Çünkü bilim diye ortaya sürdükleri dogma, geçtim doğru cevabı bulmayı, doğru soruyu bulma olanağını bile tanımıyor. Bilim hurafeleştikçe, hurafe bilimleşiyor; olan bu.

Paçavra İktisat: Dünya Gelişme Raporu 2024 – Orta Gelir Tuzağı

Burjuva iktisadı artık bir bilim değildir, bir dogmadır. Dogma ise bir taraftan kanondur, yani yasalar ve katı kurallardır, diğer taraftan da hurafeler ve mucizeler ile süslenmiş söylemdir. Akıl ötesi, sorgulanamaz bir yasa/kanon ve akılcı olmayan hurafe ve mucize var ise bilim yoktur; var olan dogmatik bir paçavradır. Nitekim burjuva iktisadının kanonu (“piyasa mekanizmasının başka her türden alternatif dağıtım ve fiyatlama mekanizmasına karşı üstünlüğü tartışılmaz”, “özel mülkiyetin başka her türden mülkiyet türüne (örneğin her türden ortakçı mülkiyete) karşı avantajlara sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir”) vardır ve hurafeleri, mucizeleri vardır. Hattı zatında bir bilim değildir, paçavradır. 

Hurafe ve mucizeler bu sözde bilimin en önemli öğelerdir. Önce mucizeler. Azgelişmiş ve sömürülen kapitalist ülkelere yönelik “mucize” yakıştırması sefil burjuva iktisadının en önemli silahlarından biridir. Bir zamanlar Brezilya “mucize” idi, çöktü, tarihinin en ağı ekonomik bunalımlarından birini yaşadı. Bir vakitler Güney Kore mucizeydi (ve hatta ne yazık ki muhalif cenahtan bazı solcu iktisatçılar bile öyle gördüler), sonra 1997’de bir gece ansızın çöküverdi mucize. Güney Koreli emekçilerin askeri faşizm altında yarattıkları zenginliğini büyük bir bölümü kısa bir sürede emperyalist merkez menşeili sermayenin eline geçti. Şimdi Çin “mucize”, ama o da bir süredir durgunluk emareleri gösteriyor, atıl kapasite sorunlarından bahsediliyor. Dahası çok sorunlu aşırı borçla yüklenmiş ve her an patlamaya hazır bir finansal siteme sahip olduğundan bahsediliyor. Maşallah dedikleri bir gün yaşamıyor vesselam. 

Hurafe ise artık öze ve temel dinamiklere yönelik analiz yöntemlerini tümden kaybetmiş, açıklamak bir yana, betimleme gücünü bile yitirmiş burjuva iktisadının açıklarken kullanabildiği tek araç. Bir örnek verelim. 

Büyüme ve kalkınma iktisatçıları pek iyi bilirler; Kuznets eğrisi diye bir hurafe var. Bu hurafeyi ilginç bir figüre, Simon Kuznets’e borçluyuz. Kuznets aslında şimdi Beyaz Rusya sınırları içindeki Pinsk’te doğdu. Akademik eğitimini almadan hemen önce patladı Bolşevik Devrimi, o da sosyalist planlamaya yönelik istatistiksel ve matematiksel bir iktisat eğitimi almış; kayıtlar öyle diyor. Ancak Kuznets ve ailesi 1922’de ABD’ye kaçtılar. Bir kural var, Sovyet Sosyalizminden kaçan iktisatçılar burjuva iktisadının gelişimine çokça katkıda bulundular. Kuznets yalnız değil, yine burjuva iktisadının bedenini sağlamlaştıran Wassily Leontiev de Sovyet kaçkını bir iktisatçı. Sayıları çoktur. SSCB’de aldıkları iktisadi-matematiksel altyapı ile Amerikan ekonomisini analiz ederken burjuva iktisadı denilen saçmalığın gelişimine çokça katkıda bulundular. Ancak bu işin masumane yanı; bu iktisatçılar aynı zamanda Amerikan emperyalizminin istihbarat örgütlerine de Sovyet ekonomisi ve nasıl yönetildiği ile ilgili önemli bilgiler aktardılar. Kaçtılar ve ihanet ettiler. 

