Boykot çağrısının mantığı ve İmamoğlu’nu desteklemek…

Dolduruşa, mahalle baskısına, kolaycılığa alıştırılmış Türkiye’nin siyasal ikliminde, bir partinin YSK’nın kararının üzerinden henüz birkaç saat geçmişken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayını geriye çekmesi, boykot çağrısı yapması ve bu çağrının yaygın kabul görmemesi durumunda kararını gözden geçireceğini açıklamasının ne anlama geldiği doğal olarak herkes tarafından anlaşılmadı, anlayanların bir bölümü de anlamamış gibi yaptı. Sonra o parti daha ayrıntılı bir açıklama daha yaptı, şu andaki yaklaşımına açıklık getirdi. Parti üyeleri köşe yazdılar, sorulara yanıt verdiler…

Partinin adı Türkiye Komünist Partisi’ydi, yıllardır, hatta on yıllardır gündemde olan düzen muhalefetinin desteklenmesi baskısına seçim dönemleri dahil direndi, bağımsız, devrimci bir hattın örülmesi için uğraştı. Dolayısıyla, TKP’nin adayını geri çekme kararı ilgi çekti, bazı haber kanalları “TKP’den İmamoğlu’na destek” diye haberleştirdiler; bazısı samimiydi, öyle anlamak istiyordu. Kimileri ise “işte burnundan kıl aldırmayan TKP de hizaya geldi” diye açıklamanın üzerine balıklama atladı. Şimdi “boykot” diyordu TKP ama CHP’nin kararıyla birlikte bu politikanın yaygın alıcı bulmayacağı ortadaydı, dolayısıyla “boykot tutmazsa, yeni bir değerlendirme yaparız” diyerek TKP, İmamoğlu’nu destekleyeceğini açıklıyordu.

TKP, henüz daha YSK karar vermemişken, İstanbul’da seçimlerin tekrarı doğrultusunda bir karar alınırsa aday göstermeyeceğini, konunun birinci dereceden muhatabı olan (bu CHP’dir) yaklaşımının önemli olduğunu zaten söylemişti. CHP, hiç ihtimal vermiyorduk ama, boykot kararı verseydi, CHP’yi desteklemek için değil, doğru olan yaklaşım geniş bir toplumsal destek bulacağı için tereddütsüz boykot kararıyla devam edecektik.

Değişen bir şey yok bizim açımızdan. Adayımızı geri çektik, boykotun doğru tutum olduğunu ilan ettik ve bunu söylemeye devam ediyoruz. Deniyor ki, boykot tutmadığına göre yeniden değerlendirme yapacaksınız ve İmamoğlu’na oy vereceksiniz.

O halde biraz daha açmamız gerekiyor.

TKP “yeniden değerlendireceğiz” derken, sonucu belli bir kararı makul bir tarihte ilan etmekten söz etmiyor. Gerçek bir değerlendirme sürecine işaret ediyor.

Nedir şu anda bir komünist partisinin bu olayı değerlendirirken hesaba katması, emekçi sınıfların çıkarlarını en iyi şekilde savunabilmek için göz önüne alması gereken parametreler?

1. Sınıf çelişkilerinin üzerinin örtülmesine izin vermemek. Türkiye’nin başına ne geldiyse, işçi sınıfı ve bütün emekçi kesimlerin siyasal ve ideolojik alanda kendilerini gösterememesi, bir sınıf olarak memleket meselelerine ağırlık koyamamasından geldi. Aynı gemide değiliz ve “iş insanı da konuşacak, işçi de konuşacak” türünden birleştirici, uzlaştırıcı söylemlerin AKP kurmaylarının öfke dolu konuşmaları kadar tahripkar olduğunu ısrarla anlatmak zorundayız. Türkiye’de bir egemen sınıf var ve son tahlilde Binali Yıldırım da, Ekrem İmamoğlu da o sınıf adına siyaset yapıyor, o sınıf adına İstanbul’u yönetmek istiyor. Bir parametre bu; TKP sınıf çelişkileri yokmuş gibi yapamaz, geçici süreliğine de olsa sınıf çelişkilerini bir kenara koyarak siyaset üretemez.

