Komplo teorilerinden, bilim ve akıl düşmanlığından, aşı karşıtlığından, hurafelerden, masallardan, sağcılığın tüm dünyada dolaşıma soktuğu argümanlardan düzen karşıtlığı da devrim de çıkmaz.

'Yeni orta çağ'da aşı karşıtlığından düzen karşıtlığı çıkar mı?

Milliyetçilik, muhafazakârlık, liberalizm ya da İslamcılık, hangisi olursa olsun fark etmez, düzeni ve statükoyu muhafaza eden dünya görüşlerinin hepsine birden sağcılık adını veriyoruz.

Sağcılık farklı biçimleriyle düzeni ve statükoyu savunur ama siyasal ideolojileri, dünya görüşlerini cazip kılan şey nihayetinde “başka bir dünya”dan söz etmeleri olduğu için sağcılık da zaman zaman kendisini mevcut düzene ya da statükoya karşıymış gibi göstermek zorunda kalır. 

Milliyetçiler düzeni yeterince yerli ve milli bulmayabilirler, muhafazakârlar aileye, dine, geleneğe yeterince önem verilmediğini söyleyebilirler, liberaller sosyal devletçi politikalardan rahatsızlık duyduklarını dile getirebilirler, İslamcılar seküler hukuk düzenine karşı çıkabilirler vs. 

Peki ya kapitalizme bakış? Söz konusu kapitalizm olduğunda bu ideolojilerin hiçbirinin kapitalizmle gerçek anlamda bir derdinin olmadığını, mevcut üretim ilişkilerini ve ondan kaynaklanan sömürü, mülkiyet ve tahakküm biçimlerini değiştirmeyi hedeflemediğini söyleyebiliriz. En fazla birtakım reformlar talep edebilirler ama o kadar, sağcılığın bütün biçimleri için kapitalizm son kertede dokunulmazdır.

Öte yandan söylemsel düzeyde de olsa kapitalizmle derdi olduğunu öne süren sağcılık biçimleri vardır. Örneğin hem İtalyan faşizmi hem Alman Nazizm’i, kitleleri etkileyebilmek için kapitalizm karşıtı argümanları söylemlerine dâhil etmişler, komplocu tezlerle bezedikleri bu söylem üzerinden kendilerini “düzen karşıtı” olarak sunmuşlardır. Bizde de 1980 öncesi MHP’nin sloganlarından birinin “yıkılsın düzen, yaşasın devlet” olması bu nedenle şaşırtıcı değildir. 

Faşizmin günümüzdeki mirasçısı olarak kabul edebileceğimiz sağ popülist akımların söyleminde de kapitalizm karşıtlığına bolca rastlanabilir. Sağ popülistler anti-kapitalist bir dil kullanırlar ama bunu esas olarak komplocu bir bakış açısına dayandırırlar. Buna göre dünyayı Yahudiler, Masonlar, İlluminati, Tapınak Şövalyeleri, Rotschild ve Rockefeller aileleri vs. yönetir, “derin dünya devleti” her şeyi kontrol eder, görür, duyar. Dünyayı yöneten gizli ve karanlık güçler çıkarları doğrultusunda istedikleri planı yürürlüğe koyarlar ve insanlığı bir kukla misali parmaklarında oynatırlar; devletler, hükümetler, partiler, medya, eğitim, hepsi bu kuklacıların kontrolündedir. 

Sağ popülizm de faşizm gibi kitlelerin kapitalizme duydukları ama adını koyamadıkları, politik karaktere büründüremedikleri öfkelerini alır, manipüle eder ve posasını çıkartıp atar. Kapitalizmin işleyiş mekanizmalarının, artı-değer üretiminin, sömürünün, mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerinin ve kapitalizmin beraberinde getirdiği felaketlerin, örneğin iklim krizinin üzerini örter ve gerçekliğin görülmesini engeller. Sermaye düzenini görünmez kılmak için gizli, karanlık güçlerden söz eder, “küresel çete” diyerek olan biteni failsizleştirir, “bir şatonun meşalelerle aydınlatılmış salonunda bir masa etrafında toplanmış kukuletalı adamlar” imgesini insanlığın zihnine yerleştirmeye çalışır. 

Kapitalizmi görünmez kılmak ise eninde sonunda kapitalizme hizmet anlamına gelir, çünkü bir şey ne kadar çok görünmezleşirse onunla mücadele de o kadar zorlaşır, imkânsızlaşır. Kapitalizmin en büyük oyunu kendini görünmez kılması, yokmuş gibi yapmasıdır ve bu konuda ona en büyük yardımlardan birini sağcılığın beslediği komplo teorileri ve komplocu bakış açısı yapar. 

Komplo teorileri ve komplocu bakış açısı kitleler için de son derece cazibelidir elbette. Komplo teorilerindeki gizem unsurları, mitolojik ve masalsı ögeler, kişide yarattığı hakikati gören çok az insandan biri olma hissi, uzun uzun okuma ve araştırma yapmayı gereksizleştirmesi, her şeyi kolayca açıklamaya imkân vermesi vs. komplo teorilerinin ve komplocu bakış açısının cazibesinin kaynağını oluşturur. Dahası, dünyaya komplo gözlüğü ile baktığınızda düzene ve statükoya karşı mücadele etmeniz de gerekmez; çünkü dünyayı yöneten karanlık güçler, yurttaşların, partilerin, sendikaların, sol örgütlenmelerin, kitlelerin erişemeyecekleri kadar uzak bir yerdedirler ve baş edilemeyecek kadar güçlüdürler. 

