Siyasette şeffaflık doğru mu?

Açık konuşmak gerekirse, siyasette şeffaflık, açık, dürüst olunması fikrine karşıyım.

Çünkü her ülkenin koşulları, toplum yapısı, siyasetçi tipi, alışkanlıkları farklı.

Örneğin, sık sık yaşanan olaylara bakıldığında, bizim ülkemizde şeffaf olmaya kalkan iktidar mensubu başkan adayı vaadlerini içeren şöyle bir ilan vermek ya da açıklama yapmak zorunda kalacak:

“Seçimler geldi kapıya dayandı. Hepimize büyük sorumluluk düşüyor. Sadece başkan adayı olarak benim değil, sizin için de fırsat önünüze geldi. Cukkanın tam zamanı. Devletin zenginliğini gelin birlikte bölüşelim. Bölgemizde rant alanı çoktur. Bu rantları beraber paylaşacağız, birlikte yiyeceğiz.

Çaldıklarımın demeyeyim de götürdüklerimin üçte birini halkımla, bana destek veren siz değerli çevremle paylaşmayı vaad ediyorum.

Hepimize yetecek kadar ihale ve para var. Devletimiz, belediyemiz güçlüdür.

Gelin beraber yürüyelim, yürütelim yağan yağmurda.

Çalsın, yesin ama iş yapsın diyen geniş yürekli halkım, seçmenlerim, birlikte büyüyeceğiz, fırsatları kazanca çevirmenin tam zamanıdır.

Arkamızda bizler gibi olan, bizlere sahip çıkan iktidar var. Güçlü siyasi irade var.

Sizleri saadet zincirine davet ediyorum.

Ben dürüst siyaset yapıyorum. Her şeyi açık açık ortaya koyuyorum.”

Hırsızın, yolsuzun şeffaflığı bunu gerektirir.

Bu ülkede Zübük filmi izleme ve kahkaha rekorları kırıyor.

Baksanıza, iktidarın son büyük soygunu soğumaya bırakıldı. Gündemden çıkarılıyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Sanki o büyük paralar, kasalar o evlerde çıkmadı. Soruşturma isteyen savcılar sağa, sola sürülmedi.

Garipliğe bakın ki, başbakan MİT’i kahramanlaştırıyor, tabulaştırıyor. MİT Milli kuruluşmuş, böylesine milli bir kuruluşu hedef almak vatan hainliğiymiş. Sanki ibadet merkezinden söz ediyor. Sanki camiden, kiliseden, Havra’dan bahsediyor.

MİT’in silah taşıdığı belirtilen TIR’larını durdurmak ve aramak için Başbakan’dan izin alınması zorunluymuş.

Sanki, MİT’in, istihbarat elemanlarının suç işleme özgürlüğü varmış, anayasanın, yasaların dışındaymış gibi.

Oysa bu ülkede, faili meçhullerde, yargısız infazlarda, pek çok yasa dışı karanlık olaylarda MİT’in, istihbarat kuruluşlarının kirli işlere bulaştığı bilinen bir sır.

İnternette yapılacak küçük bir araştırmada, özellikle açığa çıkarılmamış siyasi amaçlı cinayetlerde MİT’in, Jitem’in kimi elemanlarının bazı operasyonlarının korku filmini aratmadığı görülür. Hiram Abbas, Mehmet Eymür, Korkut Eken, Yeşil gibi bu kurumlarda önemli görevlerde bulunanların açıklamaları bile tek başına bu Milli kuruluşun ne olduğunu anlamaya yeter.

Vardığımız noktaya bakın, MİT milli kuruluşmuş, onu eleştirmek, yasalara uymaya davet etmek vatan hainliğiymiş!

Sadece bu mu? Vatan hainliğinin alanı çok genişletildi.

Suçlu, şüpheli görülenleri soruşturmak isteyen İzmir Cumhuriyet Başsavcısı’nı Adalet Bakanı Müsteşarı arıyor, “şu dosyaya dokunma” şeklinde uyarıda bulunuyor.

Sonra ortaya çıkıyor ki, meğer sadece Müsteşar değil, bakanı da aramış. Hem de sadece İzmir’i değil, Adana Cumhuriyet Başsavcısını da. Elindeki dosyalara müdahale ediyor. CHP Milletvekili Bülent Tezcan bunu belgesiyle açıkladı.

Ne garip, yasaların, Anayasa hükümlerinin işlemediği “Vahşi Batı”dayız sanki.

Bu arada ne oluyor?

Şu oluyor:

Cezaevlerinde haksız, hukuksuz şekilde yatan gazeteciler unutturuluyor.

Gezi eylemlerinde polis terörü sonucu öldürülen 6 gencin katilleri yargıdan kaçırılıyor, görevlerine devam ediyorlar.

Yasal gösteri ve yürüyüş hakkını kullanan yüzlerce üniversite öğrencisi cezaevlerinde tutuluyor.

Derhal tahliye edilmesi gereken cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlüler yok sayılıyor. Bunlardan birisi olan Prof. Fatih Hilmioğlu fiilen ölüm cezasına çarptırılmış durumda.

Bu konuda ülkeyi yönetenler kör, sağır, dilsiz.

Demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, bütün bunların ötesinde İNSAN olabilmek Türkiye’nin ne kadar uzağında?

Bunun hesabı olmaz mı?

Olacak, bu hesap sorulacak! Hem de çok uzak olmayan bir gelecekte.

Halk bu hesabı soracak.