2. Sosyalizm hedefini güncel tutmak. Dünyada ve Türkiye’de kapitalist sistemin insanlık için yıkımdan başka bir anlamı bulunmadığını tartışmak isteyen var mı? Savaş, işsizlik, yoksulluk, açlık, kriz, çürüme, cehalet, doğanın tahribi, ayrımcılık, ırkçılık. Yahu, YSK’yı tartışıp duruyoruz, çocuklara tecavüz için kuyruğa giren alçakları aklayan bir hukuk sistemimiz var, ne umuyor, ne bekliyoruz! Kapitalizm budur. Yıkılmalıdır. Bu ertelenemez bir gündemdir. TKP, sosyalizmin biricik kurtuluş olduğu tezini hiçbir zaman geri çekemez. 

3. Siyasi iktidarın her tür haksızlığına, özgürlükleri kısıtlama girişimine karşı durmak. Hükümetler, patron sınıfının siyasal iktidarda cisimleşen temsilcileridir. Halkın muhatabı öncelikle onlardır. Bir devrimci, düzen cephesine baktığında öncelikli olarak siyasi iktidarın temsilcilerine bakar, onları hedef alır, onların tasarruflarına karşı konumlanır. Hele hele bu hükümet AKP gibi, tarihsel bir misyonla hareket eden, kural tanımayan ve bu ülkede halkın kazanımı, işçi sınıfının kazanımı olarak görebileceğimiz ne varsa onu yıkıp geçmeye çalışan bir parti tarafından oluşturulduysa. TKP, 2002 yılında “AKP’yi istemiyoruz” dedi, şimdi yine bunu söylüyor; örneğin “İYİP’i istemiyoruz” diye bir sloganı yok; en azından şimdilik!

4. Emekçi halkın uyanışını, örgütlü mücadeleye katılımını kolaylaştırmak. Türkiye’de toplum örgütsüz. Parayı elinde tutan güçler istedikleri an birini parlatıp lider haline getiriyor. İnsanlar bir süre ona umut bağlıyor, sonra o yıpranınca bir başkası… Örgütsüz bir halk daha çabuk ikna oluyor, zahmetsiz kurtuluş nasılsa, çaresizlikten geçici de olsa sanal bir rahatlama yaşanıyor. Her defasında daha büyük bir hayal kırıklığı… O heyecanı yaratan güçler ellerini ovuşturuyor, yoksullarda ise büyük bir çöküntü, karamsarlık. Oysa, toplumsal alanda her duyarlılık, her mücadele başlığı halkın örgütlülüğünü, direncini, cesaretini artırmalı.

5. Adalet duygusu. Defalarca, başkaları gibi siyaset yapmayacağız dedik, ilkelerimizi sıraladık. “Haksız olduğumuz hiçbir kavgaya girmeyiz” diye kestirip attık. Adalet duygusu öyle yitip giden bir ülke olduk ki, bir maçta hakemin kendi takımı lehine verdiği penaltıya “hocam penaltı değil, ben kendim düştüm” diyen topçuyu kahraman ilan ediyoruz. YSK kararı, bir oyun değil, çok karmaşık hesapların ürünü ama son tahlilde insanda isyan ettirici bir yanı var. Bir düzen partisinin adayına karşı yapılmış da olsa, muazzam, açık, saçma sapan gerekçelendirilmiş bir haksızlıkla karşı karşıyayız. İmamoğlu değil konu, halkın genel oy hakkı gasp edilmiş. TKP için bu da bir veridir, bir veri olduğu için, parti “İstanbul seçimi bitmiş, İmamoğlu seçilmiştir” diye kestirip atmıştır. 

