Yolsuzlukla mücadele örgütünden atıldık

Açık Yönetim Ortaklığı, (Open Government Partnership) yolsuzlukla mücadele amacıyla kurulmuş uluslararası örgütlerden birinin adı. Kuruluşu, Obama ile Brezilya Devlet Başkanı’nın eşbaşkanlığında 2011 yılında, New York’da, yapılan görkemli bir toplantıda açıklandı. Toplantıya, 8’i kurucu olmak üzere toplam 46 ülkenin devlet ve hükümet başkanları ile üst düzey yetkilileri katıldı. Katılımcılar arasında Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bulunuyordu. Örgütün zaman içinde ortak sayısı arttı, 23 Ağustos 2013 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 2013/9 sayılı Başbakanlık genelgesinde, 60’ın üzerinde üyesi olduğu belirtiliyordu.

Açık Yönetim Ortaklığının (AYO) kuruluş bildirgesinde, politika yapım süreçlerinde hesap verebilir ve şeffaf yönetim anlayışının geliştirilmesi; yolsuzlukla mücadele edilmesi; bilgi paylaşımı ve vatandaşların karar alma süreçlerine aktif katılımının artırılması; sivil toplum ile hükümet arasındaki diyalogun güçlendirilmesi, gibi amaçlara yer veriliyor.

Katılımcı ülkelerden, belirli dönemlerde eylem planları hazırlamaları isteniyor. Bu raporlara ülkelerin geçmişte neler yaptıkları da yazıldığı için, belirledikleri hedeflerin gerçekçi olup olmadığı ortaya çıkıyor. Bu nedenle de pek fazla yalan şeyler yazılamıyor.

Türkiye, 2011 yılında, şeffaflık; katılımcılık; diyalog; işbirliği, gibi sözlerle örülmüş bir eylem planı hazırladı. Ama sonraki yıllarda hazırlamaya eli bir türlü varmadı.

Bu tür sözler etmek kolay değil!

Kararların kapalı kapılar ardında alındığı; gazetelerin, onlarca TV, yüzlerce internet sitesinin kapatıldığı; gazetecilerin gözaltına alındığı, tutuklandığı; yargı ve üniversitelerin tek adama bağlandığı; yaşadıkları çevreyi, doğayı korumak isteyenlerin üzerlerine saldırıldığı bir ülkede, katılımcılık, diyalog, işbirliği gibi sözlerinize dışarıda kim inanır?

AYO, eylem raporlarını vermesi için Türkiye’yi 2014 ve 2015 yıllarında uyardı. Vermeyince, Ekim 2016 tarihinde, ortaklıktan attı. Attım denilmiyor elbette. Yapılan işlemin diplomatik adı şu; “üyeliği aktif olmaktan çıkarılıp pasif duruma alındı.” Türkiye bundan sonra toplantılara katılabilecek ama oy ve söz hakkı yok. Yürütme kurulu, gelişmeleri değerlendirerek ne yapılacağına daha sonra karar verecek. Basında, hiçbir ortağın başına böyle bir iş gelmediği özellikle vurgulanıyor.

AKP’nin yolsuzlukla mücadeleyi amaçlayan uluslararası kuruluşlarla arası, hiçbir zaman iyi olmadı.

Sözgelişi, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin oluşturduğu, Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun (GRECO) 2015 raporunda; rüşveti önlemiyorsunuz, siyasi partilerin finansmanı şeffaf değil; Ceza Yasası, yolsuzluğu önlemekte yetersiz kalıyor, gibi bulgular dikkat çekiliyor.

Uluslararası Şeffaflık Örgütüne göre de durum parlak değil. Türkiye, yolsuzluk algı endeksinde gerilerde yer alıyor, üstelik puanı ve sıralamadaki yeri giderek düşüyor: 168 ülkenin değerlendirmeye alındığı 2015 yılında bir önceki yıla göre iki sıra daha düşerek 66. Sırada yer bulabilmiş. Raporda Türkiye için; “hiç uygulama kaydedilmeyen ülke” deniyor.

