Karşımızdaki Filistin sorunu filan değil, Hamas ya da Hizbullah sorunu hiç değil, İsrail sorunu. Emperyalizmin belini kıramazsak Büyük İsrail Sorunu’nu çözebilmemiz mümkün olmayacak.
Yukarıdaki başlığı birçok farklı biçimde ifade edebilirsiniz. İsrail Büyük Sorunu, Büyük Sorun İsrail, Sorun büyük: İsrail vs.. Başlığın kastettiği İsrail’in Tevrat’a atıfla büyüme planları değil. Bu da “Büyük Sorun”un bir parçası elbette ama iş bununla bitmiyor.
Bölgede sorun çok. Meşruiyeti tartışmalı rejimler, insan yerine konmayan devletli, devletsiz halklar, küresel iklim düzensizliğinin bölgeye yansımaları, bunların da en başında su kıtlığı, hızla kirletilen ve yaşanmaz hale gelmesi an meselesi olan doğal çevre vs..
Ortadoğu sorunu üst başlığının altında sıraladığımız meselelerden son 80 yıllık dönemde en çok meşgul olduğumuz, tartıştığımız konu ise Filistin. Filistin sorunu aşağı, Filistin sorunu yukarı. Çeşitli kesimlerin çözüm aradığını iddia ettikleri, salt uluslararası düzlemde değil, ulusal ölçeklerde de yoğun çekişme konusu olan bir sorun.
7 Ekim 2023 sonrasında ortaya çıkan tabloya şöyle bir göz attığımda ilk aklıma gelen sorunun adını yanlış koyduğumuz, bir başka deyişle teşhiste hata yaptığımız sürece tedavinin, çözümün mümkün olmayacağı. O halde en sona bırakmadan adlandırmakta yarar var. Karşımızdaki Filistin sorunu filan değil, Hamas ya da Hizbullah sorunu hiç değil, İsrail sorunu. Büyük İsrail Sorunu.
Büyük İsrail Sorunu’nun kökeninde ise emperyalizm var. Emperyalizmin belini kıramazsak Büyük İsrail Sorunu’nu çözebilmemiz mümkün olmayacak. Bu cümleyi en üste yazıp altını iki kez çizdikten sonra son gelişmeleri ele alabiliriz.
Hafta içinde bölge ve belki de dünya yine büyük ölçekli bir savaşın eşiğine geldi. Tehlike geçmiş de değil. İsrail sekiz saat içinde iki farklı ülkede iki suikast düzenledi. O arada Suriye’ye mutat saldırılarına da devam etti. Orada ilginç bulduğum bir ayrıntı da var. Bölge faunasının artık bir parçası haline gelen cihatçı örgütler Suriye’de iki noktada (Nahta ve Hoş Arab) yönetimin kontrol noktalarına karşı saldırılar gerçekleştirirlerken İsrail de aynı anda Suriye’ye yönelik hava saldırıları yaptı.
Bölgeyi izleyen herkesin bildiği ama çeşitli sebeplerle nadiren dile getirdiği bilinen bir gerçek var. IŞİD, El Nusra, El Kaide gibi kelle kesici çeteler bölgedeki her ülkeyi bir şekilde hedef alıyorlar ama ne hikmetse İsrail’e hiç dokunmuyorlar. Aksine yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi İsrail’le koordine saldırılar gerçekleştiriyorlar. O saldırıyla ilgili paylaşım yapan ABD’li Charles Lister Washington merkezli MEI’nin (Middle East Institute - Ortadoğu Enstitüsü) bir yetkilisi. MEI’nin sitesinde Enstitünün amacı “ABD ve Ortadoğu halkları arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi” şeklinde aktarılıyor. Lister daha çok Suriye “üzerinde” çalışıyor. Birkaç haftadır kendi kurduğunu söylediği syriaweekly.com isimli bir internet sitesini de yönetiyor. Mister Lister Suriye’deki son çatışmaları ve İsrail’in hava saldırısını aktardığı mesajı şu parlak zekâ ürünü denklemle bitiriyor: Esad=Kaos.
İnsanda biraz utanma olur. İsrail’in akla gelebilecek her türlü haydutluğu yaptığı, soykırım gerçekleştirdiği bir sırada, Suriye’de İsrail çıkarlarına hizmet ettiğine kuşku bulunmayan cihatçıların, İsrail’le birlikte yaptıkları saldırılardan Esad’ın sorumlu olduğu anlamına gelecek bir sonuç çıkartmak en hafif deyimle alçaklığa yeni bir boyut getirmek olarak tarif edilebilir. İsrail bir yandan bir soykırım yürütürken, Filistinli tutsaklara tecavüz özgürlüğünü kamuoyu önünde Tevrat’a referansla, insan hakları diye yeri göğü inleten ABD ve müttefiklerinden gık çıkmadan savunabilmekte, bir dünya savaşına kadar gidebilecek süreci başlatmak için siyasi cinayetler işlemekte ancak ABD’nin bölgeye layık gördüğü ileri zekâlılara göre, Esad sözcüğü kaos anlamına gelmektedir. Bu riyakârlık şahikası, içinde yaşadığımız Büyük İsrail Sorununun önemli kanıtlarından biridir.
