Yolsuzluk algısındaki yükselme ne anlama geliyor?

'Son yıllardaki yolsuzluk algısındaki hızlı yükselişi, ülkeyi yöneten AKP’li kadroların hızla itibarsızlaştığı biçiminde yorumlayabiliriz. Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2015 yılında yayımlanan Raporunda, AKP’ye oy verenlerin yaklaşık 3/4'ünün Türkiye’de yolsuzluğun düştüğü ya da en azından aynı kaldığı görüşünde olduğu bulgusuna yer verilmiştir. Bu bulgudan yola çıkarak AKP’nin “…

Kadir Sev

Uluslararası Şeffaflık Örgütü geçtiğimiz günlerde 2019 Yolsuzluk Algı Endeksi Raporunu yayımladı.

Raporun temel vurgularına kısaca göz atalım:

Türkiye 2019 yılında 180 ülke arasında 39 puanla 91’inci sırada yer aldı. 2018 yılında 41 puan ile 78’inci sıradaydı. 

Yolsuzluk Algılama Endeksi sıralamasında özellikle 2013 yılından bu yana dramatik bir düşüş yaşanıyor. Türkiye, 2013-2019 yılları arasında 11 puan yitirdi ve sıralamada 38 ülkenin gerisine düştü.

2019 yılında 36 OECD ülkesi arasında sondan 2’nci; G20 arasında sondan 4’üncü oldu. 2013 yılında Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri grubunda 1’inci sıradaydı, 2019’da 5’inci olabildi.

Raporda hızlı düşüşün nedenleri şöyle sıralanıyor; “gücün otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanması, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerine yönelik ihlaller, kamu kurumlarının, özellikle de denetleyici ve düzenleyici kurumların etkisini ve işlevini yitirmesi, meclisin denetleme ve hesap sorma gücünü kaybetmiş olması bulunmaktadır. Politika geliştirme ve karar alma süreçleri gitgide daralan çevreler içinde yürütülmekte, katılımcılık ve halkın kararları etkileme gücü gittikçe azalmaktadır.”

Raporda; yolsuzlukla mücadele mekanizmalarının, başta denetim ve yargı olmak üzere, etkisizleştirildiği; yolsuzlukla ilgili suçlar için kamu idarelerince verilen kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararların oranının 2009 -2019 arasında %29’dan %45’e çıktığı belirtiliyor.

Kamu İhalelerine de özel bir önem atfedilmiş; Siyasetin yolsuzluktan finanse edildiğine işaret ediliyor. Kamu İhale Yasasında 200’e yakın değişiklik yapılarak şeffaflık, hesap verebilirlik, dürüstlük ilkelerinden uzaklaşılmış; istisna ve pazarlık yöntemlerine daha çok başvurulması sağlanarak rekabet ortamı ortadan kaldırılmış, ahbap çavuş ilişkisine alan açılmıştır deniliyor. Rapordan anlaşıldığına göre İstisna ve pazarlık yöntemiyle yapılan alımların oranı 2004 yılında %10’lar düzeyindeyken 2019 yılında %32’ye ulaşmış.

ÖLÇÜLEN YOLSUZLUK MU?

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, raporun adından da anlaşılacağı üzere ülkeler arasında yolsuzluk sıralaması yapmıyor; yolsuzluk algısını ölçüyor. Önceden belirlediği ölçütleri kullanarak yurttaşların ülkelerinde yolsuzluk yapılıp yapılmadığı konusundaki görüşlerini değerlendirip karşılaştırıyor. Ama yukarıdaki alıntılardan anlaşılacağı üzere, kişilerin sübjektif değer yargılarıyla yetinmiyor. Ülkelerin mevzuat ve uygulamaları da ölçümlere yansıtılıyor.

SİYASAL İKTİDARLARIN İTİBARI ÖLÇÜLÜYOR

Endeksin oluşturulması için kullanılan ölçütler, çoğunlukla sübjektif algılarını/yargılarını içeriyor. Bu nedenle ilgili ülkelerdeki siyasal iktidarların yurttaşları nezdindeki itibarlarını da gösteriyor.

Son yıllardaki yolsuzluk algısındaki hızlı yükselişi, ülkeyi yöneten AKP’li kadroların hızla itibarsızlaştığı biçiminde yorumlayabiliriz.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 2015 yılında yayımlanan Raporunda, AKP’ye oy verenlerin yaklaşık 3/4'ünün Türkiye’de yolsuzluğun düştüğü ya da en azından aynı kaldığı görüşünde olduğu bulgusuna yer verilmiştir. Bu bulgudan yola çıkarak AKP’nin “seçim başarılarını” daha fazla sürdüremeyeceği sonucuna varılabilir.

soL'A YOLSUZLUK DEĞERLENDİRMELERİ

Yolsuzluk sorununu Emperyalizmin mali ve düşünce kuruluşları da çok önemsiyor. Önlenmesi adına sağladığı kredilerle, projeler yürütülüyor, uluslararası sözleşmeler imzalanıyor.

