İktidarda faşist siyasetçilerin yaygınlaştığı bir dünyada yaşıyoruz: Trump (ABD), Bolsonaro (Brezilya), Johnson (Britanya), Erdoğan (Türkiye), Modi (Hindistan)…
3 Kasım 2020 ABD başkanlık seçiminin sonucu belli oldu. 6 Ocak’ta Washington’da ABD Seçmenler Kurulu toplanacak; Joe Biden’ın Başkanlığı, 270’i aşan oyla kesinleşecektir. 12 Kasım 2020’de sayımları biten 47 eyaletin toplamında Biden’ın 279, Trump’ın 217 oyu kesinleşmiştir.
Bugün ABD seçimlerine ve dünyaya dönük uzantılarına beş madde altında göz atmakla yetineceğim.
1) Trump yenilmiş; ‘anayasal darbe girişimi’ tutmamıştır.
Seçimin bilançosunu özetlemekle başlayayım: Başkanlık seçimine katılım oranı, yakın geçmişin rekorunu kırmış; Joe Biden da 75 milyona yaklaşan seçmenin oyuyla Obama’nın önüne geçmiş benzer bir rekorun sahibi olmuştur. Trump’ın oy toplamı ise 70,5 milyondur. Oy toplamlarında 4,5 milyonluk, oranlarda ise (%50,6 → %47,6) üç puanlık fark, Biden’ın zaferini pekiştirmiştir.
Daha da önemlisi 2016’da Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyan dört eyalette (Michigan, Georgia, Pennsylvania ve Wisconsin) de Biden’ın kazanması oldu. Bu dört eyalet, 62 ikinci seçmen ile Biden’ı kritik 270’lik eşiğin üzerine taşıdı.
Trump anketlerde geride kalınca, “postalı oylarda sahtekârlık var; hileli seçim komplosu…” söylemi tutturmuştu. Beklentisi, 2000’de Yüksek Mahkeme’de Bush lehine sonuçlanan Florida seçim senaryosunun tekrarına dayanıyordu. Böyle bir eyalette iki aday arasındaki oy sayımlarının çok yakın olması halinde, önce Eyalet mahkemesi, son aşamada (bileşimi 6-3 sağcılar lehine olan) Yüksek Mahkeme yeniden sayım kararlaştıracak; Başkanlık, Trump lehine sonuçlanacak…
Bu tür bir senaryonun bugün tekrarlanması için dört eyaletin tümünde (ve ayrıca Trump aleyhine sonuçlanan Nevada ve Arizona’da) sayım sonuçlarının Trump lehine değiştirilmesini gerektiriyor. İlk sonuçlar göstermiştir ki aradaki farklar, Kasım 2020 seçiminin ABD Yüksek Mahkemesi’ne taşınılmasını imkânsız kılmıştır. Nitekim ilk itirazların çoğu Eyalet mahkemelerinde reddedilmiştir.
Trump’ın bugünlerdeki şamatası beyhudedir. 3 Kasım 2020 seçimlerinin belirlenen sonuçları, Trump’ın “anayasal darbe tasarımı”nı çökertmiştir.
2) “Trump olgusu” kalıcıdır.
Donald Trump’ın, aşırı sağcı ideolojisi Cumhuriyetçi Parti ile uyumludur. Ne var ki, Beyaz Saray’daki ilk günlerinden bu yana, cehalet, ölçüsüz yalancılık, psikiyatrik bozukluklar, ahlâk zafiyetleri gibi kişilik özellikleri de açığa çıktı. Bu “patolojik” siyasetçinin ABD’de, 70 milyonu aşkın seçmenin oyunu alması; emekçi sınıf saflarında çok yaygın bir kitle tabanına sahip olması nasıl açıklanabilir? Kasım seçimleri sayesinde giderilen istisnaî bir bozukluk mu söz konusuydu?
