçok filminde oynadığını belirten Halil Ergün, Güney’in çok tutkulu, dünya çapında iz bırakan bir sinema kahramanı olduğunu ifade etti.

Yine tanınmış bir oyuncu olan Nur Sürer de, Yılmaz Güney’i hiç görmediğini belirterek “Oyunculuğa başladığım zaman hep hapisteydi. Ancak benim bir filmimi izleyip beğenmiş, Yol filmi için görev almamı istemişti. Fakat yönetmen Erden Kral o filmle ilgili işten el çektirilince ben de rol almak istemedim. Yılmaz Güney’in hemen, hemen tüm filmlerini seyrettim” diye konuştu.

Nur Sürer, Mukadderat filmiyle Antalya 2024 Altın Portakal Film Festivali’nde “En iyi kadın oyuncu” ödülünü almıştı. Sürer, ödül töreninde ödülünü Yılmaz Güney’e ithaf etmişti.

Yönetmen Ahmet Soner de, Yılmaz Güney’in hafızasının çok güçlü olduğunu, asistan kullanmaya dahi ihtiyaç duymadan filmin her sahnesini ezbere hatırladığını belirtti. Ahmet Soner, “Yılmaz Güney’in filmlerinde ilk 10 dakika star olarak hiç gözükmez, seyircinin merak etmesini bekler. 10 dakika sonra görünmeye başladığında da seyircinin yoğun alkışları olur” diye konuştu.

guney
(Sol baştan itibaren) Atilla Özsever, Yüksel Aksu, Ahmet Soner, Aydın Sayman, Nur Sürer ve Halil Ergün.

Hapishanede maydanoz

Panelde ben de bir konuşma yaptım. 12 Mart (1971) döneminde Yılmaz Güney’le ayni davadan (THKP-C : Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi davası) yargılanmıştık, hapishane arkadaşımdı.

Ben o dönem üsteğmen rütbesinde orduda görevli bir subaydım. Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kartal Maltepe’deki ve benim de görev yaptığım 2. Zırhlı Tugay’a bağlı cezaevinden kaçışına yardımım nedeniyle gözaltına alınmıştım.

Mart 1972’de Ziverbey Köşkü’nde (12 Mart döneminin işkencehanesi) ifadem alındıktan sonra Selimiye Askeri Cezaevi’ne getirildim. Başlangıçta burada üç subay arkadaşla birlikte küçük bir odaya yerleştirildik.

Askerler sabahtan gelip ihtiyaçlarımızı sorarlardı. Sigara, gazete, yiyecek gibi ihtiyaç siparişi verirdik. Her seferinde askerin malzeme taşıdığı sepette fazlasıyla maydanoz görürdüm. Bir keresinde bu maydanozları kimin istediğini sordum. Görevli asker, “Yan odada bir artist var, o aldırıyor” demişti.

Daha sonra koğuşlara geçtiğimizde tesadüf olarak o artistle ayni ranzada altlı üstlü kalmaya başladık. Bu artist, sanatçı Yılmaz Güney’di. Yılmaz Güney’e “Neden bu kadar çok maydanoz aldırıyorsun?” dediğimde kendisi “En fazla C ve D vitamini maydanozda var. Vücudumuz güneş görmüyor, bari C ve D vitaminini maydanozdan alalım” diye yanıt vermişti.

Cezaevinde renkli kağıt peçete

30 kişilik koğuşta her gün bir kişi nöbet tutardı. Nöbetçi arkadaşımız, koğuşun temizliliğinden sorumlu olmasının yanı sıra yemek dağıtımı, bulaşık yıkama gibi görevleri de yerine getirirdi. Koğuş nöbeti Yılmaz Güney’e geldiğinde, kendisi sabah erkenden kalkar, tabakları yerleştirir, herkesin tabağının yanına bir de renkli kağıt peçete koyardı.

O zaman kağıt peçetenin kullanımı bu kadar yaygın değildi. Bizim küçüklüğümüzde el beziler vardı. Güney, kendi parasıyla dışarıdan renkli peçeteler aldırır, nöbetine büyük bir özen gösterirdi. Hapishanede renkli bir kağıt peçete bile insana moral kaynağı olurdu.          

