Mustafa Kamil Zorti ve şürekâsına karşı 4 Eylül’de Kartal’da

Bir diktatörün diktatör olduğunu sokaklara, caddelere serpiştirilmiş fotoğraflarından anlarsınız. Diyelim otobüstesiniz, her durakta size bakar, başını sallar. Diyelim metroya bindiniz, bütün duvarlardan o fışkırır. Diyelim gemidesiniz, otobüstesiniz en yakın ekrandan size bakmaktadır. Diyelim bir lokantada yemeye durdunuz, açık TV’nin ekranından masanıza konuk olur. Uzanıp yemeğinizi tatmıyor, doğru şeyi yiyip yemediğinizi kontrol etmiyorsa bu onun kadirşinaslığındandır. Diyelim çocuk yapacaksınız veya yapmayacaksınız, buna partnerinizle karar vermiyor, devletin tepesinde oturan biri veya birileri size sayı verip yol gösteriyorsa bilin ki bir diktatör tarafından yönetiliyorsunuz.

Diktatörlükle yönetilen bütün azgelişmiş ülkelerde, sokaklarda bir tek adamın fotoğrafını görürsünüz. Ağır makyajlı bir suratın üzerine iliştirilmiş korkulu bir çift göz nereye gitseniz sizi izler gibidir. Diktatördür o.

***

Diktatör (dikte ettiren), mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticilere verilen ad. Bir diktatör tarafından yönetilen ülkeye haliyle diktatörlük denilmekte. Fakat bu öyle uluorta ilan edilmemekte, diktatörlük yerine genellikle bu tür ülkelerde “demokratik cumhuriyet” nitelemesi tercih edilmekte. Dolayısıyla diktatörlüğün diktatörlük olduğunu anlamak biraz uyanıklık gerektirir ki, bu da bir miktar tecrübe ve bilgi birikimi ile mümkündür. Dediğimi gibi, her yerde, sürekli aynı adamı görüyorsanız bu bir işarettir. O adam olur olmaz her yerde her konuda konuşuyorsa bu daha kuvvetli bir işarettir.  

Aslında diktatör mutlak kötülük anlamına gelmiyor. Sevimli halleri bile var tarihte. Antik Roma'da Senato tarafından acil durumlarda cumhuriyeti yönetmesi için atanan ve olağandışı görevler üstlenen kişinin unvanıdır diktatör. Fakat görev ve yetkileri anayasal olarak sınırlanmıştır. Acil kararlar gerektiren savaş, afet gibi durumlarda ve dönemlerde göreve çağrılır, bir konsül tarafından atanır ve atanması halk meclisi tarafından onaylanır. Sınırlı bir süre için gelir, görev süresi bitince ayrılır. Yani diktatördür diktatör olmasına da aslında öyle pek de diktatör değil gibidir. Roma’nın diktatörü bir bakıma cumhuriyetin memurudur. Görevini yapmazsa cumhuriyetin maymunu olur. Tuhaftır hali biraz.

Özetle, Roma’nın diktatörü bir tür acil durum görevlisidir. Sanırım Marx, proletarya diktatörlüğünü buradan yola çıkarak formüle etti. Acil bir durumdu kapitalizmi yıkmak. Proletarya bu acil durumda yönetim görevini üstlenecek, diktatörlük görevini geçici süre üstlenecekti. Sonrası siz sağ ben selamet.

***

Nedir diktatör? TDK’ya göre bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse. Çok nötr ve masum bir tanım. Sanırım ülkenin tam da birlik ve beraberliğe muhtaç olduğu bu günler gözetilerek yapılmış bir tanım TDK’nın yaptığı. Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış işte, kötü mü? Yol yapsın, köprü yapsın, saray yapsın, örtülü ödenekten karşılasın. Şahane.

Fakat eskilerde daha yıkıcı tanımlamalar yapılırdı hatırlarım. Mesela, seçimle işbaşına gelmiş bir hükumeti silahlı kuvvetlerin gücüyle deviren cuntanın başındaki kişiye denirdi diktatör. Süleyman Demirel’i deviren Kenan Evren modeli tanımdır bu. Şimdi hakkın rahmetine kavuştu Kenan Evren biraz diktatördü, üzerinize afiyet. Fakat tanrısı cezalandırdı arkadaşı, neredeyse bin yıl yaşadı. Sanırım belediye kaldırdı cenazesini. Mezarının yerini bilen yok ki, diktatörlerin kariyer planları açısından bayağı ürkütücü bir durum.

Çok uzun yaşadı rahmetli, haliyle biz de onunla çok uzun süre yaşayarak bir çuval tecrübe biriktirdik. Biz diktatörlükle yaşamaya alışmış bir kuşağız, ruh hallerini, davranış biçimlerini, kalıplarını iyi biliriz. Mesela Kenan Diktatör Paşa, şeklen Mustafa Kemal’e benzemeye çalışırdı. Hatta tren kompartımanının penceresinden tıpkı onun gibi şapka sallarken çekilmiş bir fotoğrafı bile vardı. Limon dergisinde (Leman’ın henüz sıkılmamış hali) onun bu özentisinden esinlenerek Mustafa Kamil Zorti adında bir karakter bile yaratılmıştı.