Almanya’dan Spiegel, bu sorunu inceliyor. ABD seçimlerini, 8 kişilik bir ekiple izledi; değerlendirmeleri iki uzun makalede yayımladı (Spiegel International, 30 Ekim ve 6 Aralık 2020). Yazıların başlıkları ulaştıkları sonucu özetliyor: “Trump’ın yarattığı bozulma kalıcıdır” ve “Joe Biden’ın imkânsız görevi”... Ana tespitlerini aktarmakla yetineceğim.
“Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin niteliğini değiştiren otuz yıllık bir sürecin nihaî ürünüdür. Bu süreç içinde Cumhuriyetçi Parti popülist bir harekete dönüştü. Oy tabanında 80 milyonluk Evanjelik Hristiyanlar yer almaktadır. Trump, bu dönüşümü daha da pekiştirdi.”
Nasıl pekiştirdi? Tweet’lerini, Fox News’ı, kitle paranoyasını besleyen komplo teorileri yayan, etkili propaganda araçlarına dönüştürerek… “Trump sayesinde ABD tehlikeli bir ülke oldu. Amerikalıların %30’u beş yıl içine bir iç savaş çıkacağını düşünüyor. Korkan Cumhuriyetçiler silahlanmaya başladı.” Yazarlar, silahlı aşırı-sağ milislerle ilgili çok sayıda gözlemi de aktarıyor.
ABD devlet aygıtı da etkilendi. Trump, üç sağcı yargıç atayarak “Yüksek Mahkeme’yi bir savaş alanına dönüştürdü. Dört yılda 220 federal yargıç atadı. Bu atamaların 53’ü etkili temyiz mahkemelerinedir. ABD devlet kurumlarında Trump’ın yarattığı hasarın onarılması yıllar alacaktır.”
Joe Biden, Demokrat Parti’nin ılımlı sağ kanadında yer alır; Wall Street ile barışıktır. Sermaye çevrelerinden Trump’tan daha fazla bağış topladı. Ancak, sosyalist Bernie Sanders’ı eleyerek aday oldu; kampanyasını da Demokrat Parti’nin liberal-solcu kanatlarının ittifakı sürükledi. Ne var ki Biden yönetiminin, sol kanadı marjinalleştireceği bekleniyor.
Spiegel, Trump mirasının bu dört yılda giderilemeyeceği sonucunu çıkarıyor. “Trump olgusu”, farklı kimlikler içinde geri gelecek; kalıcı olacaktır.
3) Faşist iktidarlar ABD’ye özgü değildir.
Spiegel, Trump iktidarını ve Cumhuriyetçi Parti’nin aşırı-sağcı çizgisini “popülist” olarak nitelendiriyor. Hitler Almanyası’nın hazin mirası, Spiegel’in “faşizm” kavramını kullanmakta çekimserliğini açıklayabilir. Bana göre Trump, ideolojik, kişisel özellikleri ve siyasal hedefleri bakımından faşist bir siyasetçidir. Teorik bir tartışmayı gereksiz görüyorum.
İktidarda faşist siyasetçilerin yaygınlaştığı bir dünyada yaşıyoruz: Trump (ABD), Bolsonaro (Brezilya), Johnson (Britanya), Erdoğan (Türkiye), Modi (Hindistan)… Listeye Avrupa’da Polonya ve Macaristan’ı, Doğu Asya’da Filipinler’i de ekleyebiliriz.
Faşist liderler, kimlik özellikleri, ideolojileri ve siyaset anlayışları bakımından (ülkelerin özel koşulları dışında) benzeşirler. Aralarında yakın iletişim, bazen kişisel ilişkiler var. Haberleştirildiğine göre Bolsonaro, Trump’ın seçim yenilgisi belli olunca, Brezilya’daki bir sonraki başkanlık seçiminde aday olmak istemediğini belirtmiş.
Trump ile Erdoğan arasında, damatlar düzeyine uzanan ilişkiler, John Bolton’un kitabında, ABD basınında ayrıntılarıyla açıklandı; yalanlanmadı. Son örnek 29 Ekim 2020 tarihli New York Times’da yayımlanan makaledir. Saray ailesinde ve hükümette patlak veren son çatlamaya, Trump yenilgisinin de katkı yaptığı ileri sürüldü.
