Önce Donald Trump’a suikast girişimi, ardından Biden’ın saha kenarına alınıp Kamala Harris’in oyuna girmesiyle ABD başkanlık yarışına tekrar heyecan geldi. Geçtiğimiz günlerde milyarder Elon Musk, Trump yanlısı bir manipülasyon hesabından atılan, Harris’in “eşitlik istediği, dolayısıyla komünist olduğunu” savunan bir tweet’i RT’ledi. Ardından Trump, Harris’in adaylığının resmiyet kazanacağı Demokrat Parti ulusal kongresini bir komünist parti mitingine benzeten bir görsel paylaştı.1
Trump’ın kampanya ekibi muhtemelen kendisi gibi hırbolardan oluştuğu için pek ince çalışmıyor. Doğrusu Çin Komünist Partisi orak çekicini kullanmalarıydı ama görselde Sovyetler Birliği orak çekici kullanılmış. Öte yandan, herhalde böyle inceliklere ihtiyaçları da yok. Zira aklı başında herkes Trump ne kadar komünistse Harris’in de o kadar komünist olduğunu biliyor; ama söylemin hedefi aklı başında olmayan, aklı yüz yıldır komünizme dair anlatılan korku hikayeleriyle sulandırılmış seçmenler. ABD siyasetinde liberal-muhafazakârların biraz olsun sosyal demokrat önerilerde bulunanları (mesela evrensel sağlık hizmetini savunanları) komünist ilan etmeleri bir çeşit ata sporudur. İnternet çöplüğünü karıştırırsanız en azından 2. Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana her ABD başkanlık seçiminde, demokrat parti adayının birileri tarafından komünistlikle suçlandığını görürsünüz.
Musk gibi, parası olmayanın sağlık hizmeti alamayıp ölmesi gerektiğini savunan liberaller için komünizmden büyük öcü yok; ama düzgün sağlık hizmeti alamayacak milyonlarca insanı kendi öcüleriyle korkutmayı başarıyorlar.
Peki, bu sadece onların mı başarısı? Gelin, inceleyelim…
***
Türkiye’nin son başkanlık seçimlerinde CHP’nin baş ekonomi kurmayı Daron Acemoğlu’ydu. Acemoğlu, kariyeri boyunca demokratik rejimlerin ekonomik kalkınmayı kolaylaştırdığını, diktatörlük rejimlerinin ise engellediğini savundu. Dolayısıyla bir ABD vatandaşı olan Acemoğlu’nun (eğer oy vermekle uğraşacaksa) başkanlık yarışında Harris’e oy vereceğini tahmin edebiliriz.
Acemoğlu, 20 Haziran’da Project Syndicate internet sitesinde yayınlanmak üzere “Eğer Demokrasi İşçiden Yana Olmazsa, Ölecek” başlıklı bir yazı kaleme aldı.2 Yazı, Türkiye basınının önemli sol liberal organlarından Ruşen Çakır’ın Medyascope’unda da genişçe haberleştirildi.3
Acemoğlu özetle şunu söylüyor: “Batı demokrasisi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra genel anlamda başarılı olsa da; 1980’lerden bu yana verdiği sözleri tutamadı. Emekçilerin gelirlerinde bir iyileşme olmadı, ekonomik büyüme gerçekleşmedi; buna rağmen sağ da sol da finans öncelikli politikalar uygulamaya devam etti ve bir bakıma 2008 krizine giden yolun taşlarını döşedi. Tüm bunlar demokratik kurumlara olan inancın sarsılmasına neden oldu ve faşizm yükseldi.”
Saydığı bu olgularda sorun yok, ama Acemoğlu politika önerilerine geldiğinde zurnası zırt diyor. Acemoğlu’na göre neoliberalizmin en sivri uçlarını (bilhassa da dizginsiz finansallaşmayı) törpüleyecek ve gelir eşitsizliğini azaltacak politikalara ihtiyaç var; ama bunları merkez sağ partiler uygulamalı.
