Bütçeler teknik belgeler olarak gözükebilir. Ama bu, işin sadece bir yönüdür ve görünen yüzüdür. Asıl olan, bu teknik hesapların ardındaki sınıfsal güç dengeleridir.
2025 Bütçesi yasa gereği 17 Ekim’de Meclis’e sunuldu. Bütçeye ilişkin verilerin tümü ortaya yeni çıkıyormuş gibi medya organları üzerine üşüştü. Övmek veya yermek için. Ama sanki bir buçuk ay önce, Eylül başında, Orta Vadeli Program (2025-2027) üç yıllık dönemi bütçelerinin makro verilerini hiç açıklamamış ve her şey yeni ortaya çıkıyormuş gibi bir curcuna yaşandı. Gündemin çok hızlı değiştiği Türkiye’de ve veri akışının çok hızlandığı zamane dünyasında, belleklerin kısa ömürlü olması anlaşılır bir şey. Ama tam da bunu hesaba katarak biraz daha araştırmacı ve dikkatli olunamaz mı?
İktidarın güdümü dışında kalan televizyon kanallarında ve yazılı medyada, en çok üzerinde durulan konular da Cumhurbaşkanlığı ile Diyanet bütçeleri, Cumhurbaşkanı maaşı ve artış oranı, araç alımlarına/kiralanmasına ayrılan ödenekler, Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri için bütçeye konulan ödenekler… oluyor. Bunların çoğu, halkın ilgisinin buraya dönük olması nedeniyle gündeme getirilen konular. Hepsi içinde en önemlisi kuşkusuz KÖİ için ayrılan ödenekler, bunların deşifre edilmesi ve ayrıntılandırılması, geleceğe yönelik yüklerinin vurgulanması önem taşıyor.
Bu kalemler, KÖİ ve Diyanet hariç, bütçe büyüklüğü yanında küçük kalan ödeneklerden oluşuyor aslında. Diyanet bütçesinin çeşitli bakanlıkların bütçelerini aşması da her yıl en çok vurgulanan konulardan birini oluşturur. Geçenlerde bir televizyon kanalında “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bütçesini kısmak için imam ve müezzin sayılarını azaltmak gerekir” deyince belirli bir şaşkınlık oluştuğunu gördüm. Çünkü sanki Diyanet’in lüks makam aracı ve ağırlama giderleri gibi nedeniyle bütçesinin çok şiştiği gibi izlenimler var. (Bunların olmadığını ve üzerine gidilmemesini kastetmiyorum; üstelik bunların bir bölümünün Diyanet Vakfı üzerinden yapıldığını da unutmadan). 2025 Bütçesinde Diyanet’in personel ödenekleri toplamı 124 milyar TL olup 130 milyarlık toplam ödeneğinin yüzde 95,3’ünü oluşturur. Demek ki sorun, şişkin Diyanet kadrolarında. Bu da meseleyi siyasi tercihlere yani siyasi boyuta taşır. Diyanet’in arka bahçesini oluşturan İmam Hatiplerin Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi içinde yer aldığını da dikkate alırsak, siyasi düzlemin önemi daha da belirginleşir.
Merkezi Yönetim Bütçesi
Bütçelere ilişkin bir başka mesele de kamu kesiminin boyutlarını tam görebilmek için Merkezi Yönetim Bütçesi (MYB) dışına da çıkabilmek gerektiğidir. Ama biz öncelikle MYB 2024 ile 2025 yılları MYB verileri üzerinden gidelim. Bu açıdan bakılırsa, 2024 yılı başlangıç (program) ödenekleri ile gerçekleşme tahminleri (GT) arasındaki farklar dikkati çekicidir. Sorun şu ki, içinde bulunulan yıl için OVP’de sadece gerçekleşme tahmini verileri sunuluyor, dolayısıyla programlanan ile gerçekleşenler arasındaki farklılığı açıklama zahmetine girişilmemiş oluyor. Ama bu bir “zahmete girip girmeme” meselesinden ibaret değil. TBMM’nin onayıyla programlanan harcama ve gelir tahminlerinden önemli sapmalar gösterilmemiş oluyor, yani yasama organının bütçe hakkına tecavüz perdeleniyor. Bütçe açısından bakılırsa, çizelge-1’de görüldüğü üzere, 2024 yılında programlanan harcamaları 124 milyar TL aşan bir gerçekleşme tahmini (bu hala bir yakın tahmin, ancak yıl tamamlandığında gerçek sayıyı öğrenebileceğiz) varken, gelirlerde ise bu fark 628 milyar TL’ye çıkmaktadır (vergi gelirlerinde sadece 198 milyar TL artı fark vardır); dolayısıyla bütçe açığı da tahminlerin altında çıkmaktadır. Bütün bunlar için yıl sürerken Meclis’in izni yeniden alınmamakta (yani Ek Bütçe çıkarılmamakta), milletimizin ve onun siyasi ve sendikal örgütlenmelerinin bu konuya duyarlı olmadığına güvenilmektedir. Gerçekten de bütçe hakkına tecavüzler her yıl tekrarlanmakta ama bu ne milletvekillerinin çoğunun ne de onlara vekaleti veren necip milletimizin umurunda olmadığı için, manşetlere çıkmadan sessizce geçiştirilebilmektedir. AKP iktidarı da “gereksiz” tartışmalarla milletvekillerinin değerli zamanının boşa harcanmaması için elinden geleni (başlangıç tahminleri üzerine şal örtmeyi) esirgememiş olmaktadır!