 Onlar bu soruna, düzenlerinin sürdürebilirliğini sağlayabilmek amacıyla yaklaşıyorlar. Öylesine ki Yolsuzluk konusunu işleyen raporlarında 1 ABD Doları yolsuzluğun, yapacakları yatırımların verimliliğini ne kadar etkilediği hesapları bile yapılıyor.

Yolsuzluk sorununun doğru algılanmasını sağlamak amacıyla soL Portalda çok sayıda yazı yazıldı, haber yapıldı.

Aşağıda onlardan küçük bir seçkiye yer veriyoruz.

TÜRKİYE’DE YOLSUZLUK

29.11.2017

Uluslararası Şeffaflık Örgütünce 2015 yılında yayımlanan Paravan Şirketler Küresel Raporu’nda, başta ABD ve Çin olmak üzere G20 hükümetlerinin, sınır ötesi para aktaranların kimliklerini gizlemeyeceklerine söz vermelerine karşın, sözlerini tutmadıkları ve sırf bu nedenle her yıl 800 milyar ile 2 trilyon dolar arasında kara para aklanmasına yol açtıkları belirtiliyor.

Rapora göre; “New York, Tokyo, Şanghay ve Sydney gibi finans merkezlerini içine alan 8 G20 ülkesinde bankaların, paranın arkasındaki özel kişiyi bulamasalar bile işlemi tamamlamaları” yolsuzluğa ortam hazırlıyor. Bu nedenle de; “yolsuzluğa bulaşmış bir politikacının fonlarla bağlantısını gizlemek için basit önlemlere başvurması durumunda kamu hazinesinden çalınmış paralarla lüks bir malikane satın alması…” önlenemiyor.

Gelelim Türkiye’ye: Örgütün Türkiye’deki kolu Uluslararası Şeffaflık Derneği, 2016 yılında “Türkiye’de Yolsuzluk: Yasalar, Uygulamalar ve Riskli Alanlar” adlı bir Rapor yayımladı.

Raporda özetle şunlar yazıyor:

Büyük ölçekli politik yolsuzluklar giderek artıyor. Önceki yıllarda yapılan reformlarla hiç olmazsa “küçük çaplı yolsuzluklar” bir miktar azaltılabilmişti. Yolsuzlukla mücadele eylem planı 2016 yılında askıya alındı. Askıya alınması, mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelir. Yolsuzluğun gelecek yıllarda daha da artması beklenmelidir.

Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesine uyulmamaktadır. Ne yürütme ve yargı ne Sayıştay ne de teftiş kurulları kendilerini bağımsız hissetmektedir. Böyle bir ortamda yolsuzlukla mücadele stratejisinden söz edilemeyeceği açıktır.

Resmi tamamlamak için Rapordan küçük bir alıntı yapalım, Türkiye’de olan biteni çok güzel anlatıyor: “Hükümete yakın ve üst düzey yöneticilerle organik bağları bulunan şirketlerin kamu mal ve hizmet alımlarında sürekli boy göstermesi ve Türkiye ekonomisinin en önemli unsurlarından olan inşaat sektörünün aynı şirketlerin oyun alanı haline gelmesi bu bulguları doğrular niteliktedir.”

Böyle bir ortamda yolsuzluk devasa boyutlara ulaşır elbette. Lüks malikane gibi örnekler çerez kalır.

İnatla şu soruları sorup hesap vermelerini istemeliyiz:

Özelleştiriyoruz diye Cumhuriyetin 90 yılda biriktirdiklerini 70 milyar dolara sattılar. Hazine ve belediye topraklarını da satıyorlar? Satmalarını bir yana bir yana bırakalım; acaba gerçek değerleri neydi?

Milyar dolar tutarında kamu taşınmazlarını, yatırım yapsınlar diye, bir kişinin sözüyle yandaş şirketlere bedava veriyorlar. Söylediklerine göre “yatırımları”, terzi yöntemiyle desteklemeye başlamışlar. Yaptıkları işi, üzerine en uygun takım elbiseyi dikebilmek için terzinin prova yapmasına benzetiyorlar. Aslında yaptıkları şu: Devletle şirket karşılıklı oturuyor, ne tür teşviklerden yararlandırılacağına birlikte karar veriyorlar. Kapalı kapılar ardında yapılan provada acaba avantanın gündeme geldiği hiç olmuş mudur?

