'Hiçbir şeyi görmezden gelmeyeceğiz. Kürt sorununu kârlar artsın diye değil, emekçiler kardeşçe, eşitlik ve adalet içinde yaşasın diye çözeceğiz… Kapitalistler boşa kürek çekiyorsunuz…'

Kapitalistler denemesin

Diyarbakır’da Hafıza Odası sergisi 16 Ekim’de açılmış. Sergi açılışı demişsem, değme organizasyona nasip olmayacak bir kampanyadan söz ediyoruz.

Halay görüntüleri rastlantısal olarak oluşmuş ve yine rastlantısal olarak yayınlanmış olabilir; ama işlev açıktır ve eleştirilerin hedefi olan halay da kampanyanın en önemli unsurlarından birine dönüşmüştür. Elbette Diyarbakır’da bir halay görüntüsü çekmek için önceden uzun boylu tasarlamaya gerek olmaz. Yine tabii ki, onca gazeteci ve ünlünün bulunduğu bir salonda fotoğraf çekilmesi de “hayatın doğal akışına” gayet uygundur. Tanıtımın etkilisi de zaten böyle olur!

Ve öbür fotoğraflar… Tabut enstalasyonu ölümü sıradanlaştırmamış olmasaydı kimse orada kendini moda defilesinde sanmazdı. Örnek olsun, Nazi soykırım mekânları, müzeleri bir dizi ülkede öylece duruyor ve ziyaret ediliyor. “Hah şurada bir poz vereyim” diyene, pek rastlanmıyor…

Dolayısıyla bana sorarsanız Keçi Burcu’nun tepesinde çekilen tabutlu turistik resimlerin kampanyada hayli iş görmesinin, dar anlamda “imal edilmiş” bir sonuç olduğunu iddia etmesem de, tasarımcı tarafından öngörülebilir olduğunu tahmin ediyorum.

Sanatçı Ahmet Güneştekin’in bir toplumsal tepkiyle karşılaşmayı hesaplayıp hesaplayamadığını ise hiç mi hiç bilemeyiz. Hele o tepkinin, bir tabutun kaleden aşağı atılmasıyla yeni bir enstalasyon yaratması önceden kurgulanmış olamaz. Ama sonuç, protesto eyleminin de serginin “halkla ilişkilerine” güç katması oluyor.

Müthiş değil mi? Eğlensen de eğlenmesen de, çiğliğin dik alasını yapsan da politik karşı tutum geliştirsen de sergiyi güçlendirmiş oluyorsun… Satrançta bunun adı açmazdır. Sergi bu yanıyla kesinlikle başarılıdır. Bunun ne kadarı sanattır, ona girmek haddim olmaz.

Ama şu kadarını söyleyebilirim. Bu PR başarısı, yalnızca daha önce benzeri çalışmalarını Nişantaşı’nda, Mecidiyeköy’de sergilemiş olan sanatçıya bağlanmamalı. Zaten Ekrem İmamoğlu ile Altan Tan’ı, Mithat Sancar’la Ertuğrul Özkök’ü buluşturacak, yanlarına SBK kısaltmalının “ablası” Sevilay Yılman’ı katacak, Nihal Bengisu Karaca’yı ta Kabataş’tan, Yıldıray Oğur’u Davutoğlu’nun Karar gazetesinden kaldırıp buralara taşıyacak bir artistik yaratı henüz icat edilmedi. Tamamını aktarmanın yersiz olacağı bu uzun sanatsever listesi Koç ve Sabancı gruplarından isimleri de içeriyor. Neyse lafı uzatmayayım ve başarılı organizasyonda Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası’nın özel yeri olduğunun altını çizeyim. Ben değil, oradakiler yazıyor, söylüyor…

soL’da Özkan’ın (Öztaş) yazısı serginin dördüncü günü yayınlandı. Hatırlayacağınız veya tahmin edeceğimiz gibi bu eleştirel bir değerlendirmeydi. Dönüp yeniden göz atmak mümkün olduğu için buraya en özet halini aktarayım:

“Esas soruna gelecek olursak... Sergide her şey var ancak kötünün, kötülüğün, zulmün ve acıların öznesi-faili yok.”

Yıldıray Oğur’un “Katı olan her şey buharlaşıyor, Diyarbakır’da da…” başlıklı yazısı ise 25 Ekim’de Karar’da çıktı. Oğur, tahmin edileceği gibi kampanyaya katılıyor ve olayın artistik niteliklerinin ötesinde politik bağlamına parmak basıyordu. Yazının en özet hali de sonundaydı:

“Esas meziyet de hatırlayıp öfkelenmekte değildir, hatırlayıp görmezden gelmektedir.

Türkiye’de Kürt sorununu çözmeyi sosyalistler başaramadı, İslamcılar da başaramadı, hatta liberallerin tezleri de bir ölçüde başarısız oldu.

Bırakalım bir kez de kapitalistler denesin.”

Sanat yalnız sanat değil, aynı zamanda siyasettir. Bunun karşılığında siyaset de her şeyi araçsallaştırma gücüne sahiptir. Keçi Burcu’ndan bir sergi, yazarın doğru yorumladığı gibi insanlara “görmezden gelin” demekte, Kürt sorununu çözmeyi kapitalistlere havale etmektedir. Neyse ki, madem böyle, kimse kimseyi bundan sonra sanatın sınıfsallığını ve politikliğini göz ardı etmeye davet edememelidir.

