AKP’nin bugünlerde izlediği 'aykırı' veya ona alternatif olarak savunulan katı neoliberal politikalar, orta dönemde bu bunalıma son veremez.
Millî gelirin (GSYH’nın) Ocak-Eylül 2021 dönemi verileri TÜİK tarafından geçen hafta yayımlandı.
Bugün TÜİK’in cari fiyatlarla gelir yöntemi ile GSYH bulguları üzerinde odaklanmak istiyorum. Millî gelirin bölüşüm göstergelerini veren en bütüncül istatistik olduğu için önemlidir.
AKP iktidarının bölüşüm bilançosu açısından da anlamlı bulgular sağlamaktadır.
Gelir yöntemi ile GSYH hesabında sınıfsal bölüşüm kavramları
“Gelir yöntemi ile hesaplanan GSYH toplamı”, sınıfsal gelir dağılımı içinde yer alan iki önemli gelir türünü veriyor: Ücretler ve ücret dışı gelirler. Bu iki kategori, GSYH tablosunda “işgücü ödemeleri” ve “karma gelir” olarak adlandırılıyor.
Bazı iktisatçılar son üç aylık (2021 Temmuz-Eylül) GSYH verilerinden türetilen Ücret/GSYH oranını önceki yıllarla karşılaştırarak değerlendirdi. Bu ölçüt önemlidir; ama eksiktir; tamamlanmalıdır. Zira, gelirlere göre hesaplanan GSYH toplamı, sınıflar-arası bölüşüme girmeyen iki önemli kategori içermektedir. Bu millî gelir kavramı şöyle tanımlanıyor:
GSYH = Ücretler + karma gelirler + sabit sermaye tüketimi + üretimden alınan vergiler
Ekonomideki sınıflar-arası bölüşüm ilişkilerini incelemek istiyorsak net hasıla hareket noktası olmalı ve gayri safi (“brüt”) hasılaya giren sabit sermaye stokunun tüketimi (“aşınması”) dışlanmalıdır.
Üretimden alınan (dolaylı) vergiler ise, devletin el koyduğu bir net hasıla öğesidir. Bu kategorinin farklı sınıflara yansıması ayrıca incelenmelidir. TÜİK tablolarıyla bunu yapamıyoruz. Bu durumda dolaylı vergileri dışlayan aşağıdaki net katma değer (NKD) tanımını kullanabiliriz:
Net katma değer (NKD) = Ücretler + ücret-dışı gelirler… Bu toplamın içinde ücretlerin payı (Ücret/NKD), en geniş anlamdaki işçi sınıfının (ücret + maaş toplamları ile ölçülen) bölüşüm payını temsil eder1.
Ocak-Eylül 2016-2021: İşçi sınıfı “bölüşüm şoku” karşısında…
Aşağıdaki tabloda AKP iktidarının son altı yılında, ücret/maaş gelirlerinin (farklı bir ifadeyle işçi sınıfının) net katma değerden aldığı payın (Ücret/NKD’nin) seyri yer alıyor.
Niçin 2016 ile başlıyoruz? İki gerekçe söz konusudur.
Birincisi, AKP’nin temsilî demokrasi sınırları içinde iktidarının, 2015’te son bulması ile ilgilidir.
AKP Haziran 2015 seçimlerinde yenilgiye uğradı ve iktidarı ne pahasına olursa olsun korumayı kararlaştırdı. “Geleneksel demokratik” normların çiğnenmesinin ilk adımı, devlet şiddetinin öne çıktığı Kasım 2015 seçimlerinde atıldı. Sonrasını hâlâ yaşıyoruz: 2016 darbe girişimini izleyen Anayasa değişikliği, OHAL’e, KHK’lara dayanan neo-faşizme geçiş dönemi…
İkinci gerekçe, neo-faşizme geçişin iktisat politikalarına yansımasıyla ilgilidir: Bu rejim, meşruiyet görüntüsünü korumak zorundadır; bu nedenle “arızalı” yöntemler ile de olsa, seçim takvimini çalıştırmalıdır.
Ne var ki, 2015’e kadar AKP iktidarına damgasını vuran neoliberal politikaları sürdürmek, seçim ortamlarında güçleşti: Uluslararası sermaye hareketleri yavaşlamaktaydı ve Türkiye gibi dış kaynak bağımlısı olan ekonomilerde finansal disiplin öne çıkmaktaydı. Neo-faşizmin seçim kazanma önceliği ile uyumsuz bir durum…
AKP finansal disiplin cenderesinden çıkmaya 2017’de karar verdi. Arada bir (2018 ve 2020’de) zorunlu engellerle karşılaştı; yine de “düşe-kalka” bu önceliği bugüne kadar izledi. Ana yöntem ve amaç basittir: Şirketlere ucuz kredi pompalayarak büyüme ivmesini sürdürmek…
Yerli ve gözetilen sermaye çevrelerini güç uluslararası koşullarda korumayı, kurtarmayı, ihya etmeyi gözeten bu politikaların en geniş anlamdaki işçi sınıfına yansıması tabloda gözleniyor:
Tek bir tespit yeterlidir: 2016-2021’in Ocak-Eylül dönemleri sonunda ulusal net katma değerde ücret payı 6,2 puan (% 45,3 → % 39,1) gerilemiştir. Türkiye iktisat tarihinde benzerine nadir rastlanılacak boyutta, işçi sınıfının tümünü etkileyen bir bölüşüm şoku… Şirketlerin ve Saray’ın denetlediği bölüşüm ilişkilerinin sonucu…
Yıllık değişimleri izlediğimizde bu “şok”un sürekliliği de ortaya çıkıyor: Ücret/NKD oranının bir puan yükseldiği 2018’i saymazsak, işçi sınıfının bölüşüm payı kesintisiz her yıl gerilemiştir.