Neyse biz Kuzents eğrisine dönelim. Kuzets öyle yüksek kuram falan seven bir iktisatçı değildi, gözlemlerden çıkan genellemeleri yüksek kurama tercih ederdi. Nitekim Kuznets eğrisi saçmalığı da bu aşktan doğdu. Buna göre ülkeler kapitalist gelişmenin ilk aşamalarında yüksek hızla büyürken gelir dağılımı bozulur sonra gelişkinliğin artmasıyla birlikte büyüme bu defa gelir dağılımında düzelmeyi getirir. Böylece Kuznets’in dahiyane gözleminden “U” türünden bir ilişki çıkar. Ne güzel değil mi? Öncelikle hiçbir kuramsal açıklaması yok, kuramsal açıklama çabaları da çıkmaz sokakta kayboldular zaten. Dahası doğru da değil, sermayenin karşı saldırının başladığı 1980’lerden sonra gelişmiş ekonomilerde de (hele hele ABD’de) gelir dağılımı hızla bozuldu. Dolaysıyla Kuznets eğrisi denilen şey bir hurafeydi. 

Şimdi ortalarda başka bir hurafe dolaşıyor; “Orta Gelir Tuzağı”. İşin ilginci bu hurafeye yine muhalif cenahtan iktisatçıların bir bölümü de tav olmuş durumdadır. Peki ne anlama geliyor? Kapitalist büyüme ülkeler arasında bir yarışma olarak kurgulanıyor. Burada ülkeler kişi başına ulusal gelirleri üzerinden yarışıyorlar. Pek tabi ki gelişmiş kapitalist ülkeler diğerlerinden kopmuş ve liderliği ele geçirmiş, en önde koşan bir grup görüntüsü sergiliyorlar. Arka gruptaki ülkelerden bir bölüğü hızlı büyüyorlar, ve türdeşlerine fark atarak gelişmişlerle arayı bir nebze katıyorlar, ancak koşu temposunu arttırmış ve öndeki gruba yaklaşmış bu hızlı büyüyen ülkeler grubu birden bir bataklığa saplanıyorlar. Onların Amok koşusunun saplanıp kalığı bataklığa sefil burjuva iktisadı “Orta Gelir Tuzağı” diyor. Hızla büyüyüp orta gelir seviyesine geliyorlar ancak oradan bir türlü kurtulamıyorlar. Dünya Bankası’nın hesabına göre bu bataklığın sınırları 2022’de kişi başına gelirleri 1136 dolar ile 13845 dolar arasında olan ülkeler grubu tarafından belirleniyor.1 Anlaşıldığı gibi kuramsal bir açıklama ya da teşhis değil, keyfi bir şekilde belirlenmiş niceliksel sınırlara dayalı bir sınıflandırma. Bu sınırların neye göre belirlendikleri, nasıl hesaplandıklarına dair açıklamalar var ama bu açıklamaların kendileri de ayrı bir sorun. Kısacası önce hızlı bir şekilde büyüyorlar, sonra duraklıyorlar ve oldukları yerde sayıyorlar, nedenini bilen yok. Bilimsel açıklama yok, hurafe var. 

Dünya Bankası’nın 2024 Dünya Gelişme Raporu’nun teması da orta gelir tuzağı. Dünya Bankası’nın yıllık gelişme raporları burjuva iktisadının bekası açısından çok önemlidirler. Bu raporlar burjuva iktisadının kavramsal (hoş kavram diye ortaya atılanlar çoğunlukla içeriksiz şeyler, örneğin konumuzu teşkil eden “orta gelir tuzağı”) ajandasını belirliyor, yönelimini etkiliyorlar. Orta gelir tuzağı yeni değil aslında 2007 raporunda ortaya atılmıştı, zavallı iktisatçılar da üstüne atlamışlardı. Örneğin yoksulluk veya yönetişim gibi süslü ancak içeriksiz kavramları da bu raporlara borçluyuz. 2024 raporu orta gelir tuzağı hikayesine geri dönmüş. Belirtelim, bu raporlar önemli ama özellikle eleştirel iktisatçılar açısından bu raporları okumak bir kabir azabı, her yıl yeni moda bir saçmalık anlamına geliyorlar. Ancak biz bu yazıda 2024 raporunun bazı değinilerini ele alacağız. Tüm raporu ele alarak eleştirmek için daha uzun bir yazı gerekiyor. 

Öncelikle rapor haber veriyor; 2022 yılında bu tuzağa yakalanmış 108 ülke varmış. 34 ülke ise önceki yıllarda bu tuzaktan kurtulma başarısını göstermişler. Komik bir hikaye olduğu açık. Sen afaki iki tane sınır belirliyorsun, sonra bu sınırlara göre ülkeleri sınıflandırıyorsun. Kimine iyi haber veriyorsun, kimine ise kötü haber. Örneğin rapora göre orta gelir tuzağından kurtularak yüksek gelirliler ligine girebilen 34 ülke içinde Guyana, Uruguay, Polonya, Güney Kore var (bu ülkelerin bundan haberleri var mı acaba?). Türkiye tuzakta debeleniyor gibi görünüyor. 

