ANALİZ | Beceriksizliğin ötesine bakmak: AKP ekonomide neyi deniyor, mümkün mü?

Denenen esas olarak dolar bazında yatırım maliyetlerindeki büyük ucuzlamanın propagandasıyla üretim kapasitesi artışı sağlamak. Tutar mı? AKP’nin yıpranmışlığı da dahil olmak üzere bir dizi kısıt var.

Adile Kaya

Yaşanan büyük sarsıntının içinde Cumhurbaşkanı başta olmak üzere siyasi iktidar adına konuşanlar “yeni bir şey denendiği”ni vurguluyor. Uluslararası koşulları, emekçileri daha da yoksullaştırma pahasına sermaye için fırsata çevirme işin konjonktürel boyutunu oluşturuyor. Ancak denenen esas olarak dolar bazında yatırım maliyetlerindeki büyük ucuzlamanın propagandasıyla üretim kapasitesi artışı sağlamak. Tutar mı? AKP’nin yıpranmışlığı da dahil olmak üzere bir dizi kısıt söz konusu. Daha da önemlisi ülkenin uluslararası sermayeye bağımlılığının derinleşmesi anlamına gelen bu çıkış senaryosunun bugün AKP yarın başka bir iktidar tarafından pazarlanmasına emekçiler adına çok güçlü karşı çıkmak gerekiyor.

Türkiye kapitalizmi bir tıkanıklığı aşamıyor, yakın zamanda aşmayı sağlayacak bir kapsamlı çıkış planı da bulunmuyor. Ancak siyasi iktidar eliyle 2018 sonrası bir kere daha iki unsura bel bağlanarak “yeni bir şeyler deneniyor”. Söz konusu iki unsur en özet haliyle “Batamayacak kadar büyük ve uluslararası sermayeyle karmaşık ilişkilere sahip bir ekonomi olmak” ve emekçi yığınların ataleti.

2018’de çok hızlı batışlar görülebilecekken Alman sermayesi başta olmak üzere uluslararası sermayenin desteğiyle zaman kazanıldı. Hem dış borç odaklı bir borç krizinin yönetilmesi hem de özellikle doğrudan ve dolaylı yabancı yatırımlar bağlantılı üretimin garantiye alınması bu desteğin ana kanalları olarak düşünülebilir. Emekçi yığınların ataletinde ise AKP’den ziyade düzen muhalefetinin becerilerini puanlamak gerekiyor. Bugün de bu iki unsur önemini koruyor. Ancak TL’nin değer kaybıyla yaşanan büyük sarsıntının önlenemez bir çöküşü tetiklemeyeceği konusunda “neye güveniyor olabilirler” sorusuna yanıt olabilecek bir bölümü konjonktürel bir bölümü daha yapısal kimi ek unsurlar da söz konusu.

Avrupa’nın tedarik sıkışmalarında büyük fırsat görüyorlar

Konjonktürel boyutta AKP adına konuşanların açık ya da örtük dile getirdiği, sermayedarların da biraz rahatlığını taşıdıkları uluslararası koşullar yer alıyor. Global fiyat artışları yani enerji, metal gibi emtia fiyatlarındaki artışlar, pandemi sürecinin açığa çıkardığı arz kısıtları başta olmak üzere arz-talep oynaklıklarının beraberinde getirdiği bir dizi sorunu “fırsata çevirme” yaklaşımı, sermaye adına risk alma refleksi devreye giriyor.

Avrupa’nın Çin başta olmak üzere Uzakdoğu’dan tedarikte yaşadığı sorunlar, çok açık ihracatta 2022 yılında da devam edecek bir artış fırsatı sunuyor. İhracat artarken, dış talep fiyatlamalarında reel fiyat artışları kaynaklı büyük değişimler yaşanırken kurdaki değerlenmenin, işgücü başta olmak üzere yerli girdi maliyetlerini düşüren etkisiyle hafifletilerek göze alındığı, bu eksende gözün karartıldığı söylenebilir. Bu bahiste Avrupa’nın tedarikte yaşadığı sıkışıklığın, özellikle de kritik sektörlerde Türkiye’deki yatırımlarla birlikte üstlenilen rol düşünüldüğünde, ek hareket alanı yarattığı söylenebilir. Örneğin bu hafta TL’deki büyük değer kaybının ihracatçıları da fiyat veremez ve dolayısıyla üretimin sekteye uğramasına yol açacak duruma düşürmesinin uzamasına Avrupa sermayesi tarafından izin verilmeyeceği gibi hesapların yapıldığı söylenebilir. 2021’i yüzde 10 civarı büyümeyle ve üstelik sanayi üretim katkısı yüksek bir büyümeyle kapatmanın ardından, 2022’de de tedarik sıkıntıları nedeniyle Avrupa pazarında ertelenen talebin (çip ve bazı hammaddelerde yaşanan tedarik sıkıntıları nedeniyle) realize olacağı ve yine yaşanan kur krizinin aşağı yönlü etkileri de baki olmakla birlikte yüzde 5’e yaklaşan bir büyümeyi sağlayabileceği öngörüsü de dikkate alınmalı. Bu “konjonktürel” hesabın AKP’yi seçimlere kadar idare etmeye, bu kadar büyük fırtınalardan bile (BAE ve benzeri ülkelerden gelen desteklerden ziyade ana emperyalist merkezlerden gayri ihtiyari destekle) çıkma hikayesi yazmaya yeteceği düşünülüyor olabilir.

Avrupa sermayesinin Türkiye’ye “ihtiyacı”nın artması gibi bir değerlendirme tabii ki abartılı olur. Satır aralarında işaret edildiği gibi söz konusu sıkışmaya ilaç olunurken aynı zamanda daha fazla değer aktarımı, daha elverişli sömürü koşulları sunuluyor, uluslararası sermayeye bağımlılık derinleşiyor.

