Bundan tam 55 yıl önce işçi sınıfı tarihinin en önemli olaylarından biri olan 15-16 Haziran 1970 direnişi gerçekleşmişti. İşçiler, AP (Demirel) iktidarının sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan yasasına karşı direnişe geçti. İki gün boyunca İstanbul ve Kocaeli’nde hayat durdu. Peki bu direnişin günümüze mirası nedir?
15-16 Haziran direnişinin bugünü
Atilla Özsever
Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli işçi direnişleri arasında yer alan 15-16 Haziran 1970 olaylarından bugüne tam 55 yıl geçti. Bu büyük direnişin amacı neydi, neden olmuştu, nasıl sonuçlara yol açtı ve günümüze kalan mirası nedir gibi soruları kısaca yanıtlamaya çalışalım.
15-16 Haziran olaylarına yol açan faktörlerin başında ekonomik ve sosyal olgular gelmektedir. 1960’lardan itibaren uygulanan ithal ikamesi model, ülkemizde montaj sanayinin gelişmesine neden olmuş ve dayanıklı tüketim malları büyük ölçüde iç pazara dönük bir faaliyeti gerektirmiştir.
Ancak 1970’lere doğru stokların artmasıyla birlikte ihracat olanaklarının da sınırlı olması nedeniyle maliyetler yükselmiş, işverenler de yüksek maliyeti gerekçe göstererek düşük ücret önermişlerdir. Düşük ücret politikası da grevlerin başlamasına neden olmuştur.
Bu arada Adalet Partisi (Demirel) Hükümeti, sendikal hareketi kontrol etmek için daha sonra 15-16 Haziran olaylarına yol açacak olan 1317 sayılı yasayı TBMM’ye sevk etmiştir. Ekonomik darboğaz, Ağustos 1970’te büyük bir devalüasyon yapılmasına gerekçe olmuştur.
DİSK'in yükselişi
Dönemin sosyal gelişmelerinin başında da, işçi ve gençlik mücadelesinin yükselmesi ve DİSK’in (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) özellikle özel sektörde örgütlenmesi gelmektedir. 1968-1970 yıllarındaki işçi mücadelesinin gelişmesi, sermaye sınıfını, Türkiye İşçi Partisi (TİP) dışındaki diğer siyasi partileri ve Türk-İş’i rahatsız etmiştir.
15-16 Haziran olayları öncesinde DİSK’in Kavel, Derby, Demir Döküm, Sungurlar gibi birçok fabrikada işyeri işgali, grev ve eylemlere başvurması, buralardaki militan sendikacılık, işçi temsilcilerinin deneyim kazanması, daha sonraki büyük direnişte önemli bir rol oynamıştır.
Bu koşullarda zamanın AP (Adalet Partisi) Hükümeti, DİSK’in gelişmesini önlemek ve tasfiyesini sağlamak için 1317 sayılı yasayı hazırlamıştır. AP'li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Mayıs 1970'te Erzurum'da yapılan Türk-İş Genel Kurulu'nda “DİSK'in çanına ot tıkamaktan” söz etmiştir.
Yasanın hazırlanmasında Türk-İş ve AP işbirliği söz konusu olmuş, Türk-İş üyesi ve aynı zamanda AP milletvekilleri olan birkaç sendikacı yasanın lehinde girişimlerde bulunmuşlardır. DİSK ve TİP, bu yasaya karşı çıkarken CHP de başlangıçta bu yasayı desteklemiştir.
Yasanın özellikleri ve direniş
1317 sayılı yasa, Türkiye çapında bir sendikanın faaliyette bulunabilmesi için o işkolundaki işçilerin en az üçte birini (yüzde 33’ünü) temsil etmesi gerektiğini koşula bağlıyordu. Konfederasyon kurulması için de tüm sigortalı işçilerin üçte birini örgütleme şartı vardı.
Yasanın TBMM’de kabul edilmesi üzerine DİSK harekete geçti, 15 Haziran günü 70 bin işçi yürüdü, 16 Haziran’da bu sayı 150 bine çıktı. Bir yandan İzmit’ten İstanbul’a doğru işçiler yürürken bir yandan da İstanbul’un hem Asya, hem Avrupa yakasında büyük gösteriler, fabrika işgalleri yapıldı. İki şehirde, iki gün boyunca hayat durdu.
Olaylar sırasında çatışma çıktı; üç işçi, bir esnaf ve bir polis öldü. Olaylar, DİSK’in de boyutlarını aştı, Türk-İş üyesi işçiler de eyleme katıldı; olaylara katılan 168 işyerinden 121’i Türk-İş üyesi işçilerin çalıştığı işyerleriydi. Öğrenciler de eyleme destek verdi. 16 Haziran akşamı İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edildi. 21 DİSK yöneticisi tutuklandı. Sonuçta 5 bin dolayında işçi işten çıkarıldı.
