1 Mayıs 2025, “Tek Adam Rejimi”ne karşı verilen demokrasi mücadelesinde emeğin de artık etkin bir güç olarak yer aldığını göstermelidir. İstanbul’da iki ayrı 1 Mayıs kutlamasına rağmen 600 bin kamu işçisinin sözleşme sürecinde Türk-İş, faşizan ve adaletsiz bu düzene karşı da DİSK’le birlikte diğer emek ve meslek örgütleri güçlü bir tavır ortaya koyabilmelidir…
Emek, artık ağırlığını koymalı!
Atilla Özsever
Bugün 1 Mayıs, “İşçinin, emekçinin bayramı”. Diğer bir ifadeyle de işçi sınıfının uluslararası “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü”. Ülkemizin birçok yerinde kutlanacak. 2025 1 Mayıs’ının günümüz koşullarında özel bir anlamı da var.
AKP iktidarının otoriter, baskıcı ve faşizan yönetimi karşısında kitlelerin giderek sesi yükselmeye başladı. Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, enflasyon karşısında eriyen ücretler, derin yoksulluk ve artan işsizlik toplumu iyice bunalttı.
Bu ekonomik koşulların yanı sıra adaletsizlik, hukuksuzluk, gericilik, gençlerin geleceksizliği ve bu gelişmelerin üstüne 19 Mart 2025’te İBB (İstanbul Büyükşehir Belediye) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve arkadaşlarının tutuklanması, “bardağı taşıran son damla” oldu.
Toplumsal muhalefet ayağa kalktı, CHP’nin organize ettiği ve Saraçhane Meydanı’nda başlayan kitlesel mitingler, siyasal İslamcı “Tek Adam Rejimi”ne karşı bir direnişe büründü.
Üniversite gençliğinin barikatları yıkması, eylemlere liseli öğrencilerin de katılması, Yozgat’ta çiftçilerin traktörleriyle tepki göstermesi, toplumsal muhalefetin yaygınlaştığını gösteriyordu.
1 Mayıs 2025’in anlamı
İşte bu koşullarda gündeme gelen 1 Mayıs, toplumsal muhalefetin yükselen mücadelesine işçi sınıfının da ağırlığını koyması gerektiğine işaret ediyor. Yoksulluğa, adaletsizliğe, baskılara boyun eğmeyen yurttaşların, gelecekleri için mücadele eden gençlerin, özgürlüklerinden vazgeçmeyen kadınların, insanca bir yaşam isteyen emekçilerin talepleriyle birleşmesi gerekiyor.
1 Mayıs 2025’in önemi buradadır. İşçiler, tüm emekçiler, örgütsel anlamda da güçlerini ortaya koymalı, üretimden gelen bir güce sahip öncü sınıf olduğunu topluma gösterebilmelidir.
19 Mart’tan itibaren kampüslerden, liselerden, sokaklardan, meydanlardan başlayan mücadelenin 1 Mayıs alanlarına taşınması, bu faşizan, gerici düzene karşı güçlü bir ses olacağı gibi geleceğin de daha adaletli, demokratik, özgür ve eşitlikçi bir düzene evrilmesinin umudunu ortaya koyabilecektir…
İstanbul’da iki ayrı miting
Türkiye’nin birçok yerinde sendikaların öncülük ettiği 1 Mayıs kutlamaları yapılacaktır. İstanbul’da da Türk-İş Kartal Meydanı’nda, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ise Kadıköy Meydanı’nda 1 Mayıs mitinglerini gerçekleştireceklerdir. (Bu arada Türk-İş’in, daha önceden TKP tarafından 1 Mayıs için izin alınan Kartal Meydanı’na hükümete yakınlığı nedeniyle “el koymasını” da belirtmek gerekir.)
DİSK’le birlikte dört örgütün “Biz kazanacağız” başlıklı 1 Mayıs açıklamasında, “demokrasinin, adaletin, barışın, kardeşliğin, emeğin”, sonuç itibariyle “ülkenin ve halkın kazanacağı” vurgulandı.
Bu açıklamada, insanca yaşamı hak edecek bir ücret, adaletli gelir bölüşümü, vergi adaleti, sendika ve grev hakkı üzerindeki engellerin kaldırılması, düşünce ve görüşlerinden ötürü kimsenin cezaevine konmaması, özgür bir ülke gibi talepler ortaya kondu.
Kadıköy’deki bu mitinge CHP ile birlikte TKP, TİP, Sol Parti, EMEP, TKH gibi sosyalist partiler de katılacaktır.
Türk-İş ise, “işsizliğe, taşeronlaşmaya, yoksulluğa, güvencesizliğe, vergide adaletsizliğe karşı insanca bir yaşam ücreti, örgütlenme ve demokrasiye evet demek” için Kartal Meydanı’nda miting yapıyor.
'Biat sendikacılığı'
Aslında 1990’lı yılların sonlarında ortaya çıkan Emek Platformu gibi Türk-İş, DİSK dahil tüm emek ve meslek örgütlerinin ortak bir mücadele vermesi çok daha anlamlıdır.