Devam edebiliriz ama bu kadarı yeterli olmalı. Bir komünist partisinin YSK’nın kararı sonrasında değerlendirme yaparken hesaba katması gereken parametreler öncelikle bunlar. Bütünlüklü bir biçimde ele alınması gereken bu parametrelerin her birisinin aynı noktayı işaret etmediği de herhalde anlaşılmıştır.

İlk çıktı, adayı geri çekmektir. Bu yapıldı.

Boykot dendi. Boykot, YSK kararına verilecek en ileri, en cesur, birçok açıdan en sonuç alıcı yanıttır. “Senin kuralsızlığını reddediyorum” demektir. “Bir hamle yaptın, bunun sonucuna katlan, meşruiyet krizi geliyor” diye meydan okumaktır. Siyasal strateji olarak 2002 yılından beri sürmekte olan bir süreci topyekun sorgulamaktır. Doğru olan, hedeflenmesi gereken, Türkiye’nin önünü açacak olan budur.

CHP yönetimi bunu istememektedir. Çünkü bugün CHP’nin merkezinde durduğu koalisyonun arkasında duran güçler Türkiye’de AKP felsefesinin devamından yanadır, kontrol edilmiş bir Erdoğan ya da Erdoğansız bir AKP’yi tercih etmektedir, o da olmadı AKP’siz bir AKP Türkiyesi’nden yana tavır koymuştur. Boykot bu plana uymaz, boykotu CHP yönetemez, boykot CHP’yi aşar. O nedenle “gideriz bir daha yeneriz” demektedirler. Pratikte ortaya çıkabilecek şu soruyu yanıtsız bırakarak: “Ya seçime kadar ve seçim günü daha büyük hukuksuzluklara imza atılırsa?” Dün bir CHP’li “polisler İstanbul’a kaydırılacak, görev kağıdıyla oy kullanacaklar” iddiasının AKP’liler tarafından çıkarıldığını ileri sürüyor ve halkımıza “kanmayın bu söylentilere, sizi umutsuzluğa sevk etmek için yayıyorlar” diyordu. Harika! Zaten daha önceki seçimlerde polislerin sandık sandık dolaşıp defalarca oy kullandığını belgelemiştik ya onu da hiçbir şeyi beğenmeyen komünistler uydurmuştu!

Heyhat, her şey çok güzel olacak!

Değil mi Hacı Sabancı?

Hayat sana ve senin gibilere her durumda güzel.

Evet, “boykot olmaz”cıların ellerini nasıl boşalttıklarından söz ediyorduk. Varsayalım ki, Binali Yıldırım, devlet olanaklarıyla, YSK marifetiyle, akla gelebilecek ve gelmeyecek yöntemlerle ya da yeni siyasi manevralarla, açılımla-saçılımla sandıktan önde çıktı. O zaman ne olacak? Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mı değil mi? 

Bize göre değil. Çünkü seçimin yinelenmesi meşru değil. Ancak “olsun bir daha kazanırız” diyenler Binali Yıldırım’ı tebrik edip, “her şey güzel olsun” demek zorundalar. 

Bazen siyasette geri adım atmak gerekir doğru… Sizin kabullenmediğiniz bir şey, zaman içinde olağanlaştırılır, norm haline getirilir ve daha geri bir ortamda mücadele edersiniz. Ama şu anda 31 Mart’ta İmamoğlu’na oy verenlerden daha geniş bir toplumsal kesim, YSK kararını benimsemiyor, kabullenmiyor. TKP elbette bu reddiyenin değerlendirilmesini, bir mevziye dönüşmesini isteyecektir.

23 Haziran seçimi meşru değildir. TKP bunu söylüyor. Peki neden bunu söyledikten sonra “yeni bir değerlendirme yaparız” diye ekleme ihtiyacı duyuyor?

Bu soruyu da yarın yanıtlayalım.