Günümüz faşizmi de, her seferinde, egemen sınıfların kapitalizm açısından tehlikeli gördüğü devrim-dışı bir tehdidi önlemek üzere iktidara gelmiştir.

Günümüz faşizmi üzerine

Necmi Erdoğan’ın önemli bir yazısını değerlendirmek istiyorum: “Günümüz Faşizmi Üzerine Bazı Notlar”, Birikim, Şubat-Mart 2021.

Ergin Yıldızoğlu’nun Yeni Faşizm kitabını, 17 Temmuz 2020’de Sol Haber’de incelemiştim.  Aynı konuya Necmi Erdoğan’ın makalesi vesilesi ile dönelim.

Genel çerçeve…

Necmi Erdoğan yazısında, “günümüzün malum siyasal fenomeninin faşizm olarak nitelenmesi” gerektiğini belirtiyor.

“Günümüzün malum siyasal fenomeni” ifadesi ile Türkiye’nin de kastedildiğini anlıyoruz. Yazının sonraki bölümlerinde, 21’nci yüzyılda var olan faşizmlerin, klasik faşizm ile benzeşen, farklılaşan özellikleri anlatılıyor.

Ülke ayrıntılarına girilmiyor. ABD, Macaristan, Hindistan’a sadece değiniliyor. Meslektaşımız, günümüz faşizmini Türkiye odaklı olarak tartışmamayı yeğlemiş. Ama, bazı tespitlerinin ülkemizden kaynaklandığı açıktır.

Önerdiği genellemeler, elbette tartışmalı olacaktır. Ülke ayrıntılarına girildiğinde boşluklar doldurulur.

Önemli, doğru vurgulamalar

Necmi Erdoğan’ın bazı önemli vurgulamaları var.

Ona göre “günümüzü ortak siyasal fenomeni”, popülizm, otoriterlik, otoriter demokrasi, post-faşizm terimleri ile değil, doğrudan doğruya faşizm kavramı ile incelenmelidir. Alternatif terimlerden her birinin geçersizliği, yetersizliği açıklanıyor. Haklıdır. Bir eklenti yapayım: “Popülizm” terimi, günümüz faşizmine belli bir meşruiyet taşımak amacıyla da kullanılmaktadır.

Günümüz faşizmini ırk, din, milliyetçilik sınırları içinde incelemek, Necmi Erdoğan’a göre eksiktir. Eleştirel bir çözümleme, faşist iktidarın “göreli özerkliği” sorununu kapsamalı; sınıf fraksiyonları, küçük burjuvazi, emekçi sınıflar ile bağlantılarına odaklanmalıdır.  

Yazar, faşizmle mücadelenin liberal hedeflerle sınırlı kalmasına karşıdır. Faşist rejime karşı parlamenter rejim, hatta radikal demokrasi seçenekleri yetersizdir. Devrimci alternatif, “sermayenin sınırsız büyümesi ve oligarşinin sınırsız iktidarına karşı halkın karar sahibi olması mücadelesi[dir]" .

Makale, günümüzde anti-faşist bir mücadelenin gerektirdiği kritik bir ön-koşula değiniyor. Aktarayım:

“Günümüz faşizminin muhalifleri, olmaması gerekenin olması karşısında yurttaş ve hatta insan olmanın utancı içinde. Egemenlerin utanmazlığı karşısında utanan, buna nasıl izin verebildiklerini sorarak kendilerine öfkelenen insanlar topluluğu... Eyleme konu olmadığı sürece sonuç vermez elbette. Ama duygudaşlarının elleriyle birleştirmek, umuda geçişin başlangıcı olacaktır.”

Necmi Erdoğan, haklı olarak, “faşizme karşı eylem” tartışmasına girmiyor. Eylem, “sermayenin sınırsız iktidarına karşı halkın mücadelesinin” örgütlenme, yürütülme alanıdır. Yazısının sınırlarını aşmaktadır.

Günümüz faşizminin özellikleri

Necmi Erdoğan’a göre, “günümüz faşizmi, devlet aygıtları yoluyla yukarıdan aşağı inşa edilen” süreçler içinde anlaşılabilir.

Yazısı, bu süreçlere ilişkin örnekler içeriyor. Bunlar, çelişkiler, gösterisellik, mikro faşizm, duygu siyaseti, endişe ve denetim rejimi başlıkları altında anlatılıyor.  Bu gezintiden aşina gelecek birkaç örnek vermekle yetineceğim.

Günümüz faşizminin iktidar söylemi içsel çelişkilerle doludur; tutarsızdır. Ama bu durum bir zafiyet değil, bir güç kaynağıdır. Zira tabanının, seçmenlerinin, hatta “toplumun  önemli bir bölümünün benzeri çelişkilerle malul olması, günümüz faşizminin hayat bulmasını sağlar.”

Bu avantaj, toplumsal ilişkilere yerleşmiş bir dizi yozlaşmayla da açıklanabilir. Aktarıyorum: “Faşist devlet büyük ve merkezî bir kara delik; gündelik hayatta üreyen mikro faşizmler de küçük kara deliklerdir ve faşist devletle rezonans halindedir. İşyerinde faşizm, mahallede faşizm, trafikte faşizm, toplumsal cinsiyet ilişkilerinde faşizm... Çete mantığıyla işleyen sermaye grupları veya cemaatler... Sokakta veya internette bir anda toplaşıp cezayı infaz eden linç rejimleri...”