Çünkü Acemoğlu’na göre Fransa’da seçimleri kazanmış olan Yeni Halk Cephesi gibi sol popülist siyasetler kapitalizm koşullarında başarısız olmaya; Çin gibi “otoriter” rejimler ise, ne denli ekonomik başarı gösterirse göstersin uzun erimde büyümeyi frenlemeye mahkûm. (Meraklısı için: Çin ekonomisi 1977 yılından bu yana hiç küçülmedi ve büyüme oranı nadiren yüzde 5’in altına indi.4)
Acemoğlu, iddialarını kendince demokratik ve otoriter olarak tanımladığı rejimleri karşılaştıran ekonomi modellerine dayandırıyor. Dışarıdan baktığımızda ise şunu görüyoruz: Acemoğlu’nun siyasi rakibi neofaşizm, ama onun öcüsü de aynı Musk ve Trump gibi komünizm.5
Devam edelim...
***
Türkiye 2001 krizine doğru yuvarlanırken, bir grup iktisatçı ekranlarda ekonomi konusunda şaklabanlık yapıp halkı bir futbol maçı izliyor olduğu hissiyle uyutuyordu. Bu yüzden adları “Televole iktisatçısı”na çıkmıştı. Bunlardan Ege Cansen, geçenlerde Medyascope’la benzer çizgide, AKP karşıtı liberal bir yayın organı olan Oksijen’in televizyon kanalında konuktu.6 Cansen’e göre enflasyonun düşmesi için ücretlere gerçekleşen değil hedeflenen enflasyon oranında zam yapılmalı. Dolayısıyla önümüzdeki Ocak ayında asgari ücret belirlenirken, 2024 yılı enflasyonu yüzde 40 gerçekleştiyse ve 2025 enflasyonu yüzde 15 hedefleniyorsa, asgari ücrete de yüzde 40 değil yüzde 15 zam yapılmalı.
Cansen bilindik bir teorik üçkağıtçılık yapıyor ve 2025 başında yapılacak ücret zammının 2024 boyunca gerçekleşen enflasyonun yarattığı değil, 2025’te gerçekleşmesi beklenen enflasyonun yaratacağı ücret aşınmasının telafisi olduğunu söylüyor. Oysa enflasyon ortamında her sene başında yapılan ücret zammı geçmiş yıl boyunca yaşanan kaybın telafisidir. Eğer gerçekleşmiş enflasyondan düşük zam yapılırsa, ücretler aradaki fark kadar düşürülmüş (yani enflasyonu yakalayamamış) olur.
Ama bunun bile çok önemi yok, zira iki cümle sonra Cansen’in zurnası da zırt diyor: “Dar ve sabit gelirlilere baskı yapmadan enflasyonu düşürmek imkânsızdır.”
Kapitalizm koşullarında dahi tek çözüm bu değil, Cansen de kuşkusuz bunu bilir. Ama enflasyonu düşürmeye yönelik kimi alternatif çözümler, Cansen’in kariyerinin önemli bir kısmı boyunca doğrudan hizmet ettiği Koçzadeler başta olmak üzere, hayatı boyunca hizmet ettiği sermaye sınıfının çıkarlarına biraz da olsa dokunulmasını gerektirir. Bu yüzden kendisi gibi liberallerin dillerinden düşürmediği “alternatif yok” iddiasını tekrarlıyor.
Ama beni asıl videonun başlarında söyledikleri ilgilendiriyor. Zira Cansen, güzel güzel Türkiye ekonomisinden bahsederken durduk yere konuyu Sovyetler Birliği’ne getiriyor ve özetle şunları söylüyor: “Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluş yıllarından itibaren (kullandığı terim ‘Stalin’in diktatörlüğü’) yaşanan olağanüstü ekonomik büyüme bir ‘anormallik’ti. Bu büyüme 1917-1923 yılları arasında yaşanan yıkımın toparlanmasını içerdiği için gerçekte olduğundan yüksek göründü, uzun erimde de ‘normalize’ olması gerekirdi ve nitekim oldu.”