Otoyollara, köprülere verilen araç garantileri nedeniyle yüklenicilere her yıl milyarlarca dolar para ödeniyor. Böyle giderse Osmangazi, Yavuz Sultan Selim köprüleri ile Avrasya tüneli için sözleşme süresinin sonuna değin 50 milyar dolar ödeneceği hesaplanıyor. Neden böyle bir şeye başvurmuş olabilirler?

Milyarlarca lira tutarındaki kamu fonlarını kimseye hesap verme zorunda olmaksızın diledikleri gibi harcayabiliyorlar. Öyleyse neden ayrıca milyarlarca lira tutarında gizli hizmet ödeneği kullanıyorlar?

2014 yılında TIR’larla taşınan, ayakkabı kutularında saklanan dolarlar; Zencani’nin 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttım sözleri; bütün Dünyaya dinletilen ses kayıtlarıyla ortalığa saçılan yolsuzluklar…. Bunlar, FETÖ denilen bir bilinmezliğin üzerine atılıp unutturulmayı hak edecek düzeydeki iddialardan mı ibaretti?

Binali Yıldırım’ın oğullarının vergi cennetindeki yatırımları, denizciliğin gereği olarak nasıl sunulabilir?

Man adasında 1 sterlin sermaye ile kurulan bir şirkete 2011-2012 yıllarında Tayyip Erdoğan’ın oğlu, eniştesi, özel kalem müdürünün gönderdiği 15 milyon dolar tutarındaki parayı kimi AKP’liler olağan ticari işlem olarak açıklamaya çalışıyor, kimileri ise belgelerin sahte olduğunu öne sürüyor. Hangisi doğru?

Kamu İhale Yasasının maddelerinde yüzlerce değişiklik yapıldı. İhalelerin istenilen kişilere verilebilmesi şimdi çok daha kolay. Denetim kurumları, bu olanakların kötüye kullanılmadığına güvence verebilir mi?

Son olarak şunları söyleyelim: Hiç kimse elinde kanıt olmadan bir başkasını suçlayamaz. Ama kuşkulu işlemlerin varlığını gösteren belgeler ortaya çıkmışsa, bunların hepsi yalan deyip kimse kurtulamaz. Üstelik siyaset yapanlar, yolsuzluk iddiaları olmasa bile denetim kurumlarına hesap vermek zorundadır.

Hesabını veremiyorlarsa, yok demektir!..

SERMAYE SINIFI VE YOLSUZLUKLA MÜCADELE

25.4.2018

Birkaç gün önce IMF’nin yolsuzlukla mücadeleyi konu alan bir politika belgesi yayımlandı. Raporda, ülkeler ayrıntısında değerlendirmeler yok. Ama “iş dünyası” ve AKP, belgedeki genel yargılara bakarak yabancı yatırımları olumsuz etkilemesinden korkuyor. 

Yarası olan gocunur elbet.

Yolsuzluk ve mücadele sözcüklerini çok sık duyarız. Ancak içeriğini çok azımız merak edip araştırmıştır. Kısaca değerlendirmekte yarar var.

Yolsuzlukla mücadele denildiğinde akıllara hemen, yürütme organından (İdare) bağımsız, Sayıştay gibi dış denetim kurumları gelir. Oysa yolsuzluğu konu alan belge, sözleşme, rapor ve benzeri metinlerde; “yolsuzlukla mücadele, yürütmenin yükümlülüğündedir” gibi sözlere çokça rastlanır.

Yürütme organı, yolsuzlukları önlemek amacıyla etkili yöntemler bulmak, geliştirmek ve kararlı biçimde uygulamakla yükümlüdür.

Dış denetim kurumlarının görevi ise, İdarenin bu konudaki başarısını denetlemek, karşılaştığı yolsuz işlemleri sergilemektir.

İyi işleyen bir Devlet örgütünde, yönetim pratiği ile denetim bulguları/önerileri değerlendirilir; yönetsel yapı, bu bilgilerin ışığında, yolsuzluklara karşı daha uyanık olabilecek bir anlayışla sürekli tahkim edilir.

Ancak yukarıda anlatılanlar, işin yalnızca teknik boyutudur. Çağımızda yolsuzlukla mücadelenin asıl sahibi sermaye sınıfıdır.

Karşımızda yekpare bir güç olarak durdukları için sermaye deyip geçiyoruz ama bileşenlerini oluşturan şirketlerin, tekellerin, holdinglerin de aralarında rekabet olduğunu unutmayalım. Yarışmanın kuralları önceden belirlenip herkesin uyması sağlanamazsa sistem tehlikeye girebilir.

Sistemi, yarışmanın yıkıcı etkilerinden koruyabilmek amacıyla konulan kurallar; kapitalizmin ahlakıdır. Bu kurallar, uygar (!) bir görünüm kazandırdığı için sistemin meşruiyetine katkı da sağlar.