Eylemden sonra CHP’nin tavrı değişti, TİP ve CHP, 1317 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Anayasa Mahkemesi Ekim 1972’de yasanın sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan maddelerini iptal etti.
Eylemin değerlendirilmesi:
15-16 Haziran eylemi bugüne ışık tutacak önemli özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
• Bu eylem, ilk kez hak gaspına karşı bir sınıf hareketi olarak ortaya çıkmış, ücret dışı haklarla ilgili kitlesel bir mücadelenin ilk örneğini oluşturmuştur.
• İşçinin ekonomik bilincinde niteliksel bir sıçrama yaparak çeşitli işkollarındaki işçilerin ortak bir eylemi olmuştur.
• İşçiler, oy verdikleri bir partiye (Adalet Partisi'ne) karşı bir sınıf tavrını ortaya koymuşlardır.
• Eylemde DİSK’in yanı sıra Türk-İş, bağımsız sendikalar, öğrenci gençlik, sol aydınların birlikteliği dikkati çekmiştir. Eylem yoluyla sendikal birlik sağlanmıştır. Olaylarda sendikalı işçiler az olmasına rağmen öncü kadrolar sayesinde işçi kitlesi ve toplumsal muhalefet harekete geçirilebilmiştir.
• Bu direnişte, işyeri temsilcilerinin öncülüğünde kurulan komiteler çok etkiliydi. İşçilerin kararlı ve fiili eylemi, hiçbir engel tanımadı, polis ve asker barikatları aşıldı. Bu eylem, örgütlenmeyi sınırlayan yasalara karşı hem bir direniş, hem de bir ayaklanma niteliği taşıyordu.
• O dönemde Milli Demokratik Devrim (MDD) adı altında işçi sınıfından ziyade asker-sivil radikal küçük burjuva unsurların daha etkili olacağına ilişkin bir tez ön plandaydı. İşçi sınıfı, 15-16 Haziran eylemiyle öncü bir güç olma kapasitesini göstermiştir.
• Eylem yasal olmamasına rağmen toplumda meşru ve haklı olduğu izlenimini yaratmış, Anayasa Mahkemesi kararıyla da bu meşruiyet onaylanmıştır.
• Sendika-siyaset ilişkisi açısından TİP-DİSK ilişkisine darbe vurulmuştur. Eyleme yol gösterecek ve siyasi sonuçları alacak bir sınıf partisinin eksikliği görülmüştür. TİP bu konuda yetersiz kalmıştır.
• 15-16 Haziran eylemiyle ordunun işçi hareketine olan sempatisi son bulmuş, zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, “”Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştır” şeklinde bir görüş ortaya koymuştur.
• Zaten bu sürecin arkasından 9 ay sonra 12 Mart 1971 Muhtırası gelmiştir. Grevler yasaklanmış, sendikal faaliyetler kısıtlanmış, memurların sendika hakkı Anayasadan çıkarılmıştır.
• 12 Eylül 1980 darbesiyle de 15-16 Haziran’ın intikamı alınmıştır. O dönemde getirilmeye çalışılan sendikal baraj, 12 Eylül’de yüzde 10 olarak yasal anlamda gerçekleştirilmiştir.
Günümüzdeki durum
İçinde bulunduğumuz süreçte ise; AKP iktidarı, işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve sendikal haklarına karşı en saldırgan tutum gösteren bir iktidar konumundadır. Düşük ücret politikalarından sosyal güvenlik haklarının gaspına, güvencesiz çalışmadan kiralık işçiliğe, sendikal örgütlenmedeki engellerden grev yasaklarına değin birçok temel konuda ciddi hak kayıpları söz konusudur.
Öte yandan 15-16 Haziran 1970 koşulları ile kıyaslanmayacak düzeyde işçi sınıfı ve emekçi kesim, toplumda nicel yönden büyük bir ağırlığa sahiptir. Çalışan nüfus, toplumun üçte ikisini oluşturmasına rağmen bu nitelikte bir işçi hareketi mevcut değildir.
Yine günümüzde derin bir yoksulluğun oluştuğu, gelir dağılımın iyice bozulduğu, bir avuç sermaye kesimi dışında toplumun büyük bir çoğunluğunun çok güç koşullarda yaşadığı apaçık bir gerçektir.
Günümüzde çeşitli işçi eylemleri, direniş ve grevler sürmektedir. Ancak birleşik bir mücadele ve siyasal iktidarı sarsacak eylemler henüz söz konusu değildir. Hak-İş ve Memur-Sen gibi tamamen AKP’nin “yandaşı” konumunda olan işçi örgütlerinin yanı sıra Türk-İş üst yönetiminin de uzun bir süredir AKP’ye karşı eylem düzeyinde bir tavır sergilememesi de dikkati çeken bir durumdur.