Bu noktada çok büyük konjonktürel sarsıntıların iplerin görünenden çok daha güçlü bir şekilde teslim edildiği emperyalist aktörlerin desteğiyle ve biraz da kontrolsüz geçiş manevrasını yapamamalarıyla idare edildiği ya da bu hesabın yapıldığı söylenebilir. Beklenmedik inisiyatif alışlarla kazalara çok açık bir süreç olduğu açık. Konjonktürel avantajın kalıcı bir çıkış, sıçrama sağlayabilecek bir zemin sunmadığı da vurgulanmalı. Türkiye sermayesinin önündeki fırsatlar hala üretim kapasitesi kısıtlarıyla sınırlı. Yani ihracata tedarik sıkıntılarından gelen desteğin orta vadede önemli artışlarla sürebileceği, rekabetçi kurun çalışabileceği bir üretim kapasitesi yok. Nitekim 2018’den bu yana yüzde 60’lık değer kaybına rağmen ihracattaki artışın çok sınırlı olması da bu durumu doğruluyor. Otomotiv ve bağlantılı sektörler, tekstil-giyim bu eksende belirleyici ve Türkiye’nin ana pazarı Avrupa’daki yerinde, pazar payında büyük bir oynama yaratacak bir altyapı bulunmuyor.

Pazarcı çığırtkanlığıyla üretim kapasitesi artar mı?

2012’den bu yana kısmi artışlar, kimi palyatif önlemler dışında ihracatı taşıyan, Türkiye’nin yapısal olarak rekabetçi olabileceği sektörlerde üretim kapasitesini önemli ölçüde artıran yeni yatırım yapılmıyor. Ancak Cumhurbaşkanı’nın tüm konuşmalarında ısrarla vurguladığı yatırım, üretim, istihdam artışında TL’nin şiddetli değer kaybının bir “fırsat” olarak kullanılması çağrısı var. En ihtiyatlı hesapla Türkiye’de yatırım maliyetlerinin yüzde 50’sinin yerli girdilerden (inşaat, yerli ekipman, işgücü vb) oluştuğu düşünüldüğünde finansman maliyetinden bağımsız yatırım maliyetlerinde muazzam bir ucuzlama var. Birkaç yıl önceye kıyasla 100 milyon dolarlık bir yatırımın Türkiye’deki karşılığı yüzde 25-30 düşmüş bulunuyor. Erdoğan alenen bu ucuzlamanın pazarlamasını yapıyor. Söz konusu çağrının muhatabı sadece Avrupa sermayesi başta olmak üzere uluslararası sermaye değil, aynı zamanda 20 yıla yakın zamandır biriktirdiği fonlarıyla, uluslararası hiyerarşinin izin verdiği düzeyde yurtdışı açılımlar yapan ancak hala döviz mevduatlarında park etmek ya da bazı yurtdışı fonlarda değerlendirmek dışında seçeneği olmayan Türkiye sermayesi de.

Yatırım çağrıları cari açığın azaltılması, ithalatın ikamesi söylemlerine eşlik etse de muhataplar düşünüldüğünde kapitalizm koşullarında bir yatırım hamlesinin Türkiye’nin dış bağımlılığını azaltıcı değil, derinleştirici eksende olacağı açık. Tersi bir niyet olsa büyük ölçekli kamu yatırım planları ve kamulaştırmaların gündeme gelmesi gerekirdi. Sermayenin borçlarını kapatmak üzere üç yılda 60 milyar doların üzerinde dış borç üstlenen kamunun önemli kapasite artışı yaratacak 15-20 milyar dolarlık bir orta vadeli yatırım hamlesi yapması teknik olarak mümkün ama sermaye düzeninde imkansız. Ortalık yanarken iyi bir iletişimle gündeme getirilebilecek “piyasa dostu” kontrol enstrümanlarının bile kullanılmamış olması AKP iktidarına bu eksende atfedilenlerin büyük bir yanılsama olduğunu, önceliklerinin “serbest piyasa”dan kopmadıkları mesajı olduğunu gösteriyor.

Uluslararası sermayeye daha fazla hizalanarak üretim kapasitesini dolayısıyla sömürü olanaklarını artırma hedefi AKP iktidarının “yeni bir şeyler deneme” ifadesinin esas karşılığı, çok açık. 2018’e göre Avrupa Yeşil Mutabakatı başta olmak üzere uluslararası sermayenin yeşil dönüşüm yatırımlarıyla kalkıştığı hamleden yararlanma ihtimali de bulunuyor. Ancak Türkiye kapitalizmini düzlüğe çıkaracak ölçekte bir yatırım hamlesi ne kadar mümkün önemli bir tartışma. Türkiye’nin 2000’lerde sunduğu ölçekte bir pazar genişlemesi potansiyeline sahip olup olmadığı, uluslararası sermayenin öncelikleri, Türkiye sermayesinin alışkanlıkları, kısa vadede bu eksende kamu fonlamasının, dış kaynak kısıtları nedeniyle zorluğu gibi çok çok önemli bariyerler var. Ama yukarıda vurgulandığı gibi bir “hikayemsi” şekilleniyor. AKP iktidarı bu hikayenin taşıyıcısı olabileceğini şantajlar da içeren bir gayretkeşlikle anlatmaya çalışıyor.

Tutar mı? AKP’nin yıpranmışlığı da dahil olmak üzere bir dizi kısıt söz konusu. Daha da önemlisi ülkenin uluslararası sermayeye bağımlılığının derinleşmesi anlamına gelen bu çıkış senaryosunun bugün AKP yarın başka bir iktidar tarafından pazarlanmasına emekçiler adına çok güçlü karşı çıkmak gerekiyor.