Neoliberalizmin ('sermaye tahakkümünün') bölüşüm sonuçlarının, temsilî demokrasiye, siyasete yansıması kaçınılmazdı. Mağdur emekçi sınıfların 'sosyalist alternatiflere savrulması' önlenmeliydi.
Jake Sullivan’ın konuşması
Başkan Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan 24 Mart 2023’te “Amerika’nın Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi” başlıklı önemli bir konuşma yaptı. Konuşma metni1 Beyaz Saray tarafından yayımlandı.
Sullivan, konuşmasını “Başkan Biden’ın temel yaklaşımı ve direktiflerinden hareket ederek ABD’nin uluslararası iktisat politikasına odaklanacağını” açıklayarak başlatıyor. Böylece, konuşmanın Biden’ın onayından geçtiği anlaşılıyor.
Yarı-resmî bir belge olarak, konuşma metni tarihsel bir önem taşıyor. Reagan’dan bu yana resmî ABD ideolojisinin bir öğesi olan neoliberalizme dönük kapsamlı bir eleştiri içeriyor. İdeolojik bir revizyon olarak da değerlendirilebilir. Konuşmanın bu özelliğine Türkiye’de Mehmet Ali Güller değindi2.
Bu revizyonu üstlenen Jake Sullivan’ın siciline kısaca değineyim: Yale Üniversitesi’nden mezun, 47 yaşında bir hukukçudur. Obama yönetiminde uzman ve bürokrat olarak çalışmış; bir ara İran’la imzalanan nükleer anlaşmanın müzakerelerinde yer almıştır. Ocak 2021’de Biden tarafından Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanmıştır.
Sullivan son olarak 10-11 Mayıs’ta Viyana’da ABD ve Çin diplomatları arasındaki müzakerelerde ABD heyetine başkanlık yaptı. Görüşmelerde Çin tarafını da ÇKP’nin Dışişleri’nden sorumlu Politbüro üyesi Wang Yi temsil etmekteydi. Toplantıda, ABD ile Çin arasındaki görüş ayrılıklarının “samimi ve yapıcı biçimde” tartışıldığı açıklandı. Sullivan’ın Biden yönetiminde etkili bir konumda olduğu anlaşılıyor.
Sullivan’ın konuşması en azından Trump döneminden beri ABD’nin içe ve dışa dönük ekonomi politikalarında gerçekleşen değişimleri sahiplenen ve gerekçelendiren bir özellik taşımaktadır. Bir ideolojik kopma olarak da okunabilir. Yakından bakalım.
'Neoliberalizm reddiyesi' mi?
Jake Sullivan konuşmasının başında ABD’nin “yeni bir uluslararası ekonomik düzenin oluşmasındaki öncü rolünü” ve bunun olumlu sonuçlarını vurguluyor. Ne var ki “son yıllar, bu temellerdeki çatlakları da ortaya çıkardı. Kaygan küresel ekonomi çok sayıda emekçi Amerikalıyı geride bıraktı. Finansal bir kriz orta sınıfı sarstı.”
Sullivan bu bozukluklara iklim krizi, korona salgını ve Ukrayna savaşının yarattığı sorunları da ekliyor ve “tedarik zincirlerinin kırılganlığı [ve] aşırı bağımlılığın tehlikeleri ortaya çıkmıştır” hükmünü veriyor.
En azından 21’nci yüzyılı kapsayan, eleştirel bir dünya ekonomisi özetlenmektedir: Nüfusun yüzde 1’ini ihya eden 2008 krizi ve ABD şirketlerinin üretimi, istihdamı Güney’e taşıyarak Amerikalı emekçileri işsizliğe sürüklemesi vurgulanıyor.
Biden’ın danışmanı, temel bozuklukların kaynağında neoliberalizmin temel önerme ve ilkelerinin yattığını açıkça ifade ediyor. Bunları, sonuçları ile birlikte sıralıyor: “Piyasalar sermayeyi verimli ve etkin biçimde tahsis eder varsayımı: Piyasalar stratejik endüstrileri ve istihdamı ülke dışına taşıdı.”
“Serbest ticaretin Amerika’nın mal ihracatını destekleyeceği önermesi: Mallar değil, istihdam ve üretim kapasitesi ihraç edildi”.
“Ekonomik bütünleşmenin ulusları daha sorumlu ve açık hale getireceği öngörüsü: Çin, hem geleneksel sanayi kollarını, hem de temiz enerji, dijital altyapı, biyoteknoloji gibi geleceğin anahtar endüstrilerini teşvik etti. Hepsinde Amerika’nın rekabet gücü aşındı.”
“Büyüme önemlidir; içeriği değil anlayışı: Liberalizasyon ve reformlar ekonomik bağımlılıkları göz ardı etti. Finans gibi bazı sektörler gözetildi. Yarı-iletkenler ve altyapı gibi hayatî sektörler, tıbbi cihazlar, kritik mineraller ihmal edildi; yenilikleri besleyen sanayi kapasitemiz dumura uğradı.”
“Ticaretten sağlanan kazançların uluslar arasında kapsamlı paylaşılacağı varsayımı: Tam aksine bu kazançlar emekçilere ulaşmadı. Regresif vergi indirimleri, kamu yatırımlarının törpülenmesi, şirketlerin sınırsız büyümesi, Amerikan orta sınıfını oluşturmuş olan sendikacılığın baltalanması gibi politikalardan kaynaklanan sızıntılara umut bağlandı. Tam aksine bu politikalar eşitsizliklerin artmasına yol açtı.”
Sullivan’ın sıraladığı ve eleştirdiği varsayımların, önermelerin, öngörülerin dökümü, neoliberal doktrinin tüm öğelerini kapsamıyor mu? “Kısa dönemli istikrar programları dışlanıyor” diyebilirsiniz. Ama bence “finans sektörünü gözeten reformlar” tespiti, neoliberal istikrar reçetelerine dönük örtülü bir eleştiri de içermektedir.
Alternatif strateji: Devletin sürüklediği bir sanayi politikası
Jake Sullivan’ın neoliberalizme dönük kapsamlı eleştirisi, politika seçeneklerine de taşınıyor. Çözüm, neoliberal yobazlığın yarım yüzyıl boyunca sistematik olarak felce sürüklediği devlet müdahalelerinde aranıyor:
“Ekonomik büyüme ve ulusal güvenlik açılarından stratejik olan ve özel sermayenin kendiliğinden yönelmeyeceği sektörlere dayanan modern bir sanayi politikası gereklidir. Bu politika özel sektörü de peşi-sıra sürükleyecek olan kamu yatırımlarından oluşacaktır. Öncelikli alanları hedefleyen kamu yatırımları, özel piyasaların, kapitalizmin yaratıcılığını canlandıracak; uzun dönemli büyümenin temelini inşa edecektir.”
Sullivan, adeta, Çin’e özenen bir devlet kapitalizmi önermektedir. Bu radikal revizyonun Biden yönetimi tarafından gerçekleştirilmekte olduğunu da özellikle vurguluyor; örnekleri sıralıyor: Son iki yılda Kongre’den geçen bir dizi yasa (Inflation Reduction Act, CHIPS and Science Act, Bipartisan Infrastructure Law), federal bütçeden iklime, altyapıya dönük devlet yatırımları ve teşvikler için astronomik ödenekler ayırmış; şirket kârlarına yüzde 15’ten başlayan ek vergileme getirmiştir. Stratejik hasım ve rakiplere karşı ağır ekonomik yaptırımlar bunlara eklenmiştir.
'Hegemonik Milliyetçilik' mi?
Sullivan’ın betimlediği ve ABD adına açıkça sahiplendiği dönüşüm, 1980 sonrasında sermayenin sınırsız tahakkümü olarak yorumladığımız neoliberalizmden açıkça farklılaşmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarını çiğneyen ihlallerin sınırı çoktan aşılmıştır. ABD şirketleri lehine piyasa-dışı teşvikler içeren son yasal düzenlemelerin bir bölümü AB Komisyonu tarafından dahi eleştirilmektedir. Gerçekleşen dönüşümler ise bu çerçevenin çok ötesindedir.
Örneğin, Trump’ın Çin’e karşı DTÖ kurallarını çiğneyen bir “ticaret savaşı” olarak başlattığı uygulamayı Biden daha da genişletti. Yarı-iletkenler üretiminden başladı; Çin’in teknolojik ilerlemesini köstekleyen kapsamlı bir ekonomik savaşa dönüştürdü. ABD müttefikleri bu savaşa katılım için ağır baskı altında tutulmaktadır.
Dahası da var: ABD, İngiltere, Avrupa merkez bankaları (ve diğerleri), başka devletlere, ülkelere ait rezervlere, kaynaklara el koyabilmektedir. Mevduat güvencesi çiğnenmekte; mülkiyet hakkı ihlal edilebilmektedir. Venezuela, İran ve Afganistan’a karşı uygulanan bu tür “el koymalar” ve ekonomik yaptırımlar Rusya’yı kapsadıktan sonra her “aykırı” ülkeye de uygulanabilecek bir genel tehdit oldu.
Bu dönüşüm nereden kaynaklandı? Neoliberalizmin (“sermaye tahakkümünün”) bölüşüm sonuçlarının, temsilî demokrasiye, siyasete yansıması kaçınılmazdı. Mağdur emekçi sınıfların “sosyalist alternatiflere savrulması” önlenmeliydi. Trump, bu fırsatı kullandı; “zarar gören katmanları” sahiplendi; küreselleşmeyi eleştirerek iktidara geldi. Biden, eleştiriyi ve Trump’ın uygulamalarını genelleştirmektedir. Kapitalist dünya sisteminin “ağa babası” ABD’den kaynaklandığı için hegemonik milliyetçilik olarak adlandırılabilir.
Merkez’de yer alan ikinci sınıf ülkelerde benzer tepkiler gözlendi: İngiltere’de Brexit, Avrupa’da neo-faşizmin yükselmesi gibi…
Çin Halk Cumhuriyeti gibi hegemonik bir rakip meydan okuduğunda nükleer bir savaş olasılığını açıkça içeren, tehlikeli bir dünyadayız.
Bizler için şimdilik en güvencelisi, herhalde teslim olmamak ve sorunlarımızı ülke içinde çözmeye çabalamaktır.