Ücretler ve ücret-dışı gelirlerin ayrışması
Tabloda yer alan ücret ve ücret-dışı gelirlerin içsel ayrıştırılmasını nicel olarak yapamıyoruz. Ama, bilinen bağlantıları vurgulayabiliriz.
Ücretler kategorisi, kapitalist ekonomilerde sermaye katmanlarının artık-değerden paylarını oluşturan bazı öğeleri de içerir: Dev şirketlerin brüt kâr paylarının bir bölümü, yönetim kadrolarına astronomik yönetici maaşları olarak aktarılır; istatistiklere “ücret” olarak geçer.
Bunlara yeni oluşan Saray kadrolarını da içeren AKP bürokrasisinin ikili, üçlü… maaşlarını, özlük haklarını da ekleyin. Bu eklentilerle ücretler toplamı, geniş anlamda işçi sınıfına atfedilemez. Bu şişkin kalemler ayrıştırabilseydi, tablodaki ücret aşınmasının daha da derinleşeceği tahmin edilebilir. İşçi sınıfının niteliksiz, örgütsüz, güvencesiz öğeleri için bölüşüm kayıplarının ötesine giden, ağır bir mutlak yoksullaşma, sefalet söz konusudur.
Ücret-dışı gelirler içinde benzer bir ayrıştırma, sınıfsal karşıtlığı daha keskinleştirecektir. TÜİK’in “karma gelir” olarak adlandırdığı bu kategori içinde artık-değerin tüm öğeleri yer alır: Brüt şirket kârları, ticarî kârlar, faiz ödemeleri, kira gelirleri vb… Ayrıca kapitalist üretim ilişkilerinin parçası olmayan diğer gelir türlerini de kapsar.
Bunlardan biri, Türkiye tarımında, aile emeğine dayalı köylü/ çiftçi işletmelerinin net gelirleridir. Ticaret, sanayi, hizmet alanlarındaki esnaf, zanaatkâr katmanlar, serbest (“profesyonel”) meslek sahipleri, kısacası “kendi hesabına çalışan” tüm istihdam biçimleri de benzer konumdadır. Elbette “karma gelir” türleri söz konusudur.
Bu faaliyet kollarında yapılan ücret ödemeleri, TÜİK tarafından kapsanıyor. Ama, “kendi hesabına çalışan” (ezici çoğunluğu “emekçi” kimliği taşıyan) insanlara intikal eden tüm diğer gelirlerin seyri, herhalde, Tablo’nun son sütununda yer alan “ücret-dışı” toplamın gerisinde seyretmiştir.
Örneğin korona salgını içinde ve sonrasında Türkiye’de çiftçilerin net gelirlerinde ciddi boyutlu aşınmanın gerçekleştiği vurgulanmaktadır; ama nicel dökümü bildiğim kadarıyla yapılmamıştır. Bulguları ZMO’dan bekliyoruz.
Temel tespit: Ağır, kalıcı bir toplumsal bunalım…
Bu ayıklamaları yaptıktan sonra tablonun son sütununa odaklanalım: Ücret-dışı gelirlerin net katma değer payında gözlenen artış eğilimi, Türkiye kapitalizminin egemen sermaye katmanlarının payını eksik yansıtmaktadır.
Bunlar, sanayi, bankacılık, inşaat, iç ve dış ticaret alanlarında uzmanlaşmış şirketler ve uzantılarıdır. Saray’ın kredi pompalamasının nimetleri, gelirlerine yansımıştır. Diğer ücret-dışı (çoğu “emekçi” kimlikli) gelir türlerinin aşınması, ayrıcalıklı burjuvazinin semirmesinin sonucudur. 2016-2021 yıllarında gelir dağılımı bu egemen katmanlarının lehine dönüşmüştür. Son sütunda gözlenen eğilimin çok üzerinde bir tempoyla…
Tabloda yansıyan bölüşüm şokunu istihdam/işsizlik istatistikleriyle bütünleştirelim. Dahası, Dünya Bankası’nın 2020’de Türkiye’de yürüttüğü yoksulluk / yoksullaşma bulgularıyla tamamlayalım. Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme öngörülerine de göz atalım.
Bu köşede zaman zaman vurguladığım sonucu tekrar etmek zorundayız: Saray, son yıllarda Türkiye’nin halk sınıflarını çok ağır bir toplumsal bunalım içine sürüklemiştir.
AKP’nin bugünlerde izlediği “aykırı” veya ona alternatif olarak savunulan katı neoliberal politikalar, orta dönemde bu bunalıma son veremez.
- 1. Bu tanımdan türetilebilen Ücret dışı gelirler / Ücretler oranı ile Marksist terminolojide sömürü oranı olarak tanımlanan S/V ilişkisi arasında “akrabalık” vardır; ama özdeşlik değil…