İktidarın merasim mangası

Başbakan’a sorayım dedim “Bu adamı bulmak için çok mu aradınız?”

Bekir Bozdağ’dan söz ediyorum. Hem de kendisi Başbakan Yardımcısı.

Adamın söylediklerinin yalan olduğu, anlamı, mantığı bir yana, meramını anlatmak için cümle kuramıyor, cümle!

Birçoğu yaralı halde olan Gezi Eylemcilerinin polis saldırısından kurtulmak için sığındığı Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’ndeki durumu değerlendirirken kurduğu cümle şöyle:

“Orada sarhoş dolaşan, orada birbirlerini kadınlı erkekli öpen yapılarla…”

Ne yapısı? “Yapılar” ne demek?

Bunun yalan olduğunu zaten caminin vaizi açıklamış, bunun üzerine de buradan sürülmüştü.

“Birbirini öpen yapılar” hem de kadınlı erkekli?

İnşaat yapısı mı? Tuğladan, çimentodan mı söz ediyorsun? Yoksa bir örgüt mü yaratmaya çalışıyorsun?

Bu nasıl cümle? Hay sana ortaokul, lise diploması verenin!

İşte tam da bunun için “bu adamı çok mu aradın? Milletvekili ve Başbakan Yardımcısı yapmak için” diyecektim ki vazgeçtim.

Çünkü bunların sayısı bir değil, beş değil ki?

Bir ara Adalet Bakanı vardı, gittiği her toplantıda mışıl mışıl uykuya dalardı.

Bir İçişleri Bakanı vardı “Batman’daki havan mermisi ile İstanbul’daki, Ankara’daki yazının, kitabın, tualin farkı yoktur” demiş, yazıyı, kitabı, tuali suç aleti saymıştı.

Uluslararası insan hakları örgütleri bu sözleri anlamamış, “bu ne biçim bakan” demişlerdi.

Gerçi o sözü söylerken başbakanını örnek almıştı. Onun başbakanı yurtdışı gezisinde, kitap ile bomba yapımı malzemesi arasında fark olmadığını söylemişti.

Bunların sayısı bir değil, beş değil.

Bir Bülent Arınç’ları var, evlere şenlik. O da sanırım hala bakan. Olur olmaz yerde ağlıyor. Sık sık Başbakan’dan fırça yiyor. Hiç bir şey olmamış gibi duvarlara bakıyor.

Bu Arınç, Gazeteci Mustafa Balbay tahliye olunca, buna çok sevindiğini belirterek, tahliyesinin geç bile kaldığını söylemez mi?

A be adam, Başbakan ile ses sese verip gittiğiniz her toplantıda, “cezaevinde tutuklu gazeteci yok. Gazetecilikten kimse tutuklu bulunmuyor. Bunların hepsi terörist. Hatta bu gazeteciler arasında adi suçlu, ırza tecavüzden yatanlar var” diyen siz değil misiniz?

Tahliyesine nasıl sevinirsiniz? Bu ne pişkinlik? Hiç olmazsa susun. “Bu konu ayaküstü konuşulmaz, önümüzdeki maça bakıyoruz” filan deyin.
Dışişleri Bakanı ABD’de konuşuyor. Gezi eylemlerinden gurur duyduğunu, bu eylemlerin Türkiye’nin Avrupa standartlarında olduğunu gösterdiğini söylüyor.

Gurur duyduğu eylemlerde, 6 gencin öldürüldüğünü saklıyor.

Bu “garip” adamların sayısı bir değil beş değil.

Başbakan son Antalya mitinginde, artık anaların ağlamadığını söylüyor.

Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Mehmet Ayvalıtaş ve Ahmet Atakan’ın annelerini anneden saymıyor.
Bunlar bir değil beş değil, çoklar.

Bir de Milletvekili Zeyid Aslan’ları var ki TBMM içinde, dışında, önüne gelene ana avrat küfür etmede kendi rekorlarını egale ediyor.

Üstelik bu kişi henüz milletvekili, bir de bakan makan olsa ne yapar bilinmez? Her halde pantolonsuz dolaşır.

Bunların sayısı üç değil, beş değil.

Soruyu değiştirmek lazım. “Bu adamı çok mu aradınız?” yerine, “yahu sizi çok mu aradılar?”, birbirine bu kadar benzeyen onlarca kişi birbirinizi nasıl buldunuz?” demek gerek.

Bu arkadaşlar birden ortaya çıkmadılar. Uzun yılların beraberliği var.

Yeniden Milli Mücadele dergisinin 16 şubat 1971 tarihli, 55. sayısının kapağında görüldüğü gibi sırtını “ordu”ya dayayan, “darbeci” bir ekip var. Orduya darbe çağrısı yapıyor.

Derginin kapağındaki manşet iri harflerle şöyle: “Komünistlere Karşı Ordu Millet El Ele”

Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın büyük portresi yer alıyor.

Derginin 4. sayfasındaki başyazının başlığı da şöyle: “Milli Ordunun Şuurlu İhtarı”

Bu derginin yazar kadrosunda bakın kimler var: Cemil Çiçek, Taha Akyol, Aykut Edibali, Melih Gökçek, Atilla Yayla, Ali Müfit Gürtüna, Ahmet Taşgetiren, Hüseyin Gülerce.

Heey, darbeciler. Nasılsınız? Yüzünüz biraz kızardı mı?