Yılmaz’ın eşi Fatoş Güney, görüşme günlerine muntazaman gelirdi. Sürücü ehliyeti de oldukça yeniydi. Yılmaz, eşini uğurladıktan sonra hemen koğuşun Haydarpaşa köprüsüne bakan tarafına geçer, Fatoş’un arabasını nasıl kullandığını meraklı bir biçimde izlerdi. Heyecan içersinde “Aman Fatoş dikkatli sür, karşıdan araba geliyor” diye mırıldanırdı.

Bir gün Fatoş’a verdiği siparişler arasında çok sayıda renkli boya kalemi dikkatimi çekmişti. Nedenini sorduğumda, “Çocukluğumda hiç böyle kalemlerim olmadı, hiç olmazsa bu yaşta bu özlemimi gidereyim” diyordu. O sıralarda 2 yaşında olan oğlu Yılmaz için tahtadan oyuncaklar yapar ve annesiyle gönderirdi.

Yılmaz Güney’le iki yıl aynı cezaevinde kaldık, 1974 affı ile birlikte o Mayıs 1974’te, ben ise Temmuz 1974’te özgürlüğümüze kavuşmuştuk. Güney daha sonra yine film çalışmalarına başlamış ve Arkadaş filmini çekmişti.

Yılmaz Güney’i ziyaret

1978 yılında Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde Adalet Bakanlığı’nda basın müşavirliği görevinde bulunuyordum. Görevim sırasında Adalet Bakanı Mehmet Can’la Türkiye’nin birçok cezaevini geziyorduk. İzmit Cezaevinde Yılmaz Güney’e rastladık.

Yılmaz Güney, bu kez “siyasi suçlu” değildi. 1974’te hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra Adana’nın Yumurtalık ilçesindeki bir lokantada eşine ve kendisine yakışıksız sözler sarf eden, fiziki müdahalede bulunan bir hakimin öldürülmesi olayına karışmıştı.

Özel görüşme sırasında bana “Eşim, oğlum, İstanbul’da. Ayrıca mide ve böbreklerimden ciddi sağlık sorunlarım var. Beni İstanbul’daki bir cezaevine nakledebilir misiniz” diye sormuştu. Ben de, “Bakanın sana sempatisi var, Genel Müdür Veli Devecioğlu da ilerici bir insan. Ayrıca sağlık durumun nedeniyle de nakil gerçekleşebilir” dedim. Yılmaz Güney birkaç ay sonra İstanbul Toptaşı cezaevine nakledilmişti.

Yılmaz Güney’i, daha sonra İmralı yarı açık cezaevinde yine Bakan Mehmet Can’la birlikte ziyaret etmiştik. Daha doğrusu Bakan Can’la cezaevlerini denetleme programı çerçevesinde böyle bir ziyaret gerçekleşmişti. O ziyaret, Yılmaz’ı son görüşüm olacaktı…

guney

Umut filmi

Yılmaz Güney, 1980 sonrasında İmralı cezaevinde iken uzun yıllar hapiste yatan hükümlülere tanınan bir haktan yararlanarak bayram iznine çıkmış ancak bir daha geri dönmemişti. Bir motorla Yunanistan’a, oradan da Fransa’ya geçmişti.

Hakimi öldürme olayı ile ilgili cezasını nerdeyse tamamlamıştı ama cezaevinde iken çeşitli dergilere yazdığı yazılardan ötürü TCK’nın komünizm propagandası ile ilgili ünlü 142. maddesi gereğince yıllarca yine hapiste kalacaktı. Kaçmayı uygun buldu.

Daha sonra Yol filmi, Cannes film festivalinde büyük bir ödül kazandı. Ancak kendisinin sağlığı giderek bozuluyordu. Mide kanseri olmuştu. Ve 9 Eylül 1984’te yaşama veda etmişti. Yılmaz Güney’le ilgili anılarımı anlattıktan sonra onun Umut filmi gösterimiyle de toplantı sona erdi…

[email protected]