Çizelge-1’in diğer bir sonucu, GSYH’ye oranla bütçe harcamalarının payının giderek gerilemekte oluşudur. 2024’te programlananın üzerinde bir harcama yapılmış olsa da, gelirlerdeki program dışı fazlalık daha fazla olacaktır. Dolayısıyla bütçe açığı, faiz dışı denge de dahil, beklenenin oldukça altında gerçekleşmiş olacaktır. Gerçi 2023 yılında bütçe harcamaları/GSYH oranının yüzde 25,8 olarak gerçekleştiği dikkate alınırsa, 2024 yılı gerçekleşme tahmini (yüzde 25,4) çok büyük bir değişiklik gibi durmamaktadır. Ama şu bir vakıadır: 2022 yılına kıyasla seçim yılı 2023’teki çok yüksek artış (bütçe harcamaları/GSYH: 2022 %19,6 >> 2023 %25,8), 2024’te dizginlenebilmiş gözükmektedir.
Harcamalarda asıl daralmanın ise 2025 için programlandığını kolayca görebiliriz. OVP 2026 ve 2027 verilerine girmiyoruz, çünkü tahminlerin isabeti genelde zayıftır, ama bir eğilim olarak izleyen yıllarda benzer seviyelerin korunacağını görüyoruz. Demek ki sıkı daralma (GSYH’ye oranla yüzde 1,5) 2025’te gerçekleşecektir. Nitekim faiz dışı dengenin (faiz harcamaları hariç tutulduğunda bütçe gelir-gider farkının) 2025’te pozitif alana geçeceğinin umulması da bununla bağlantılıdır. “Bütçe politikasının yeterince dezenflasyonist olmadığı” görüşünde ısrar eden liberal iktisatçılar, herhalde artık tatmin olabileceklerdir, çünkü 2025 bütçesi verileri maliye politikasının iyice sıkılaştırılacağına işaret etmektedir. Bu verilere göre milletin 2024’ü arayacak duruma geleceği şimdiden söylenebilir…
Genel devlet dengesi
Genel devlet dengesine ilişkin çizelge-2’deki veriler, sıkı maliye politikalarının daha geniş ölçekte uygulanacağının habercisidir. Genel devlet büyüklüğü denilince, Merkezi Yönetim Bütçesine ek olarak, yerel yönetimler, sosyal güvenlik kuruluşları, genel sağlık sigortası, fonlar, döner sermayeler ve işsizlik Sigortası Fonu da hesaba katılmaktadır. Bunların arasında Merkezi Yönetim Bütçesi yüzde 78’lik ağırlıkla kuşkusuz en önemli olanıdır. Genel Devlet açısından bakılırsa, 2024’ten 2025’e daralmanın çok daha sıkı tutulacağı (GSYH’ye oranla yüzde 2,5) görülmektedir. Bu durum faiz dışı dengenin çok daha büyük bir fazla vermesinden de anlaşılmaktadır. Demek ki Merkezi Yönetim Bütçesi dışındaki sıkılaştırma daha önemli olacaktır. Burada da asıl daralma 2025 yılına özgüdür, izleyen yıllarda bu eğilimin çok yavaşlayacağı öngörülmektedir.
Buraya kadarki saptamaları doğrulayan bir başka gösterge de, yıllık ortalama enflasyon verisine yakın bir düzeyi gösteren GSYH deflatörüne bakarak elde edilebilir. 2025 yılı deflatörü yüzde 33,9’dur. Harcamalar hem Merkezi Yönetim Bütçesi hem de Genel Devlet açısından bakıldığında bu düzeyin altındadır yani reel olarak geriletilmektedir. Buna karşılık gelirler her iki düzey için de deflatörün üzerindedir yani reel olarak artmaktadır. Dolayısıyla açıklar küçülmektedir hatta faiz dışı denge fazlaya dönmektedir...
Bu bize bir başka ipucunu daha vermektedir: Emek kesimi 2025 yılı ücret pazarlıklarını yüzde 17,5 yıl sonu TÜFE’si üzerinden değil, yüzde 33,9 civarında gerçekleşecek ortalama enflasyon üzerinden yapmalıdır.
Sonuç
Bütçeler teknik belgeler olarak gözükebilir. Ama bu, işin sadece bir yönüdür ve görünen yüzüdür. Asıl olan, bu teknik hesapların ardındaki sınıfsal güç dengeleridir. Çubuğu emeğin çıkarlarından yana bükebilmek için, emek-sermaye mücadelesinin ilk bölüşüm aşamasından ötesine bakabilmek gerekir. Bütçeler ikincil bölüşüm ilişkilerinin aynasıdır; hem gelirler/vergiler hem de harcamalar yönünden. İkincil bölüşüm aşamasının merkezinde devlet vardır; emekçi sınıfların siyasete ve devlete ağırlık koyma zorunluluğu da buradan kaynaklanmaktadır. Yoksa hep kaybedenler safında yer alacaklardır. O halde bütçe müzakereleri tam da şimdi sınıfı göreve çağırmaktadır!