Bu teşhislerle birlikte çözüm önerileri var. Ancak doğru teşhis edemeyenden yerinde çözüm önerisi nasıl gelsin? Teşhisin bazı unsurları üzerinde duralım. Örneğin şöyle bir teşhis var. Raporu kaleme alanların hesaplamalarına göre aslında fiziki ve beşeri sermaye stoku açısından orta gelir tuzağına düşmüş ülkeler, ABD’ye göre (yönümüzü her zaman ABD’ye döneriz şükürler olsun) çok da dezavantajlı değiller. Örneğin bu ülkelerin beşeri ve fiziki sermaye stoku (sefil burjuva iktisadı emekçilerin iş gücünü bir beşeri sermaye unsuru olarak gördüğü için emekçilere artık onların da birer sermayedar oldukları müjdesini biz vermiş olalım) ABD’deki stokun % 70’i civarında. Ama işgücüne ödenen ABD’de işgücüne ödenenin beşte biri seviyesinde. Raporu yazanlar buna pek şaşırıyorlar. Neden şaşırıyorlar? Çünkü ellerinde bunu anlamlandıracak hiçbir araç yok, hurafeler var sadece. Azgelişmiş kapitalist ülkelerde ücret seviyeleri gelişmiş emperyalist merkezlerdekine göre neden daha düşük? Cevabı kısa ve açık, ama gel gör ki burjuva iktisadında yok işte. Okuyup öğrensinler diyerek bırakalım. 

Başka bir tespit. Diyorlar ki ABD’de son yıllardaki ekonomik büyümenin yaklaşık % 40’ı toplumsal cinsiyet düzeyindeki ve ırksal eşitsizliklerin giderilmesinden gelmiş (nasıl hesapladılar acaba?). Böyle övdükleri ülkenin hapishanelerinde yatanların ekserisinin, polis şiddetine uğrayanların, düşük eğitimli olanların, yoksulluk yaşayanların çoğunun siyah ve Latin olması gerçeğini bir yana bıraksak bile buna getirdikleri açıklama çok çocuksu. Onlara göre bunun esas nedenlerinden biri de bu ayrımcılıkların ortadan kalkmasıyla birlikte nitelikli emek havuzunda bir genişleme olması ve nitelikli işgücü havuzundaki bu genişlemenin özellikle teknoloji, bilişim, e-ticaret gibi gözde ve lider sektörlerdeki lider firmaları ve onların teknolojik atılımlarını daha da büyütmesidir. Buna ek olarak nitelikli emeğin ücretleri de bu genişlemeyle birlikte artmış. Oysa orta gelir tuzağına saplanmış ülkelerde nitelikli işgücü havuzları oldukça küçükmüş ve dahi nitelikli işgücüne yapılan ödemeler çok düşükmüş. Neden? 

Aslında orta gelir tuzağına saplandıklarını iddia ettikleri ülkelerin önemli bir bölümünde nitelikli işgücü havuzu son yıllarda hızla büyüdü. Bir uyarı yapalım. Marx’ın yedek işgücü ordusu kavramının daha çok vasıfsız işgücü ile ilgili olduğuna dair genel bir yanılgı var. Sermaye sadece niteliksiz değil nitelikli işgücü için de sürekli büyüyen bir yedek ordu besler mutlaka. Böylece nitelikli işgücünün de ayrıcalıklı konumunu yok ederek ücret seviyelerini baskı altına alır. Şimdi orta gelir tuzağına yakalandıkları düşünülen Çin, Türkiye, Hindistan gibi ülkelerde aslında nitelikli işgücü üretimi çok arttı, kısacası bu ülkeler, nitelikli küresel işgücü ordusunu büyük bir hızla büyüttüler. Doktorlar, mühendisler, bilişimciler, yazılımcılar; tüm bunların sayısı özellikle bu ülkeler sayesinde hızla arttı. Ancak sermaye birikim seviyesinin ve ücretlerin düşüklüğü bu nitelikli işgücünün önemli bölümünün gelişmiş emperyalist merkezlerce emilmesine yol açtı (inanmayan Google’ın, IBM’in, Apple’ın nitelikli personelinin doğum yerine göre bileşimindeki dönüşüme basın). Kısacası bu ülkelerin sorunu nitelikli işgücü azlığı değil, nitelikli işgücünün emperyalist merkezlere göçü; rapor bunu es geçmiş. Bu göç işte raporun pek övdüğü gelişmiş ülkelerde özellikle nitelikli işgücü içindeki cinsiyet ve ırksal ayrımcılığın son bulmasına da yol açmakta. Sermaye işin sonunda kâr varsa ayrımcılığı en gözde liberalden bile önce kaldırır, merak etmeyin. 