Sonuç itibariyle güçlü bir işçi hareketinin oluşamamasındaki belli başlı üç faktörü şöyle ifade edebiliriz:
a) Emek hareketinin parçalanmış olması ve büyük bir kesiminin AKP yandaşı konumunda bulunması,
b) Sendikal bürokrasinin etkisi, işçi tabanının mücadeleci reflekslerine olanak sağlanamaması,
c) İşçi sınıfı hareketine siyasal önderlik yapabilecek oluşumların zayıflığı.
İşçi hareketi ne yapmalı?
15-16 Haziran direnişinde işyeri temsilcilerinin öncülüğünde kurulan komitelerin çok etkili olduğunu bir kez daha vurgulamaya gerek var. Günümüzde de işyerlerinden başlayan, yatay ve yerel örgütlenmelerin etkili olduğu birleşik bir emek hareketinin örülmesi gerekli gözüküyor.
Bu koşullarda işçi hareketinin, sendikaların ne yapması gerektiğini de şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
• Birleşik bir mücadele esastır.
• Tabandan ve yerellerden başlayan yatay bir örgütlenme yapılmalı,
• İşçi ve kamu çalışanı ile birlikte güvencesiz çalışanı, işsizi, emekliyi kapsayan bir örgütlenme modeli yaratılmalı. Bu çerçevede işçi meclisleri kurulmalı. Daha önceki işçi sendikaları birlikleri modelinden örnek alınmalıdır.
• Uzlaşmacı, teslimiyetçi sendikal anlayıştan mücadeleci, militan bir sendika anlayışına geçilmelidir.
• Bu çerçevede tutucu sendikal bürokratik kadroların tasfiyesi önem kazanmaktadır.
• Emek kesiminin somut taleplerini dikkate alan ve antikapitalist bir perspektife sahip olan bir mücadele programı ortaya konmalıdır.
• Ekonomik ve siyasal mücadelenin birleştirilmesi gerekir. Yani sendikal ve siyasal mücadelenin bütünlüğü esastır.
• İşçi hareketine öncülük edecek politik bir önderliğe, mücadeleci sendikal anlayışla emek hareketini buluşturacak kitlesel bir işçi partisine büyük bir ihtiyaç olduğu dikkati çekiyor.
Ekmek ve demokrasi mücadelesi
Kuşkusuz böyle bir sürecin örgütlenmesi ve oluşumu kolay değildir. Önümüzde 600 bin kamu işçisini ilgilendiren kamu sözleşmeleri süreci yürümektedir. Kamu işveren sendikası TÜHİS, nihayet 3,5 ay sonra zam teklifini açıklamıştır.
Kamu işverenin bu teklifine göre işçiye ilk altı ay için yüzde 16, ikinci altı ay için ise yüzde 8’lik bir zam önerisi yapılmıştır. Bu teklif işçiyle alay etmek demektir. Bu yılın ilk beş ayında TÜİK’e (Türkiye İstatistik Kurumu) göre resmi enflasyon oranı yüzde 15’tir. Altı ayın sonunda gerçekleri yansıtmayan resmi enflasyon bile yüzde 16’yı aşacaktır.
Türk-İş ve Hak-İş’in ortak teklifinde ise, kamudaki en düşük ücretin önce brüt 54 bin liraya yükseltilmesi, ardından da ücretlere 2025'in ilk altı ayı için yüzde 50, ikinci altı ay için de yüzde 25 zam artı yüzde 10 refah payı eklenmesi talep edilmiştir. Bu koşullarda yaklaşık olarak 400 bininin Hak-İş, 200 bininin de Türk-İş üyesi olduğu işçi kesiminin nasıl bir tavır göstereceği merakla beklenmektedir.
Özellikle Türk-İş’e bağlı yerel düzeydeki kimi mücadeleci sendika şubelerinin bir eylemlilik içine girebileceği ancak yine de 1989 Bahar Eylemleri gibi ülke çapında etkili olabilecek, siyasal iktidarı zorlayabilecek direnişlere başvurabilmesi, sendika genel merkezlerinin işaretine bakmaktadır.
“19 Mart darbesi”nden sonra CHP’nin başını çektiği kitlesel mitinglerde işçiler de yer almakla birlikte siyasal İslamcı, baskıcı, faşizan bu AKP rejimine karşı emek kesiminin kamu sözleşmeleri bağlamında gücünü göstermesi, ekmek ve demokrasi mücadelesinin bütünleşmesi, çok daha etkili olabilecek ve siyasal değişimde önemli bir rol oynayabilecektir. Aksi halde işçi sınıfı “sınıfta kalacaktır”…