Hakikaten Mustafa Kamil Zorti arkadaşın ruh haline daha uygun bir addı. Düşünün, ülkede “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü” adında bir ödül koyuyorsun ve bu ödülü kendine verdiriyorsun. Atatürk, barış ve Kenan Evren… Diktatörce olsa bile mizahın doruğudur bu. Espri çok ağır gelmiş olmalı ki takip eden yıl ödül verilmedi kimseye. Kenan Evren’den sonra kime verebilirlerdi ki hem? Diktatörden daha değerli, daha yüce kim olabilir? İki yıl sonra tutup Mandela’ya vermeye kalktılar ödülü ki bu da komedinin son perdesiydi. Mandela elinin tersiyle itti ödülü. Bu hareketiyle ödülü de bitirdi. İzleyen yıllarda eşe dosta verip unutturdular mecburen.

Ondan biliyoruz, diktatörler yönettikleri ülke ile kendilerini özdeşleştirirler. Valiler onun valisidir, polisler onun polisidir, vatandaşlar onun vatandaşıdır. Haliyle devlet hazinesi de onun kasasıdır. Yol yapıyorsa, köprü yapıyorsa, hastane yapıyorsa lütfediyordur.

***

Biz diktatörlükle yaşamaya alışmış bir kuşak olduğumuzdan biliriz diktatörlükte diktatörlüğü rahatsız etmeden nasıl diktatörlük üzerine yazılacağını. Karakol kapılarına vura vura, mahkeme kapılarına sürte sürte öğrenmişizdir bunu.

Demem o ki, uluorta kullanıp, herkese uyan bir elbise gibi kavrayan var bu meseleyi. Zaten onlar utanmaz kişilerdir. Utanmadan, sıkılmadan diktatörlükten bahsederler. Hâlbuki diktatörlüğün olduğu yerde kimse diktatörlüğü ağzına alamaz. Gazeteler, dergiler, televizyonlar yayın yapamaz. Sallandırırlar; Mısır’da olduğu gibi.

Bizde son diktatör Kenan Paşadır. O ölünce diktatörlük de ölmüştür. Bizde artık diktatörlük mümkün değildir. Çünkü biz diktatöre diktatör diyebiliyoruz. Eğer diktatör diktatör olsaydı, diktatöre diktatör diyemezdik. Kavraması zor biliyorum ama diktatöre diktatör diyebildiğimiz için diktatör diktatör olmaz. Olmuyor ama böyle, karıştırdınız kafamı. Hem diktatör olsaydı sallandırırlardı hepimizi. Kontrol ettim sallanmıyoruz!

Efendim, bütün siyasi yetkiler mi dediniz? Olmuyor ama böyle!

***

Öğrenciyken “siyasal sistemler” adında bir dersimiz vardı. O dersten kalan bir takıntıdır bende, demokrasiyle diktatörlük arasındaki tek farkın devletin hızı olduğuna inanırım. Aşağıdakine benzer bir konuşma dinledikten sonra kurtuldum bu takıntımdan.

“Çok şükür bizde diktatörlük yok. Fakat buna rağmen bu ülkenin yöneticisine defalarca diktatör yakıştırmasını yapan bir muhalefet var. Diktatör ifadesini kullanan kişiler var. Göstersem hepsini görebilirsiniz. Göstermiyorum. Bizde diktatör olacak sen meydanlarda dolaşacaksın, öyle mi? Diktatörün olduğu bir ülkede bunu yapamazsın. Ama bu tür yakıştırmalarla ülkenin huzurunu bozarsınız. Önce ağızınızdan çıkanı kulaklarınızın duyması lazım. Çünkü görüyorum, dolaşıyorsunuz meydanlarda. Bence, bu ülkeye diktatörlük deme densizliğine düşenler diktatör görmemiş. Diktatör olsa diktatöre diktatör diyemezsin. Sallandırırlar. Yöneticine diktatör diyeceksin, her gün hakaret edeceksin sonra da elini kolunu sallayıp dolaşacaksın. Bu nasıl diktatör ya?”

Şimdi eminimin, aslında ne demokrasi, ne de diktatörlük var. Siyasal bir sistemin sırrı meydanda dolaşıp dolaşmadığınızda ve asılıp asılmadığınızda saklıdır. Asılmışsanız bu bir diktatörlüktür, meydanda öyle aylak aylak salınarak dolaşıyorsanız bal gibi demokrasidir, özgürlüğün daniskasıdır.

***

Diktatörlükle yönetilen bütün azgelişmiş ülkelerde, sokaklarda bir tek adamın fotoğrafını görürsünüz. Ağır makyajlı bir suratın üzerine iliştirilmiş, korkulu bir çift göz nereye gitseniz sizi izler gibidir. Mustafa Kamil Zorti veya şürekâsının gözleridir onlar. Korkuyu size bulaştırmak ve meydanlarda toplanmanızı engellemek içindir bütün bunlar.

E bu durumda mecburen 4 Eylül’de İstanbul Kartal Meydanı’na geleceksiniz. Gericiliğe, emperyalizme ve darbecilere karşı meydanı dolduracaksınız. Orada hep birlikte ağız dolusu özgürlük, eşitlik ve kardeşliği haykıracaksınız. Bütün darbeciler ve bütün diktatör özentileri o gür sesinizi duyacak. Ve o gün çektirdiğiniz fotoğraf ülkenin gerçek yüzü olacak!