Övünecek geçmişi olmayan iktidar

Başbakan tam da bu seçim arifesinde Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı mektubu, TBMM grup toplantısında okuyup, ağlayarak “Yoldaşım Deniz’le devrimi beraber yapacaktık ki, tam o sırada ezan okundu, ben Cuma namazına gidince...” derse ya da “Mahir Çayan bir gün bana dedi ki” diye bir cümle kurarsa artık şaşırmayacağız.

Aslında yukarıdaki cümleyi Sezen Aydın’ın Twitter’daki notuna eklemeler yaparak yazdım.

Son olarak Ahmet Kaya da AKP’li yapıldı. Başbakan “dostum” dedi, “keşke burada bizimle olsaydı” dedi.

Bu numaralar ilk değil.

Bir ara, partisinin TBMM grubunu toplu ağlama ayinine çevirmiş, yaşı büyütülerek idam edilen devrimci genç Erdal Eren’i malzeme yapmışlardı.

Bu genç 13 Aralık 1980 tarihinde idam edildiğinde, Başbakan’ın idolü olan, önder kabul ettiği, toz kondurmadığı Turgut Özal darbenin başbakan yardımcısıydı, idam kararının suç ortağıydı.

Zaman zaman Nâzım Hikmet’i kullanıyorlar. Ertuğrul Günay, “Mezarını getirmeliyiz” falan dedi. Muhtemeldir ki, Nâzım’ı kullanmaya devam edecekler.

Bunlar yüzsüzlük, pişkinlik gösterileri.

Ancak bu sahtekarlık gösterilerini insanlar yutmaz.

N. Hikmet’in AKP iktidarıyla, Başbakan’la kaç gram yakınlığı var?

Nâzım açıkça yazmış:

Ben, bir insan,

Ben Türk şairi Komünist Nâzım Hikmet ben,

Tepeden tırnağa iman,

Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben.

Ey iktidar, yüz gram olsun hiç benzerliğiniz var mı?

Ey tepeden tırnağa iktidar erbabı siz ki bütün gençliğinizi, ellerde bıçak, sopa, Komünizmle Mücadele Derneği’nin aktif elemanları olarak geçirmediniz mi?

Kanlı Pazar’ların yaratıcıları kim?

Utanmıyor musunuz, devrimci insanları seçimler için meze olarak kullanmaya kalkıyorsunuz?

Sizin geçmişinizde, siyasi tarihinizde sizin övüneceğiniz, örnek göstereceğiniz saygın isimleriniz yok mu?

Neden düşman gördüklerinizle övünme sahtekarlığına düşüyorsunuz?

Oysa Başbakan’ın (1983 yılında çekilmiş) Taliban Lideri Gülbettin Hikmetyar’ın dizinin dibinde kıvrılıp duran fotoğrafı var.

Bununla övünsenize.

Ünlü de bir kişi.

Birleşmiş Milletler İnsan Haklarını İzleme Komitesi’nin kayıtlarına göre bu kişi emrindeki kuvvetlerle 1992 yılında Kabil’de düzenlediği saldırıda çoğu sivil 2 bin kişinin öldürülmesine neden oldu. Bu olaydan sonra yarım milyon dolayında insan Kabil’i terk etti.

Onunla birlikte fotoğrafınız da var. O sizin kahramanınız.

Sizinle aynı kafada. Sizin gibi düşünüyor. Daha doğrusu siz onun gibi düşünüyorsunuz.

Hikmetyar, Afgan direnişçilerinin oluşturduğu Yönetim Konseyince Başbakan seçilince, Kabil’deki Radyo ve televizyonlarda müzik yayınını yasakladı. Bütün sinemaları kapattı.

AKP iktidarının belediyeleri de içkili mekanları yasaklıyor.

İş “kız-erkek bir arada olmaz”a kadar geldi dayandı.

Gerçi Birleşmiş Milletler Hikmetyar’ın El Kaide ile bağlantısını da açıklamıştı ancak fark etmez zaten.

El Kaide, Suriye olayından sonra artık stratejik müttefikimiz. Bizim yöneticiler onlara El bebek gül bebek bakıyor, yardım ediyor.

Siyaset bilginin, tarihi gelişmelerin, geçmişin ters yüz edileceği ve her değerin yozlaştırılacağı bir alan değildir.

Tarihsel süreçte, ilericilerin, devrimcilerin, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm, emek mücadelesinde canını vermiş, işkencelerden geçmiş, bedel ödemiş önderleri, saygın simge isimleri vardır.

Milyonlar onlarla övünürler.

Her toplum kesimi, her sınıf, her siyasi hareket kendi önderlerine sahip çıkar, örnek alır, onları anar.

Ancak kendisinin olmayan önderleri, kişileri “çalmak” dünya görüşünde olmayanları, koltuğunu korumak için kullanmaya kalkmak ta bizim ülkemizdeki yöneticilerin başarısı. Bravo!

Anlaşılıyor ki, bu iktidar sahiplerinin övünecekleri saygın önderleri yokmuş.

Her şeyin hırsızlığı, korsanı olur da önder hırsızlığı da bizim ülkeye mahsus.

Yazık.

Bırakın bu sahtekarlıkları.

Eğer illa da ciddi bir iş yapmak istiyorsanız, cezaevlerinde hasta tutuklu ve hükümler var. Bunların 162’si ağır hasta. Toplam hasta olanların sayısı ise bin 144. Bunların derhal tahliyesini sağlayın. Sağlamak zorundasınız çünkü insan yaşamı söz konusu.

İlla da ciddi bir iş yapmak istiyorsanız, Cumartesi Anneleri’nin sesini duyun. Her hafta Galatasay Meydanı’nda kaybedilen, öldürülen çocuklarını istiyorlar. Gidin onlara dokunun. Dinleyin.

“Analar ağlamasın” diyen siz değil misiniz?