İsrail’in bu haftaki marifetleri Türkiye’de de alıştırıldığımız ama asla alışmamamız gereken tarzdan tepkilere yol açtı. Bir tarafta Akepe’nin İhvancı çekirdeğinin hıçkırıkvari hareketlerini izledik. Dövündüler, tepindiler, ihtimaldir ki samimiyetle üzüldüler ama aynı tepkileri vermeyenleri tehdit etmeyi de ihmal etmediler. Şu nüansı da hatırlatmakta fayda var. Akepe’nin bu çırıpınışları özellikle Hamas’ın siyasi lideri Haniye içindi. Direniş ekseni denen ittifak içinde en azından şimdilik aynı tarafta görünen Hizbullah’ın komutanı Fuat Şükür’ün öldürülmesi ise aynı ölçüde “sarsıntı” yaratmadı Akepe çevrelerinde.
Haniye’nin kendisine devlet diyen büyük bir sorun tarafından suikastla ortadan kaldırılması sonrasında ilan edilen bir günlük yas, camilerden okutulan selalar, kıldırılan gıyabi cenaze namazları Akepe açısından pek de parlak iç siyasi sonuçlar doğurmadı. Erdoğan kabinesinin üyesi o namazlardan birinden resmen kovalandı. Kamuoyunun geniş kesimleri ise “bize ne” ile “iyi olmuş” arası bir ruh hali içine girdiler.
Bu tabloda İsrail’in Türkiye’deki geleneksel etkisi, Arap düşmanlığını göçmen karşıtlığıyla harmanlayan yaygın anlayış ve her nedense laiklik ile İsrail destekçiliğini özdeşleştiren çarpık düşünce yapısı kadar, konuya dinsel dayanışma ekseninde bakan muhafazakâr kesimlerin en azından bir bölümünün Akepe’nin Filistin konusundaki “samimiyeti”ni hiç inandırıcı bulmaması da rol oynadı bana kalırsa.
Erdoğan yönetimi ise bu PR hezimetinin acısını, sosyal medyadan, Anayasa Mahkemesi’nden ve muhalefetten çıkartmaya çalışıyor. Bununla birlikte, başarılı olduğu noktalar da var. Birincisi, halkın her geçen gün artan ve daha da şiddetleneceğine kuşku bulunmayan geçim sıkıntısını bir süreliğine de olsa gündemin arka sıralarına ittirmiş oldu. İkincisi, nüfusun önemli bir bölümü tarafından, salt çiçek böcek paylaşmak için değil ticari maksatla da yoğun şekilde kullanılan bir sosyal medya mecrasını da keyfi bir kararla kapatarak güç gösterisi yaptı. Üstelik bu kadar hukuksuzluğa karşı memlekette tek yaprak kıpırdamadığını da göstererek iktidarından sebeplenen “yandaşlarına güven, mızmızlananlara ise gözdağı” vermiş oldu.
Şu notu da düşeyim. Bu konuyla ilgili olarak Akepe’nin “iş/ticaret iklimini bozduğu için çok oy kaybedeceğine” dair yorumlara da denk geldim. Erdoğan rejiminin en azından önümüzdeki birkaç yıl o türden bir kaygısı olmayacağını düşünüyorum.
Haniye suikastının ardından İran ile İsrail arasında yükselen ve aslında hâlâ devam eden gerilimin Türkiye’de yorumlanma biçimi de başka acıklı manzaralara sahne oldu. Savaş tehlikesinden bahsedilen geçen cuma gecesi ana muhalefetin yarı resmi kanalındaki tartışma programında bir ceza avukatının uzun ve detaylı “jeopolitik” analizlerine maruz kaldım. Böylelikle aslında dış politikanın da, tıpkı hayatında uzaktan bir top görmüş herkesin uzmanı olduğu futbol gibi, dünyanın yuvarlak olduğunu ilkokulda öğrenmiş herkesin yorumlayacağı kadar basit, bilgi gerektirmeyen ve üç otuz paralık spekülasyona açık bir alan olduğu ortaya çıkmış oldu.
Bunun dışında, yorumcularının çoğunun cinayeti işleyen katilin öldürme yeteneğine duydukları hayranlığı dile getirmelerine, İran’ın “kâğıttan kaplan” olduğu gibi çok özgün tespitlerine tanık oldum. Benim o tespitlerde en çok eğlendiğim taraf, o müthiş stratejistlerin sıraladıkları İran’a dair zaafların neredeyse tamamının, başka bir ülkenin televizyon kanalında Türkiye için de rahatlıkla sayılabilecek olmalarıydı.
Bir diğer yaklaşım ise “aman biz bulaşmayalım” cümlesiyle özetlenebilir. Öyle bir olasılık yok ne yazık ki. Askeri/siyasi planda doğrudan müdahale edilmese bile, bölgede yaşanacak bir savaşın Türkiye’de yaşayanların ezici çoğunluğunun hayatını çok daha zorlaştıracağına emin olabilirsiniz. Kaldı ki o askeri ve siyasi planın tanımı Türkiye’nin taraf olduğu askeri/siyasi ittifak anlaşmalarında mevcut.
İşte bu yüzden, “yesinler birbirlerini’’ deyip ekran ya da telefon karşısında çekirdek çıtlatma lüksüne sahip değiliz.
Büyük bir İsrail sorunumuz var. Büyük bir emperyalizm sorunumuz var. Örgütlenerek bu sorunları çözmeden rahat yüzü görmek bir yana, hayatta kalabilme olasılığımız bile zayıf.