Rapor çözüm önerilerine geçtiğinde rafine bir burjuva iktisatçısını, Schumpeter’i, odağa oturtuyor. Schumpeter rafine bir burjuva iktisatçısıdır. Rafine yani nitelikli burjuva iktisatçısını nasıl tanımlarız? Burjuva iktisadının kanonundan vazgeçmeden, ancak hurafelerine kulak asmayan, bazı durumlarda burjuva iktisadındaki akıl dışılıkları zorlayarak akılcı ve pratik çözümlemeler ve çözümler getiren burjuva iktisatçısını rafine/nitelikli olarak adlandırıyoruz. Schumpeter onlardan biri, onun “yaratıcı yıkım” kavramı bazen Marksist analiz içinde bile anlamlı bir şekilde kullanılabiliyor. Ancak yine de bir burjuva iktisatçısı; piyasa ve özel mülkiyete yönelik dogmatik inançtan vazgeçmedi hiçbir zaman. 

Raporu kalem alanlar Schumpeter’den yola çıkarak onu da aştığına inandıkları bir takım tavsiyelerde bulunuyorlar. Ancak aslında umutlarını Schumpter’in yaptığının aksine büyük kapitalist firmalara bağlıyorlar. Schumpeter (bu konuda sık sık görüş değiştirmiş olsa da) büyük, oligopolistik firmaların gelişme ve büyüme dinamiklerini öldürdüklerini düşünüyordu. Ancak raporu yazanlar büyük firmaların bir tür yenilikçilik motoru olarak çalışabileceklerini ve orta gelir tuzağındaki ülkeleri bu tuzaktan kurtarabileceklerini ima ediyorlar. Ancak sorun şu ki dünya sathında büyük küresel firmaların büyük bir bölümü gelişmiş kapitalist ülkelerin firmalarıdır. Çin’in küresel firma stokuna kattığı firmaları olsa da ekserisi böyledir. Bu gerçeği raporu yazanlar da fark etmiş olacaklar ki neden orta ve düşük gelirli ülkelerin firmaları büyümüyor ve hatta daha çabuk çöküyor, neden orta gelirli ülkelerin üretim yapısı küçük firma ağırlıklı diye soruyorlar. Ne desek bilmem ki? Kapitalizmde sermaye birikiminin tarihini en baştan anlatmak gerekiyor galiba. 

Önerilerin arkası kesilmiyor, ama önerilenlerde yeni bir şey yok. Burjuva iktisadının azgelişmiş ülkelere yıllardır ettiği boş nasihatlerden bir farkları yok. “Kurumlarınız iyi, değil iyileştirin”. “Önce yatırım seviyesini arttırın, sonra bu yatırımlar kanalıyla son teknolojilerin özümsenmesini sağlayın, ve en son artık yenlik yaratan bir yapıyı tesis edin”. “Nitelikli işgücüne önem verin”. “Yetenekli nitelikli insanların önünü açın”. “Kayırmacılığa son verin”. “Düşük karbonlu düşük maliyetli enerji kaynakları yaratın”. “Karbon emisyonu bol, yeşil ve temiz enerji düşmanı kamu iktisadi teşekküllerini ya yola getirin ya da yok edin”. Bunları daha önce de duymuştuk; yeni bir şey yok. Tek yenilik şu, Schumpeter’den farklılaştıkları nokta da bu; mümkünse “Küçük ve orta ölçekli işletme yanlısı politikalardan vazgeçin ve yeniliğe açık büyük ölçekli firmalarla da çalışın”. Dediği şu: oligopolistik firmaları gözetin. Yenilik diye getirilen de büyük sermayeyi kayıran bir öneri. Çok ilginçtir raporun üçüncü bölümünün ana başlığı “Mucizeleri inşa etmek”. Yine geldik mucizeye. Söylemiştik, hurafe ve mucize birbirini tamamlamaktalar dogmatik bir saçmalığa dönüşmüş burjuva iktisadında. 

Raporun tamamını okuyup bitirdiğinizde (ki gerçekten Herkül’e verilen görevlerden birini başarmış gibi oluyorsunuz) daha başta sorduğunuz soruya halen cevap beklediğinizi görüyorsunuz: Eğer gerçekten bir “Orta Gelir Tuzağı” var ise 108 ülke neden bu tuzağa saplanıp kalmışlar? Böyle bir tuzağın olmaması bir yana, artık bu soruyu soranların sordukları soruya cevap verme şansları yok. Çünkü bilim diye ortaya sürdükleri dogma, geçtim doğru cevabı bulmayı, doğru soruyu bulma olanağını bile tanımıyor. Bilim hurafeleştikçe, hurafe bilimleşiyor; olan bu. 

  • 1. 2015 ABD doları cinsinden hesaplanan kişi başına milli gelirler.