Sovyetler Birliği ekonomisi, Ekim Devrimi sonrası yaşanan iç savaş dönemi ve Nazi işgali yılları dışında kesintisiz ve ABD ekonomisinden çok daha hızlı büyüdü. Bunun bir sebebi kuşkusuz başlangıçta daha geri bir ekonomi olmasıydı, ama bu yıllarda planlı ekonominin ekonomik kalkınmayı çok daha hızlı gerçekleştirdiği dünyaca kabul ediliyordu ve batıda da beş yıllık kalkınma planları uygulanmaya başlamıştı. Sovyet kalkınması 1960’lardan itibaren, sosyalizm ideolojik olarak gevşemeye başladıktan sonra tavsadı.
Cansen’in “normalleşme” dediği şey ise 1991’de sosyalizmin yıkıldığı karşı devrim. Öncesinde ülkede nüfusun en düşük gelirli yüzde 50’si gelirin yaklaşık yüzde 40’ını, en düşük gelirli yüzde 90’ı gelirin yaklaşık yüzde 80’ini alıyordu. Sonrasında ise bu oranlar sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 60’ın altına düştü.7 Yani Cansen’in normalleşme dediği, Rusya ve tüm diğer Sovyet ülkelerinde kapitalizmin tekrar egemenlik sağlaması ve eş zamanlı olarak zenginlik ile yoksulluğun, yani eşitsizliğin geri gelmesiydi.
Cansen’in ABD başkanlık seçimlerinde verecek oyu var mı bilmiyorum, olsaydı herhalde o da Harris’e verirdi; zira kendisi sermaye sınıfının tamamına hizmet etmeyi düstur edinmiş biri ve Trump ona muhtemelen sermaye sınıfının güncel temsilcisinden ziyade maceracı bir hizipçi gibi görünüyordur.
Asıl önemli olan ise şu: Güncel pozisyonu ne olursa olsun, “Old School” (dilerseniz “ihtiyar” da diyebilirsiniz) bir liberal olan Cansen’in öcüsü de komünizm.
***
Peki, düzenin sağcısının da solcusunun da; muhafazakârının da liberalinin de sosyal demokratının da derdi neden komünizm? İkide birde söyledikleri üzere, Sovyetler Birliği yıkıldığında komünizm kalıcı olarak yenilmedi mi? Ve daha önemlisi, Marksizm teorik olarak yanlışlanmadı mı?
İki sorunun da cevabı “hayır.” Köleci Roma İmparatorluğunun en kudretli yıllarında insanlığın özgürlük arzusu nasıl ortadan kalkmadıysa; emperyalist aşamasına ulaşmış kapitalizmin tarihinde en kudretli dönemi olan günümüzde de insanlığın eşitlik arzusu ortadan kalkmadı. Marksizm o eşitlik arzusunun teorisi, komünizm ise o eşitlik arzusunun siyaseti. Eşitsizlik düzeni, var olduğu müddetçe, bu belalardan kurtulamayacak.
Bu yüzden zenginler özel mülkiyetlerini korumak için sadece sürekli büyüyen polis ve asker ordularına değil, aynı zamanda binlerce propaganda kanalından sürekli komünizmi kötülemeye muhtaç. Çıkarları kapitalizmin devamından yana her insan, siyasi pozisyonundan bağımsız ve bu onu ne kadar çelişkiye düşürürse düşürsün komünizme düşman olmalı. Sadece düşman olması yetmez, bunu asla dilinden düşürmemeli; sanki takıntılı biriymiş, kişisel bir kuyruk acısı varmış gibi konuyu sürekli komünizme getirmeli.