Trump, bu anlamda da ABD’ye özgü değildir. Giderek yaygınlaşan “faşist liderler” ailesinin bir mensubudur.
4) Adını koyalım: Yeni Faşizm…
Faşist liderlerin iktidarı, tek başına, ülkelerine faşizmin geldiği anlamına gelmez. İktidara seçimle, halk sınıflarının yaygın desteğiyle gelirler. Bu bakımdan askerî darbelerin faşist kimlikli liderlerinden farklıdırlar.
Bu liderler, toplumlarını, devlet aygıtını fiilen faşizme dönüştürme niyetindedir. Adını koyalım; Ergin Yıldızoğlu’yla anlaşıyorum: Yeni faşizm… Nihaî hedefleri, ideolojik yönelişleri, iktidara gelişleri bakımından, geleneksel faşizmlerle benzerlikleri yaygındır.
Yeni faşizm de, burjuva demokrasileri gibi sermaye iktidarına dayanır. Ek bir işlevi de var. Kırk yıl önce başlatılan sermayenin sınırsız tahakkümüne (“neoliberalizme”) karşı halk sınıflarının tepkilerini, direnmelerini sahiplenmek, sonra da yönetmek işlevi… Sermaye tahakkümü, (“küreselleşmeci” bazı öğeleri frenlenerek) halk sınıflarınca sineye çekilecektir.
Geleneksel burjuva partileri bu sorunu çözemediğinde iktidarları sarsılabilir. Öyle dönemlerde sermaye sınıfları (Türkiye’deki gibi) faşist iktidarları yeğleyecektir.
5) Sorumluluk ve gelecek “Sol”a bağlıdır.
Halk sınıflarının sermayenin tahakkümüne direnmesini, nasıl olup da faşistler sahipleniyor? Bir ön-koşul sayesinde: Kapitalizmin tarihi boyunca emekçi sınıfları temsil etmiş bulunan devrimci, reformcu “sol” hareketlerin etkisiz kılınması…
Sermayenin kapsamlı saldırısının yaşandığı son kırk yılda, yukarıda sözünü ettiğim ülkelerde halk direnmesinin “sol” akımlarca sahiplenilmesi çeşitli yöntemlerle önlendi; bu işlev faşist liderlere, hareketlere devredildi.
Sadece hatırlatayım: Batı Avrupa sosyal demokrasinin neoliberalizmle uzlaşması… Trump ve Johnson iktidarlarının arifesinde sosyalist kimlikli Sanders ve Corbyn’i etkisiz kılan komplolar… Brezilya’da 2015-2019’da İşçi Partisi’ne karşı yürütülen “sivil darbe” dalgası sonunda Bolsonaro’nun iktidara gelmesi...
Türkiye’yi hatırlayalım: 1979’da Ecevit iktidarı ve parlamento-dışı sosyalistler, sermayenin Türkiye üzerinde IMF yoluyla yürüttüğü tahakküm tasarımına karşı direnirken “Türkiye solu”nun parçaları idiler; 12 Eylül darbesiyle yenik düştüler.
Yirmi yıl sonra aynı Ecevit, 2002’de de Baykal’ın liderliğindeki CHP, “Türkiye solu” saflarını terk etti; sermayeye teslim oldu; İslamcı faşist bir partinin iktidara gelişini belirledi.
Türkiye, bir anlamda, Hindistan’da Modi iktidarına örnektir: Laik, sola dönük, komünistlerin desteğindeki Kongre Partisi neoliberalizmle uzlaştı; iktidarı Hindu faşisti Modi’ye devretti.
Kısacası, farklı renklerde “dünya solu”, yeni faşizmin yükselmesinde sorumluluk taşımaktadır. Gelecek de “dünya solu”nun canlanmasına bağlıdır.