Hukukun Üstünlüğü (World Justice Project) adlı kuruluşun 102 ülkenin değerlendirildiği 2015 yılı Açık Yönetim Endeksi raporunu raporunda ise Türkiye 82. Sırada yer alıyor.

Açık Yönetim Ortaklığı’na eylem planı hazırlayıp vermediği için Türkiye, ortaklıktan atıldı. Ama iç politika malzemesi olarak kullanılmak amacıyla üretmeye devam ediyor. 2010-2014 ile 2016-2019 yıllarını kapsayan “Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Eylem Planları” yayımlandı. Bunlar uluslararası kuruluşlara verilmek üzere hazırlanmadığı için atış serbest: Döktürüyorlar.

Uluslararası Şeffaflık Derneği, bu eylem planlarını karşılaştırıp bir rapor hazırladı ve Haziran 2016’da; “6 yılda ne değişti?” başlığıyla kamuoyunun bilgisine sundu. Rapordan küçük alıntılar yapayım: 2010 eylem planında yer alan toplam 28 maddenin sadece altısında sınırlı ilerleme kaydedilmiş; 22’sinde hiçbir gelişme görülmemiş; 2010 eylem planında yer alan ve gelişme görülmeyen 11 maddeye 2014 eylem planında hiç yer verilmemiş.

Bu memlekette denetim yapmak üzere kurulmuş Sayıştay var; kurumların teftiş ve denetim birimleri var; Başbakanlık Teftiş Kurulu var. Neden onlardan biri çıkıp bunları dile getirmez? Getiremez de ondan. Bu memlekette objektif ve güvenilir denetim yapılamaz; çünkü istenmiyor. Ortamı yok edildi. Sayıştay denetçileri de müfettişler de, “mülakat” yöntemiyle seçiliyorlar ve bu sınavlarda ses ya da görüntü alınması yasak. Müfettişler, önceleri üçlü kararname ile atandıkları için kolaylıkla görevlerinden alınamıyorlardı. Bu onların güvencesiydi ve baskılara karşı direnebiliyorlardı. 2011 yılındaki KHK yağmurundan müfettişler de payını aldı: şimdi bakan imzasıyla atanıyorlar.

Sayıştay’a “denetim kurumudur” diyebilmek artık olanaksız. Öyle bir özelliği kalmadı. Yasası değiştirildi ve çok güçlü bir başkanlık egemenliği kuruldu. Sayıştay raporlarında nelerin yer alacağına, üst yönetimi oluşturan birkaç kişi karar veriyor. Bütçe yasalarının görüşüldüğü Meclis tutanaklarında, 300-400 sayfalık KİT denetim raporlarının 3-5 sayfaya indirildiği eleştirileri yer alıyor.

2013 yılına kadar Sayıştay, kamu işletmeleri (KİT) denetim raporlarını yayımlıyordu. İnce süzgeçlerden geçirilerek light hale getirilmiş olsa da; kimi bulguları basında önemseniyor ve ilgi görüyordu. Yüzeysel bulgulardan bile rahatsız oldular, artık yayımlamıyorlar. Sorduğunuzda yasal gerekçeleri de var: Kamu İşletmelerini denetleme işi Parlamentonun yetkisinde. Biz onun adına denetliyoruz. Raporu hazırlayıp yayımlamak onun görevi diyorlar.

Parlamento sözcüğü, 14 yıldır AKP anlamına geliyor; yaptıklarını neden eleştirsin?

Son günlerde bir de FETÖ ile mücadele çıktı: kamuda çalışan herkes, gölgesinden korkuyor. Denetim elemanları için durum daha da tehlikeli. Diyelim ki çok açık ve büyük bir yolsuzlukla karşılaştılar. Rapora alıp almamak konusunda önce yolsuzluğu kimin yaptığını belirlemek zorundalar. Birileri FETÖ’cülükle suçlarsa, kim bilir başlarına neler gelir.

Bizler 15 Temmuz demokrasi bayramları kutlarken bunlar oluyor.