Ne var ki, tarihin herhangi bir anında halk eşitsizliği ne kadar kabullenmiş olursa olsun, insanlığın eşitlik arzusu asla ortadan kalkmayacak. Öte yandan kapitalizm var oldukça her kuşak, öncekilere göre daha büyük bir eşitsizlik altında yaşayacak. Çünkü sermaye daima kâr edip birikmek zorunda ve emekçiler mülksüz kalacağına göre, sermaye biriktikçe eşitsizlik derinleşecek. Bu yüzden emekçiler ayaklanmadığı, iktidara el koymadığı, özel mülkiyeti ortadan kaldırmadığı ve komünist dünyayı kurmadığı müddetçe, demokrasi de asla emekçiden yana olmayacak, Acemoğlu’nun değil Cansen’in önerdiği politikalar uygulanacak.
Dolayısıyla her kuşağın, yeni doğan her insan evladının komünizmin kötü bir şey olduğuna ikna edilmesi gerekecek.
Tabii toplum kaval dinleyen bir koyun sürüsü olmadığı için, propaganda aygıtı da Musk ve Trump gibi milyarderlerin tweetleri veya Acemoğlu ya da Cansen gibi maaşlı ideologların anlattıklarından ibaret kalmıyor. Kapitalizmin devamından hiçbir çıkarı olmayan bir sürü yoksul insan da bir kere ikna olduğunda canla başla başkalarını ikna etmeye çabalıyor ve kendisine ezberletilen antikomünist zırvaları “bunlar dinsiz, bunlar herkes yoksul olsun istiyor, bunlar karılarını paylaşır, Stalin, Mıtalin…” diye tekrarlıyor. Acemoğlu ve Cansen gibilerin maaş karşılığı yaptığını bedavaya yapan bu insanlar, Nâzım’ın bir şiirinde “vebalı farelerden bile ucuz” diye nitelediği aletlere dönüşüyor.
Zenginin eşitsizliği savunması çıkarı gereğidir; yoksulun eşitsizliği savunması ise onu kişiliksizleştirir, insanlıktan çıkartır. Ne var ki, efendisine âşık olup onurundan vaz geçmiş böyle zavallıların, bilhassa da sosyal medyada çıkarttığı gürültüye bakıp insanlığın yenildiğini zannetmek büyük hata. Emekçi halkın büyük çoğunluğu her gün eşitsizliği sessizce sineye çekiyor; ama içselleştirip alçalmıyor.
Bu yüzden komünizm, tüm zenginlerin en büyük öcüsü, kabuslarındaki hayalet olmaya devam ediyor.
Ve son haftalarda o hayalet, cüret edip zenginlerin kapısına dayanıyor. “Holdinglerin mal varlıkları ve kârları halkımıza feda olsun!” diyor.8
Omuz verin, o kapılar kırılsın. Zenginlerin kâbusu gerçek olsun.
- 1. Sırasıyla https://x.com/elonmusk/status/1824466456207094216, ve https://x.com/realDonaldTrump/status/1825138139502878806.
- 2. Daron Acemoğlu, “If Democracy Isn’t Pro-Worker, It Will Die”, Project Syndicate, https://www.project-syndicate.org/commentary/us-eu-democracy-challenges….
- 3. https://medyascope.tv/2024/06/27/daron-acemoglu-yazdi-iscileri-onceleme….
- 4. https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?end=2023&locatio….
- 5. Burada mesele Fransa Yeni Halk Cephesi’nin veya Çin ekonomisinin komünist olup olmadığı değil; Acemoğlu’nun anlatısında neyi temsil ettikleri.
- 6. https://www.youtube.com/watch?v=T-XNvkNbJgc.
- 7. Mark Harrison, “The Soviet economy, 1917-1991: Its life and afterlife”, VOX EU, https://cepr.org/voxeu/columns/soviet-economy-1917-1991-its-life-and-af…, 2. ve 3. grafik.
- 8. https://www.tkp.org.tr/aciklamalar/23294/