O aptal davetin geçersizleşmesini cebimize koyalım ve devam edelim. İlk ve temel soru, kapitalistlerin Kürt sorununu çözüp çözemeyecekleridir.

Elimizdeki örnekte bir kapitalist öne çıkıyor. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığını Kürt burjuvazisinin resmi temsilci kurumu saymakta bir sakınca olmayacaktır. Mehmet Kaya’nın öncelikleri de bunu teyit etmektedir. Geçen yıl kendisiyle yapılmış bir söyleşide Başkan 2013-2015 arası çözüm sürecinde bölgenin ulaştığı ihracat hacminin beş yılda yarıya inmesinden mustarip olduğunu açığa vurmuştu. Bu nokta gerçekten kapitalist çözümün motor gücüdür…

Gazeteci İrfan Aktan’la o sıralardaki beklentisini paylaşmış; yeni bir “sürecin” AKP tarafından başlatılacağını düşünüyormuş. Sermaye için siyasi aktörün kim olacağı talidir. Sergi açılışındaki ağırlığa bakılırsa beklenti ibresi AKP sonrası yükselmesi beklenen, adı konmamış ittifaka kaymış görünüyor. Bu, bir biçimde “Doğuya genişletilmiş Millet İttifakı” modelidir.

İttifaklı kapitalist çözüm sürecine ne kadar uygun bir zamandayız, göreceğiz… Konu anlaşırlar anlaşamazlar değil. Son çalışmalar dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırının 10 bin TL’ye çıktığını gösterdiğine göre, memleketin Doğusu da Batısı da yoksulluktan geçilmiyor. Oğur, Kaya ve başka “sanatseverler” farkında olmayabilir, ama serginin başarısını kanıtlasın diye çekilen fotoğraflardaki ziyaretçi kuyruklarının arasında biraz gezinen, açlık sınırında salınan bir gelir düzeyini çıplak gözle algılayacaktır. Neyse ki giriş ücretsiz!

Kapitalistlerin çözümü için emekçilerin kuyruğa alınması gerekir.

Kapitalistlerin derdi ve motivasyonu kârlarıdır.

Emekçilerin aç açına kuyrukta beklemelerininse sınırı vardır.

Özetle kapitalistlerden çözüm beklemenin “denemesi bedava” değildir!

Çözüm de sınıfsaldır ve bu çözümde yoksullara görmezden gelmeleri tavsiye edilmektedir. Aslında Oğur, soL’da “bu sergide fail yok” diye isyan eden Özkan’a hak vermekte ve zaten failleri görmemeyi önermektedir. Deneyle sabit; görmezden gelmeye bir başladınız mı, kendisi başlı başına bir hafıza mekânı olan Keçi Burcu’nu ölmeye terk ettiniz demektir. Sur’da Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası üyelerinin yatırımlarıyla kanlı yıkıntıların üstünde yükselen betonlar bu çözüm denemesinin ta kendisidir. Tahir Elçi ve Vedat Aydın’ın temsil ettiği acıların faillerini bile isteye silmek, kapitalistlerin deneyeceği çözümün aynı zamanda adalete yönelik bir reddiye olacağının ilanı değil midir? Bu arada not edelim; yukarıdan tabut atan duygu kendini kuvvetle sezdiren adaletsizliğe, betonla unutturma tehdidine karşı tepki olarak görülebilir.

Elbette artık ok yaydan çıkmış bulunuyor. Ben ne kadar çekin elinizi falan desem de kapitalistlerin denemesi başlamış anlaşılan...

2015 model başbakanın gazetesinde yazan Yıldıray Oğur İslamcıların ve liberallerin Kürt fiyaskosunu teslim etmiş etmesine de, yazısına başlığı Marx’ın Komünist Manifesto’sundan ödünç alınca sosyalistleri de başarısızlar konvoyuna katmak zorunda kalmış… Başarısız olan sosyalistler derken kimi ve hangi süreci kast ettiği hakkında niyet okumaya kalkmayacağım. Hem o iğneleme, henüz biriktirmekte olan komünistleri ilgilendiriyor olamaz…

Ama o başlık da nedir öyle?

Oğur, Marx’ın “buhar gözleminin” iki yönü olduğunu biliyor olmalıdır. Birincisi; 1840’ların yükselen sınıfı burjuvazi dünyayı alt üst ediyor ve görülmemiş bir tarihsel ilerlemeye imza atıyordu. 19.yüzyılın devrimci burjuvazisini 2021'in Diyarbakır'ında aramak hakikaten aymazlıktır.

İkincisi ise, buharlaşma metaforu burjuvazinin önüne gelen her şeyi alınır satılır bir metaya dönüştürmesini anlatır. Tarihsel bir rezalet! Kapitalizmin yaratmakta olduğu bu kâbusa son verecek olan da Marx’a göre işçi sınıfı ve Manifesto’nun ait olduğu Komünist Parti’den başkası değildir.

Doğrudur, öyle olacak. Hiçbir şeyi görmezden gelmeyeceğiz. Kürt sorununu kârlar artsın diye değil, emekçiler kardeşçe, eşitlik ve adalet içinde yaşasın diye çözeceğiz… Kapitalistler boşa kürek çekiyorsunuz…