Medyanın Sülün Osmanları

Ahmet Abakay'ın “Medyanın Sülün Osmanları” başlıklı yazısı 9 Ocak 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bilmeyenler için hatırlatalım. Sülün Osman uyanık bir dolandırıcı. İstanbul’a yeni gelmiş hacıağalara devletin saat kulelerini, heykellerini, Galata Köprüsü gibi yerleri satan biri.

Necip Fazıl Kısakürek ve Peyami Safa başta olmak üzere dönemin bazı gazeteci, yazar ve şairlerinin Başbakan Menderes’ten (yani örtülü ödenekten) kendilerine yandaş yazılar, şiirler yazarak karşılığında para aldıkları ortaya çıkınca, bugünün yandaş köşe yazarları alındılar. Savunmaya geçtiler.

İlk ses, Star gazetesi yazarları Taha Kıvanç (Fehmi Koru) ve Yusuf Ziya Cömert’ten geldi.

Taha Kıvanç, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın Büyük Doğu ekolünden oldukları, Necip Fazıl’ın izinden gittikleri için bu şaire saldırıldığını söylüyor.

İzinden gittikleri adamın yaptıkları hiç de yenilir yutulur değil.

Adam, 1936’da yandaş dergi çıkarmak için Celal Bayar’ın evine gidip para istemiş, 1,600 TL koparmış. O zaman milletvekili maaşı 200 TL olduğu için iyi para.

Adam, Menderes’i de kafalayarak örtülü ödenekten 147 bin lira alıyor. Karşılığında kalemiyle iktidara destek olacak.

Adam, Tan gazetesini basarak komünistlere nasıl ders verdiklerini, makineleri ne güzel tahrip ettiklerini yazıyor.

Adam ayrıca kumar tutkunu. Hatta 4 Mart 1951 tarihinde Polis’in bir kumarhane baskınında yakalanır. (Ayşe Hür, Radikal,
6 Ocak 2013)

Bugünün yandaş yazarları bunları açıklamanın, eleştirmenin hükümete ve Başbakan’a yönelik olduğunu söylüyorlar.
Ulan bari susun. Görmezden gelin. Bunda savunulacak yan var mı?

Sizin dünyanızda gazetecilik, yazarlık, şairlik böyle mi oluyor? Aydının toplumsal sorumluluğunun etiği, ilkesi yok mu?

“Bana para ver, senin için çalışayım, senin için yayın yapayım. Seni ve iktidarını savunayım.”

Bu savunulur mu?

Bu ne yüzsüzlük, bu ne ilkesizlik, bu ne sefilliktir.

Her dönemde bu tür insanlar bu meslek içinde var oldular. Kimileri devlet ve belediye ihalelerinin takibini yaptılar. Kimileri başka yollardan aldılar parayı, ruhlarını sattılar.

Bugün yok mu bunlardan? Hem de ne kadar çok?

Etkili gazete ve tv’lerin yüzde 80’i artık iktidarın denetiminde. Patronlarıyla, yönetici kadrosuyla iktidara hizmette kusur etmemek için canla başla çalışıyorlar. “Aldıklarını” da hak ediyorlar. İktidar sofralarında, uçaklarında konuk ediliyorlar.

Beyler! Gazetecilik, yazarlık herkesin her yalanı, zırvayı, yüzsüzlüğü sergileyeceği bir meslek alanı değil!

Gazeteci siyasal iktidarlara, ekonomik güç odaklarına karşı mesafeli olan, halka doğruları anlatan, barışı, insan haklarını, düşünce ve ifade özgürlüğünü öngören ilkelerden hareket eder.

“Aksi tutum ve davranışlar satılık kalem, satılık beyin”dir. Zaten satılan o beyin de, beyin olmaktan çıkar sakatata dönüşür.

Gazeteciler haksız, hukuksuz şekilde cezaevlerine konulduğunda, meslektaşlarını dolayısıyla mesleğini savunmazsan, susarsan iktidarın adamı, “yanaşma” gazeteci-yazar olursun.

Bağımsız, halkın yazarı olamazsan, gücünü iktidardan alma yoluna girersen, Fransa’lardan Esad’a mektup yazar, “Çekil git, yoksa sonun ölüm olur” gibi tehdit, savaş kışkırtıcılığı, iktidar tetikçiliği yaparsan, itibarın da aldığın Nobel ödülü de yerlerde sürünür. Kendi ülkende sokağa çıkamaz, konferanslara katılamaz duruma düşersin.

Medya yöneticileri olarak böylesine sorumsuz olursan Başbakan da meydanı boş bulur, medya patronlarını, üst yöneticilerini toplar, nasıl gazetecilik yapılması gerektiğini anlatır, “hizaya geel” toplantıları yapar.

Böyle olunca da bir gazete patronu ya da yöneticisi kalkıp, “Başbakan, başbakan bana nasıl gazetecilik yapacağımı sen öğretemezsin” deyip o toplantıyı terk etmez.

Sen böyle duyarsız olursan, Türkiye cezaevindeki gazetecilerin sayısı bakımından dünya birincisi olur.

İktidarlar gelirler, giderler.

Bir zamanlar saltanatlarının hiç bitmeyeceğini sanan Turgut Özal ailesi ve çevresindekiler vardı. Özal’ın kızının evinin önüne son model Jaguar otomobil “hediye “gönderilmişti. Olağan karşıladılar ancak olay basında yer alınca istemeyerek geri verdiler.

Yine o zamanlar, “benim oğlumun bir dikili ağacı yok” diyen Semra Özal’ın oğlu, üstelik anayasa yasakladığı halde, çok büyük paralar isteyen interstar, ardından kanal 6 tv’lerini kurup başına oturmuştu. Kimin parasıyla?

Medya kurumları ve gazeteciler, yazarlar iktidarlara karşı ölçülü, mesafeli, dikkatli olmak zorundadır.

Bugün de medyada Sülün Osmanlardan geçilmiyor. Çoklar. Kendilerini gizleme gereği bile duymuyorlar. Demek ki “kaşarlanma” böyle bir şey.