Komplo teorisyenliği ve komploculuğun yükselişi ile insanlığın dünyayı değiştirme arzusunun, yani sosyalizmin geri çekilişi arasında doğrusal bir bağlantı vardır. İnsanlığın içinde bulunduğu bu “yeni orta çağ”da, insanın içerisine düştüğü durumdan kendi aklıyla çıkabileceğine duyulan inanç, yani aydınlanma fikri, yerini komplo teorilerine ve hurafelere bırakmakta, akıl ve bilim giderek gözden düşmektedir. Solun, sosyalizmin, devrimin, örgütlü toplumun, emek hareketinin, öğrenci hareketinin olmadığı ya da zayıf olduğu bir dünyada, insanın dünyaya hurafelerle, masallarla, komplo teorileriyle bakması ise gayet doğaldır. 

Teknolojideki ilerlemeler bilginin dolaşım hızını artırmış ve küreselleştirmiştir doğru ama böylesi bir konjonktürde bu aynı zamanda bilginin sorgulanmasını ve akıl süzgecinden geçirilmesini de neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Bugün hız, gerçeğin görülebilmesinin önündeki en büyük engele dönüşmüştür. Bir yalanı ortaya atıp sonra da onun internet üzerinden nasıl ışık hızıyla yayıldığını ellerinizi ovuşturarak izleyebilirsiniz; “yeni orta çağ” tam olarak budur. 

Ortaçağ salgın hastalıkların bolca görüldüğü bir dönemdi, “yeni orta çağ” da kendi salgınıyla ve kendi hurafeleriyle geldi. Virüsün laboratuvarda üretildiği iddiasıyla başlayan komplo teorileri, bugün aşı karşıtlığıyla ve aşı aracılığıyla insan soyunun dünyadan silineceği, kısırlaştırılacağı, DNA yapısının bozulacağı, çip takılıp robotlaştırılacağı ve buna benzer envaiçeşit hurafeyle birlikte küresel ölçekte dolaşmaya ve yayılmaya devam ediyor. 

Salgın ve aşı üzerinden komplo teorileri üretenler ve bunlara inananlar, diğer insanları gözlerini gerçeğe kapatmakla, şüpheci olmamakla, küresel çetenin planlarını anlamamakla, ilaç endüstrisinde olan biteni görmezden gelmekle suçluyorlar, kendilerini ise hakikatin bilgisini idrak edenler, aydınlanmış olanlar, aklını kullananlar, uyutulamayanlar, sürüye dâhil edilemeyenler olarak görüyorlar. Tüm bunlar ise onları kendilerince düzen ve statüko karşıtı bir yere, muhalif bir pozisyona yerleştiriyor, kendilerini öyle bir yerde konumlandırıyorlar.

Oysa bu tutumun ne hakikatin bilgisine sahip olmakla ne de düzen ve statüko karşıtlığıyla bir alakası var. Salgın ve aşı bağlamında hakikatin bilgisine sahip olduğunu ve “büyük oyun”u gördüğünü iddia edenler, kapitalizm denilen gerçekliği görmedikleri gibi, görülmesini de engelliyorlar. Salgın ve aşı söz konusu olduğunda emperyalizmin oyunlarından söz edenler, emperyalizmin gerçekte nasıl işlediğini bilmedikleri gibi bunun bilinmesini de engelliyorlar.

Oysa uluslararası ilaç tekellerinden ve sağlığın piyasalaşmasından bahsetmek başka bir şeydir, bilimi hedef tahtasına yerleştirmek başka bir şey. 

Kapitalizmin salgını bahane ederek yeni tahakküm ve gözetim biçimleri bulmasından, emek rejiminde ve çalışma hayatında yeni düzenlemelere gitmesinden söz etmek başka bir şeydir, salgının sırf bunun için yapay olarak üretildiğini iddia etmek başka bir şey. 

Emperyalizmden ve onun işleyiş biçimlerinden bahsetmek başka bir şeydir, “küresel çete” adı altında kim olduğu, ne olduğu bilinmeyen gizemli güçlerden bahsetmek başka bir şey.  

İlla ki görülmesi gereken bir “büyük oyun” varsa, o büyük oyunun adı kapitalizmdir, sermaye düzenidir. 

Sermaye düzeni çarklar dönsün istediği için, sağlığı piyasalaştırdığı için, kamu kaynaklarını ilaç tekellerine aktardığı için, gelir dağılımında adaleti sağlayamadığı için, azınlığın zenginliği lehine çoğunluğu yoksullaştırdığı için salgın önlenmemektedir. 

Sermaye düzeni salgından yeni disiplin ve kontrol teknikleri çıkarmaya, örneğin evde çalışmayı kalıcılaştırmaya, çalışanları sürekli gözetim altında tutabileceği bir şekilde ve duvarlar ardında izole etmeye çalışmaktadır. 

Sermaye düzeni özel olarak aşıya ve genel olarak sağlığa, sağlıklı konuta, suya, yaşam alanlarına dünya ölçeğinde adil bir şekilde ulaşmayı engellemekte, bu nedenle de salgın bir işçi sınıfı ve yoksul hastalığı haline gelmektedir. 

Dolayısıyla asıl bakılacak yer, asıl görülecek büyük oyun, kapitalizm ve onun uluslararası düzlemdeki işleyiş biçimi olan emperyalizmdir. Komplo teorilerinden, bilim ve akıl düşmanlığından, aşı karşıtlığından, hurafelerden, masallardan, sağcılığın tüm dünyada dolaşıma soktuğu argümanlardan düzen karşıtlığı da devrim de çıkmaz. Sağcılığın kendisi gibi teorileri ve iddiaları da eninde sonunda düzene ve statükoya hizmet eder çünkü.