Bu acımasız betimleme gerçekçidir. Bunların yaygınlığının, günümüz faşizminin belli ölçülerde yerleştiği dönemlerle sınırlı olduğunu düşünüyorum. Her birinin öncesinde, halk sınıflarının örgütlülük düzeyinin ve demokrasi kültürünün çok daha güçlü olduğu “altın çağlar” yaşanmıştı. “Mikro faşizmler”in marjinal kaldığı dönemler…

Yazı, günümüz faşizminin, klasik faşizmi andıran bir kitle örgütlenmesi peşinde olmadığını vurguluyor. “Sözgelimi kayda değer bir gençlik örgütlenmesi yoktur. Kalabalık etkisi yaratacak olan fotomontajlar daha önemli. İhtiyaç hissettiği anlarda kitlenin içinden paramiliter öbekler yaratıp işe koşar; bunlar da dağınık özellik taşır; onları manipüle etmeyi bilir.”  

Günümüz faşizmi, hem seçmenler, hem de gerektiğinde kullandığı “öbekler” içinde emekçi sınıflardan, “dağınık, manipüle edilebilen” destek sağlamıştır. Necmi Erdoğan’a göre bu durum, “bu sınıfların uzun zamandır çeşitli yalıtıcı hegemonik etkilere maruz kalmış olmaları ve onlara gerçek bir kolektif yüz kazandıracak bir muhalif öznenin yokluğu ile açıklanabilir.”

Burada da, “altın çağlar”ın örgütlü sınıf muhalefetlerini çökertmiş olan (12 Eylül gibi) “hegemonik şoklar” önem taşıyor.

Liderlik, faşizme tam geçiş…

Necmi Erdoğan, günümüz faşizminin “bir lidere indirgenemeyeceğini” ileri sürüyor.  Bence yanılıyor. Bu faşizm, derli toplu bir ideolojiden, programdan, ütopyadan yoksundur; ama kalabalıklarla bağlarını sağlayan, en azından sembolik bir lidere gereksinim duyar.

Nitekim, yazıda da bu gereksinime, 19’ncu yüzyılın ortalarına dönerek işaret ediliyor. Marx’ın Onsekizinci Brumaire’inde Louis Bonaparte için kullandığı “kahraman rolünü oynayan grotesk vasatlık”, günümüzün faşizmi için de geçerli bir lider niteliğidir. Liderin kahramanlık rolünün karşılığı, takipçisinde de vardır: “Kendini davayı cansiperane savunmuş gibi göstererek maddi çıkar sağlayan küçük adam…”

Necmi Erdoğan’a göre, “günümüz faşizmi  'ütopik işlev'e esasen sahip değildir. ‘Yeniden kendimiz olmak’ gibi bir fanteziyi dillendirse de bu, kendisinin bile ciddiye almadığı bir fantezidir.”  

Ütopya yokluğu, bir “düşman” icat edilerek kapatılmalıdır. Özellikle, “sermayenin sınırsız tahakkümü”nün halk sınıflarında yarattığı çöküntünün, birikmiş tepkilerin yöneleceği bir hedef… Bu “hedef””, kapitalizm ve sermaye dışında bir “suçlu” olmalıdır. Ülkeye göre değişir. Seçkinler, bölücüler, komünizm, Çin, göçmenler, AB, dış güçler, laikler, Siyonistler, Müslümanlar…

Günümüz faşizmi ile Louis Bonaparte’ın 1850 sonrasında Fransa’da oluşturduğu rejim arasındaki benzerlikler, bence klasik faşizmden daha yakındır. Kitle tabanı ve düzensiz baskı yöntemleri açısından…

Yazıda günümüz faşizminin bu düzensiz, tutarsız baskı yöntemlerine örnekler veriliyor: “Zindana atmadıklarını açık havada nefessiz bırakır. Muhaliflerin partisini kapatmaz ama kadrolarını hapsederek etkisizleştirir. Muhalif gazeteleri topyekûn yasak getirmeden kadrolarını tutuklayarak, cezalarla yaşayamaz hale getirir. Toplantı özgürlüğü vardır fakat serbestçe yapılan bir toplantının suç teşkil etmesi mümkündür.”

Günümüz faşizmi, iktidarını henüz sürekli kılamamıştır; bu arayış içindedir. Yıldızoğlu bu arayışa “süreç olarak faşizm…” diyor. Nihaî yöntem bulununca faşizme geçiş tamamlanacaktır.

Bizdeki son anayasa girişimi, bu geçiş yöntemi midir? Yoksa, muhalefetin fiilen etkisizleştiği, kalıcı iktidarın bu sayede sağlandığı “yumuşak geçiş” mi yeğlenecektir?

Günümüz faşizmi iktidara niçin geldi?

Necmi Erdoğan, doğru bir tespiti eksik bırakıyor; bu nedenle günümüz faşizminin sınıfsal işlevine yeterince ışık tutmuyor.

Aktarıyorum: “Günümüz faşizmini özgül kılan temel bir özellik devrimci hareketin yarattığı tehlikeden beslenmiyor oluşudur.”

Klasik faşizme ilişkin tespit doğrudur: Bolşevik devriminin yarattığı ortamda işçi sınıfının iktidara gelme seçeneğini önlemek; yani kapitalizmi “kurtarma” işlevini faşizm üstlendi.

Günümüz faşizmi de, her seferinde, egemen sınıfların kapitalizm açısından tehlikeli gördüğü devrim-dışı bir tehdidi önlemek üzere iktidara gelmiştir. Aradaki fark, 20’nci ve 21’nci yüzyıl kapitalizmlerinin “tehdit” algılamaları ile ilgilidir.

ABD, Britanya, Brezilya, Hindistan örneklerinde faşistlere iktidar kapısını açan sınıfsal etkenleri zaman zaman inceledim. Bunlar Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (İmge, 2015; yeni baskı 2021) başlıklı bir kitapta yer alıyor.

Türkiye de aynı senaryoya uyan, uzun bir öyküdür. Sürekli anlatıyor; tartışıyoruz.