Ancak günümüzde, 23 yıllık AKP iktidarı boyunca hükümetin yanında duran “yandaş sendikacılık” gelişti. Hatta daha keskin bir ifadeyle “biat sendikacılığı” ortaya çıktı.
Hak-İş ve Memur-Sen’in yanı sıra Türk-İş üst yönetimi de büyük ölçüde siyasal iktidarın emek karşıtı uygulamalarını eleştirmeyen, ciddi biçimde karşı çıkmayan, hak kayıpları karşısında eylem yapmayan, mücadele etmeyen, çoğu kez AKP’ye destek veren bir tutum izledi.
600 bin işçinin sözleşmesi
Kamu işveren sendikası TÜHİS, 600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde işçi tarafının taleplerine 50 günü aşkın süredir bir yanıt vermedi. 24 Nisan 2025 günü yapılan ikinci toplantıda da kamu işvereni herhangi bir zam teklifi getirmedi.
Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, TÜHİS yöneticileriyle yapılan ikinci toplantıdan sonra şunları söyledi:
“Kamu işveren kesimi, yeni bir çalışma yapacaklarını söylüyor. Temennimiz kamu toplu iş sözleşmelerinin müzakere yapılarak masada sonuçlandırılmasıdır. Farklı bir şekilde gelirlerse üretimden gelen gücümüzü kullanırız. Kamu işçilerinin iki sene önceki alım gücü yok artık”.
Tabanın zorlaması
İşte Türk-İş bu koşullarda 1 Mayıs mitingi yapıyor. Türk-İş içindeki mücadeleci sendika şubeleri, öncü işçiler, bu duruma tepkili gözüküyor, konfederasyonun ve sendika yönetimlerinin daha aktif davranmasını, üretimden gelen gücünü kullanıp iş yavaşlatma ve durdurma gibi eylemlere başvurmasını istiyor.
Türk-İş’in Kartal’daki 1 Mayıs mitinginde, tabandaki işçinin bu taleplerini yüksek sesle haykırması, üst yönetimi daha mücadeleci bir çizgiye zorlaması, emeğin gücünü göstermesi açısından çok daha etkili olabilecektir.
Eğer Türk-İş yönetimi, Kartal Meydanı gibi konfederasyonun üye sayısına oranla oldukça küçük bir alanı seçmesinde 1 Mayıs’ı “bir geçiştirme, gaz alma” şeklinde düşünüyorsa olumlu bir gelişmeye imza atmamış olur.
Çünkü önümüzdeki süreçte ekonomik zorluklar, işçiyi, emekçi çok daha sıkıntılı bir duruma sokacaktır. Döviz kurunun artışı, ithal girdi ve ürün maliyetlerinin artması, enflasyonu tetikleyecek, fiyatların daha da yükselmesine neden olacaktır. Sonuçta çalışanların alım gücü iyice düşecektir.
Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, iflaslar ve işsizliğin artması karşısında emek kesimini zorlu bir süreç bekliyor. O nedenle bu 1 Mayıs’ta özellikle Türk-İş’in 600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde daha mücadeleci bir çizgiyi benimsemesi, bunu mitingde açıkça ilan etmesi gerekli gözüküyor. Aksi halde üst yönetim daha da yıpranacak, tabanın desteğini tamamen kaybedecektir.
89 eylemleri ve ANAP’ın çöküşü
Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi yine 600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde tıkanıklık olunca Türk-İş’in tabanı ve şube yönetimlerinin öncülük ettiği 1989 Bahar Eylemleri, önemli bir tarihsel deneyim olarak hafızamızda bulunuyor.
Bu süreçte iktidardaki ANAP (Anavatan Partisi) önce yerel seçimleri, ardından da 1991’deki genel seçimleri kaybetmiştir. İşçiler sadece yüzde 140 zam almakla kalmadı, aynı zamanda eylemleriyle iktidarın da değişmesini sağladı.
Turgut Özal’dan sonra ANAP genel başkanlığının yanı sıra başbakanlık da yapan Mesut Yılmaz, Türk-İş’in 1995 yılındaki genel kurulunda “Biz kafamızı kayalara çarptık, işçilerin bu kadar mücadele edeceğini hesaplayamadık. İşçiyi karşımıza almakla hata ettik” şeklinde bir özeleştiride bulunmuştur.
Tarihsel örneğinde görüldüğü gibi işçi sınıfı, mücadeleci bir tutum içersine girdiği takdirde sadece ekonomik haklarını kazanmıyor, aynı zamanda iktidarların değişmesinde de etkili bir rol oynuyor.
O nedenle 1 Mayıs 2025’in tüm emek ve meslek örgütleriyle birlikte siyasal İslamcı faşizan gidişe dur diyebilen, toplumsal muhalefete öncülük görevini üstlenen, ekonomik, sosyal haklarının yanı sıra siyasal iktidarın da demokratik bir şekilde değişimi için ilk kıvılcımı çakan bir sürecin başlangıcı olmasını diliyoruz…