Kamu ya da özel hiç fark etmez, herhangi bir ihalede istekliler, rüşvet, etkili kişilere yakınlık ya da siyasal etkilerin olmadığı bir ortamda yarıştıklarını görüyor ve “hakkı olanın” kazanacağına inanıyorlarsa, mafya çağrıştıran yöntemlere başvurmayacakları varsayılır.

Yolsuzlukla mücadele kavramının filizlendiği geçtiğimiz yüzyılın başlarında bu suçun, yalnızca kamu görevlilerince yapılabileceği düşünülüyordu. Dünya Bankasının tanımı şöyleydi; “kamu gücünün özel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılması…” Her ne kadar bu işler siyasetçi ya da bürokrat avlanarak yürütülüyorsa da sonraları, asıl sorumlunun, büyük çıkarlar sağlayan özel kuruluşlar olduğu kabul görmeye başladı. Tekeller artık aralarında “ahlak sözleşmeleri” imzalıyor.

Peki, konulan kurallara, bağıtlanan sözleşmelere uyuluyor mu? Yolsuzluğun önlenebilmesi için yapılanlar yeterli olabiliyor mu? Bunlar aslında rakiplerin sorması gereken sorular. Devlet, saydam, hesap verebilir yönetim örgütü kurabilmişse doğru yanıt vermiş sayılıyor.

Sermayenin uluslararası mali ve düşünce kuruluşlarını “yolsuzlukla mücadelede” ön saflarda görüyoruz. Bunlar, ürettikleri bilgilerle, ortaklaşa yürüttükleri projelerle, kamu yönetiminin daha etkili mücadele edebilecek bir yapıya kavuşturulması için çalışıyorlar.

Yaptıkları işin tam adı: Kapitalizmin ahlak bekçiliği.

İş “kapitalizmin ahlak bekçiliği” olunca, sistem için yararlı olabilecek ya da zarar vermeyecek olaylar, ilgi alanlarının dışında kalıyor.

Geri bıraktırılmış ülkelerin zenginliklerine el koyabilmek amacıyla, darbeler örgütlenmesi; savaşlar çıkarılması; milyonlarca insanın öldürülmesi, yurtlarından edilmesi; insanlarının denek olarak kullanılması… bunlar ve daha niceleri, kapitalizme zarar vermediği için mücadele edilmesi gereken yolsuzluklar arasında sayılmıyor.

Kapitalizmin krizleri, uluslararası dev tekellerden, ülkelerdeki küçük işletmelere kadar bütün sermaye gruplarının vahşileşmesine de yol açıyor. Daha etkili yöntemler bulunup dizginlenemezlerse sistem tehlikede.

Bu yüzden de Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, OECD, Avrupa Konseyi yakın ilgi gösteriyor. Temel uğraşı alanı yolsuzlukla mücadele olan Uluslararası Şeffaflık Örgütü ülkelerde her yıl yolsuzluk algısı araştırmaları yapıyor. Dünya ölçeğinde yolsuzlukla mücadele yürütmek amacıyla kurulmuş 20’ye yakın örgüt ve çok sayıda sözleşme var.

Türkiye’nin bu kuruluşların hepsiyle başı dertte. Uluslararası şeffaflık örgütüne göre Türkiye yolsuzlukla mücadele konusunda çok isteksiz. Ülkeler arasındaki yolsuzluk algısı endeksinde her yıl 5-6 sıra birden gerilere düşüyoruz.

2011 yılında aralarında Obama ve Tayyip Erdoğan’ın da olduğu 46 ülke devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla New York’da görkemli bir törenle Açık Yönetim Ortaklığı kurulmuştu. 2016 yılında üye ülke sayısı 60 olmuştu. Ama aynı yıl Türkiye üyelikten atıldı.

Türkiye’de sermayenin, geleceğini güvenceye almak gibi bir gündemi yok. Uluslararası tekellerin birer şubesi gibi çalışıyorlar, çünkü hepsi yaşayabilmek için onlara muhtaç. Ve giderek bağımlılık artıyor.

Vahim bir durumdayız ve ülke seçime kilitlendi. Tayyip Erdoğan’ın karşısına kimi çıkarırsak düşürebiliriz diye millet birbirine giriyor. Önerdikleri adaylara bakıyorsunuz, hiçbirinde hayır yok. Aklınıza bunlardan kurtulabilmek için yaptığımız mücadeleler geliyor. 

Dünyayı sınıf gözlüğüyle algıladığını düşündüğümüz çok sayıda örgütün; çok sayıda kişinin elverişli aday peşine düşmesini sindirebilmek kolay değil.

Bu aymazlıktan kurtulabilmeliyiz.

İlgili diğer yazıları okumak için: