'Hile ancak AKP’nin “olağanüstü” bir rejim inşa etmesi hakikatinin içerisine yerleştirildiğinde bir anlam kazanmaktadır; tek başına herhangi bir açıklayıcılığı yoktur.'

14 Mayıs seçimlerinin 'olmayan barut'u

Rivayete göre Napolyon yenildiği bir savaş sonrası komutanlarından yenilginin nedenlerini sıralamalarını istemiş. Komutanlarından biri “her şeyden önce yeterince barutumuz yoktu” deyince, “kâfi” demiş ve diğer nedenleri duymaya gerek görmemiş.

14 Mayıs seçimlerinin “olmayan barut”u nedir peki, yenilginin ana nedeni, esas nedeni nedir?

Bu neden AKP’nin “olağanüstü” karakterinin yirmi yıldır ısrarla görmezden gelinmesidir. AKP sıradan bir parti, AKP hükümeti de sıradan bir hükümet değildir; AKP rejim inşa eden bir partidir, AKP hükümeti de hükümet-devlet ayrımını silikleştiren bir hükümettir.

AKP devletin bütün kurumlarını kontrol eden, kuvvetler ayrılığını askıya alan, anayasayı kafasına göre ekip bükebilen, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetmediği yerde yasa yapımı için Meclis’i devreye sokacak sayısal çoğunluğa sahip, kendi sermayesini ve medyasını yaratmış, istihbarat ve güvenlik aygıtını kendi rejimine uygun hale getirmeyi başarmış bir partidir.

Ancak mesele sadece bu değildir; AKP bir örgüttür, bir teşkilattır. Kolları memleketin en ücra köşelerine kadar ulaşır; ilçede, semtte, mahallede, kasabada, köyde örgütlüdür. Bu ise sadece siyasi bir örgütlenmeye tekabül etmez; söz konusu olan belediyeler, vakıflar, tarikat ve cemaatler üzerinden devasa bir sosyal dayanışma ağının da kurulmuş olmasıdır.

Velhasıl AKP makro ve mikro iktidarı kontrol eden, yarattığı iktidar mekanizmaları üzerinden kitlesinin desteğini devam ettirebilen, oyu ve hegemonya inşa etme kapasitesi giderek azalsa da, bunu sınırlayabilen, durdurabilen ve tüm bu kapasitesini seçimlere yansıtabilen bir partidir.

14 Mayıs seçimlerinde hile yapılmış mıdır peki? Yapılmış olabilir ama dengeleri toptan değiştirecek şekilde yapılmış mıdır, asıl soru budur. Bu yazı yazılırken sosyal medyaya düşen hile ve usulsüzlük haberleri giderek yoğunlaşmakta, ülkenin dört bir yanından karşılaştırmalı sandık tutanakları ve YSK’daki sonuçlar gelmektedir ama bunların toplamı ne kadardır, sonuçlara etkisi nedir henüz tam olarak bilinmemektedir.

Esas mesele ise devletleşmiş bir parti olarak AKP’nin seçimlere elinde tuttuğu makro ve mikro iktidar mekanizmalarıyla girmesi, maça daha baştan 10-0 önde başlamasıdır; üstelik üç dönem kuralı, seçim yasasının değiştirilmesi vb. örneklerde görüldüğü üzere AKP oyunun kurallarını da yine kendisi belirlemekte, hem oyuncu hem hakem rolünü üstlenmektedir.

Hal böyle olunca hile seçimi kazanma stratejisinin daha az önemli bir parçasına dönüşmektedir; AKP ihtiyaç duyması halinde bunu yapacaktır ve yapabilmektedir ama esas olarak elinde bulundurduğu devlet olanakları ve kurduğu iktidar mekanizmaları kendisine seçimi kazandırmaktadır. Eğer hile yapılıyorsa bu da hile yapabilecek güce sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla hile ancak AKP’nin “olağanüstü” bir rejim inşa etmesi hakikatinin içerisine yerleştirildiğinde bir anlam kazanmaktadır; tek başına herhangi bir açıklayıcılığı yoktur.

3 Mayıs günü bu köşede yazdığım “Hile” adlı yazıya şöyle başlamıştım:

"Türkiye tarihinin en kritik ve en öngörülemez seçimlerinden birine artık sadece günler kaldı. En kritik, çünkü 20 yıllık rejimin yoluna devam edip edemeyeceği bu seçimin neticesinde belli olacak. En öngörülemez, çünkü 20 yılın sonuna gelmiş olmamıza rağmen ve pandemi, deprem, ekonomik kriz gibi son derece yıkıcı sonuçlar yaratan hadiseler yaşadığımız halde seçim sonuçlarına dair kesin bir şey söyleyemiyoruz, birtakım net öngörülerde bulunamıyoruz."

Bu öngörülemezlik sandıklarda doğrulandı; neredeyse bütün anket sonuçlarında Kılıçdaroğlu önde görünürken Erdoğan 49.5 oy oranına ulaşmayı başardı. Peki bu nasıl oldu? Basitçe hileyle mi ulaşıldı bu orana? Yine aynı yazıdan bir paragraf daha paylaşıyorum:

"Bugün gelinen noktada iktidarın yaşadığı yorgunluk muhalefetten sistematik bir şekilde yediği yumruklardan, onun tarafından yıpratılmış, zayıflatılmış olmasından değil 20 yıllık iktidar yorgunluğundan, kendi tercihlerinden ve çelişkilerinden kaynaklanıyor. Bu da o yorgunluğun oy oranlarını iktidarı kesinkes götürecek bir seviyeye indirmemesini beraberinde getiriyor, iktidar partisi zayıflıyor ama dağılmıyor, yıpranıyor ama ayakta kalmaya devam ediyor.

Hal böyle olunca iktidar seçimlere bütün gücüyle asılıyor, oy oranını seçimi kazanabilecek bir seviyeye yükseltme ihtimali zayıf olsa da seçime muhtemel müdahalesinin meşruiyetine hizmet edecek bir oy oranına ulaşmanın hesaplarını yapıyor. Yani % 45’in üzerinde alınacak her oyun seçim sonuçlarını tanımama, seçime hile karıştırma, sandıklara müdahale etme gibi birtakım işlerin “arkamızda milli irade var” denilerek meşrulaştırılmasının önünü açacağı düşünülüyor."

Mesele, muhalefetin AKP iktidarının “olağanüstü” karakterini görmekten kaçınması, onunla asla cepheden bir yüzleşme ve mücadeleye girişmemesi, onu gerçek anlamda hiç yormaması, yıpratmaması, “serbest seçimler” illüzyonunu devam ettirmesidir. Bunların yokluğunda AKP’nin oyları yüzde 30’ların, Erdoğan’ın oyları ise yüzde 40’ların altına bir türlü düşmemekte, iktidar da rahatça seçim günü ve akşamına her türlü yığınağı yapabilmektedir. Muhalefet, iktidarla cepheden bir yüzleşmeye girişmediği için partinin tabanı çözülmemekte, kitlesel bir kopuş yaşanmamakta, parti içi bir hizip ve klik kavgası ortaya çıkmamaktadır. Durum böyle olunca AKP’nin eli kolaylaşmakta, birtakım manipülatif hamlelerin de desteğiyle seçimler kazanılmaktadır.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar arasında AKP’ye “haddinden fazla bir güç” atfettiğimi, abarttığımı düşünenler olabilir ve buradan da bir umutsuzluk, bir karamsarlık hissi doğabilir. Hayır, böyle bir niyetim yok elbette; ancak hakikatin görülmesi gerekiyor.

Önümüzdeki 12-13 gün boyunca öncelikli görev sandığa asılmak, halkın AKP’yi gönderme iradesiyle buluşmaya devam etmek, oyları koruyan, sandık güvenliğini sağlayan bir tutum sergilemektir doğru ama eğer AKP ikinci turdan da başarıyla çıkarsa, 28 Mayıs sonrası bütün bir denklemin yeniden kurulması gerecektir.

Eğer 21. yılın sonunda karşımızda öyle ya da böyle yüzde 49.5 oy alabilen bir isim varsa, bütün bir siyasal stratejinin değiştirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. AKP’nin rejim inşa eden, devletleşmiş bir parti olduğunu görmek ve “olağanüstü” karakterine vurgu yapmak, onun karşısında izlenecek stratejinin de “olağanüstü” bir karakter taşımasını gerektirir. Bu olağanüstü karakter ise ancak seçim sandığının, Meclis kürsüsünün ötesine uzanan bir anlayışla, yeni bir toplumsal muhalefet dalgasının yükseltilmesiyle, yeni bir halk hareketinin inşasıyla söz konusu olabilecektir.

Türkiye’nin önünde herhangi bir şekilde istikrarlı bir dönemin açılması mümkün değildir ve düzenin krizi şiddetlenerek derinleşme potansiyeli taşımaktadır. Bizim işimiz bu kriz potansiyeline müdahale edecek bir öznenin yaratılması için kolları baştan sıvamak, yeni ve etkili araçlar bulmak, etkili iletişim kanalları açmaktır. Devamı ise nasıl olsa gelecektir.