Kürt sorununa ‘Osmanlı barışı’ çözümü ve irredantizm

Öcalan’ın mesajının Diyarbakır’da okunmasından sonra ‘barışın’, ya da hükumetin tercih ettiği tabirle ‘çözümün’ nasıl bir genel çerçeveye oturacağı aleniyet ve neredeyse resmiyet kazandı. Mesaj, ortak bir geçmiş ve din kardeşliği eksenli bir yaklaşımın izlerini taşırken, bir tür Osmanlı modelini akla getiren bir dizi referans içeriyor. Dahası, Öcalan’ın kafasındaki modelin Türkiye’nin mevcut sınırlarına sığmayacağı net biçimde görülüyor.

Esasen neo-Osmanlıcı olan ve bölge ülkelerinin sınırlarında değişiklik içeren bu model AKP’nin Ortadoğu politikasıyla öyle büyük bir uyum içerisinde ki hükumetin üyeleri ve yandaş basından kimi isimler sevinç çığlıklarını bastıramadılar. Erdoğan’a en yakın isim olarak bilinen Yalçın Akdoğan eskiden “ateist ve Marksist” olan örgütün şimdi “din kardeşliği” noktasına gelmesini coşkuyla karşılarken (Star, 22.03.2013) küçük mücahit Hakan Albayrak haberi aldığında şöyle bir ruh haline bürünmüş: “Mutluluktan ne yapacağımı şaşırdım. Allahuekber dedim. Gaza bastım.” Sonra okuyucuyu da gaza getirmek için ekliyor: “Hak ve adaleti yaymak için uzak ufuklara yayılan eski zaman leventlerimizi gibi haykırabiliriz artık: ‘Ey rüzgâr! Ne yandan ne yana esersen es, her yer bizimdir!’” (Star, 23.03.2013) Sabah’ta Emre Aköz (22.03.2013) ve Zaman’da İhsan Dağı (22.03.2013) daha soğukkanlılar ve meselenin adını koyuveriyorlar: ‘Pax Ottomana’ ya da ‘Osmanlı Barışı’.
Diyelim biz haksızlık ediyoruz ya da çok karamsarız. Diyelim barış Abdülhamitçi modelden değil de Osmanlı’nın ‘en iyi hali’ üzerinden gelecek ve gerçekten de bir arada yaşamaya dayanan bir gelecek inşa edilecek. Ama ortada şu gerçek var: kutlamaları şimdiden başlayan bu proje sınır değişikliği gerektiriyor. Ve bugünkü bölgesel ve uluslararası konjonktürde bu, savaş anlama geliyor.

***
Hükumetin Kürt sorununu ‘çözmeyi’ ikinci kez denemesinin altında yatan bir etmen Erdoğan’ın başkanlık hırsıysa diğeri de Suriye meselesiydi. Libya’ya yapılan müdahaleye karşı çıkmış olmaktan büyük bir ders çıkaran AKP hükumeti Suriye’de de benzer bir hata yapmamak için en baştan rejime cephe aldı. Beklenti elbette Esad’ın da tercihen Mübarek gibi kendiliğinden, ya da en kötüsü Kaddafi gibi dış müdahaleyle kısa sürede düşürülmesiydi. Ancak iki yıllık isyana rağmen rejim devrilmedi Türkiye muhaliflere alenen siyasal, mali ve askeri destek vermesine rağmen durumu değiştiremedi. Esad’ın gitmemesi hükumetin dış politikasının Ortadoğu ayağını tıkarken, mezhepçi dış politika nedeniyle İran’la ve Irak merkezi hükumetiyle ilişkiler iyice gerildi. Fiilen ortaya çıkan Tahran-Bağdat-Şam hattına karşı tahkimat yapılması ihtiyacı hâsıl oldu. İktidarın Sünni eksenli bir Ankara-Diyarbakır-Erbil ittifakı olasılığından bu kadar heyecanlanmasının nedeni de işte bu ihtiyaç gibi görünüyor.

“Sınırlar yeniden çiziliyor” diye şimdiden el ovuşturanların bulunması şaşırtıcı değil: siyasetçi yeni iktidar alanı doğacak diye sevinir, muhteris tarihe geçme hayalleri kurar, stratejist haritalar önünde coşar, müteahhit ihale aşkıyla dolar. Neticede sınır değişikliği barışçıl yollardan olmayacağı için birileri bunun bedelini canlarıyla ödeyecek. Ortada bir türlü akla gelmeyen sorular var. Mesela, bu proje Arap halklarına sorulmuş mudur? Suriye ve Irak Hristiyanları bu yeni medeniyet projesine nasıl bakarlar acaba? Sünni kardeşliği üzerinden kurulacak bir Pax Ottomana Alevilere ne getirecek? Her şey bir yana Türkiyeli Alevi Kürtler buna nasıl bakacak? (Öcalan’ın mesajının Ermenilerden, Lazlardan, Araplardan, kadınlardan, hatta işçi sınıfından bahsederken Alevileri es geçmesi, en iyi ihtimalle “ezilen mezhepler”den sayması kötü bir tesadüf mü?) Üstelik eğer Sünni karakterli bu eksen oluşturulabilirse, bunun Şii eksenine karşı yürüteceği mücadele tümüyle barışçıl olmayacaktır. Yaşanacak çatışmaların doğurduğu bedelleriyse elbette bölge halkları ödeyecektir.

‘Osmanlı barışı’ diye ne kadar makyajlanırsa makyajlansın Öcalan’ın bahsettiği ve iktidarın da paylaştığı bu proje irredantist bir projedir. İrredantizm bir ülkenin geçmişte aynı devletin parçası olmak ya da kültürel-etnik ortaklık dolayısıyla bir başka ülkenin toprakları üzerinde hak iddia etmesi olarak tanımlanabilir. Öcalan’ın Misak-ı Milli referanslarının ortalama hassasiyetlere hitap etme amacı taşıdığı açık. Ancak ortada gelin sınırlarımızı değiştirin diye bekleyen devletler ya da bizi de medeniyet projenize dâhil edin diyen halklar olmadığına göre uygulama aşamasında projenin askeri saldırganlık içermesi kaçınılmazdır. Hele ki bu konjonktürde, Büyük Türkiye hayalleri pompalamanın ve tam olarak gerçekleşmeyen Misak-ı Milli sınırlarını hatırlatıp irredantizme saplanmanın özellikle yıkıcı sonuçları olabilir.

‘Barış’tan aşırı beklentiler içinde olmamalıyız diyenler esasen doğru söylüyorlar. Elbette Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin her meselesini, hatta demokratikleşme meselesini dahi tek başına çözmeyecek. Kürt hareketinden ülkenin tüm sömürülen, dışlanan ve ezilen kesimleri adına hükumetle pazarlık yürütmesini beklemek de haksızlık olur. Ama bir takım pembe sözlerin ve incelikli örtmecelerin AKP ve Kürt hareketinin üzerinde uzlaşmış gibi göründüğü siyasi projenin içeriğini ve ne denli tehlikeli olduğunu gizlemesine izin vermemeliyiz. Barış diye bize sunulan şeyin Türk ve Kürt gençlerinin Türkiye sınırları içinde değil de dışında ölmesinden ibaret kalmasına razı olamayız.