'1789 neyse 1923 de odur. Haliyle bunları sermaye sınıfına karşı olduğu kadar liberal saldırıya karşı da savunma görevimiz var. Emperyalizme, sermayeye ve gericiliğe karşı mücadeledir esası.'

Liberal akla ihtiyaç var mı?

Biliyoruz, solumuzda da tabular var. HDP, bu tabu kontenjanından en çok faydalanan siyasal oluşum. Örnek olsun, ABD’ye yaslandığında, TÜSİAD’ın kapısını çaldığında, şeyhleri-şıhları birer ulusal kahraman olarak andığında görmezden geliyor sol. Ulusal halk hareketi kimliğinin bu tür manevraları kapsadığı ön kabulü ile hareket ediyor ki belli açılardan haklı da bulunabilir aslında. Ama solculuk iddiası da var HDP’nin. Geçtim solculuk iddiasını, solun bütününün hamisi gibi davranmaya pek istekli başından beri. Haliyle bunların bir kısmını “sömürgeci TC’ye karşı mücadele eden Kürt halk hareketi” şalıyla örtmek mümkün değildir. Böyle hallerde genellikle yapıldığı gibi görmezden gelmek, sessizlik duvarıyla çevrelemek ve unutulmaya terk etmek bir yol olarak ortaya çıkıyor. Bununla birlikte kimsenin, tabii HDP’nin, eleştiriden azade olmak istediğini sanmam, eleştiriye ihtiyaç hep var. 

Eleştiriye, tabuya dokunarak başlayabiliriz öyleyse. Emperyalizme, sermayeye ve gericiliğe meyletmenin makul bir yanı olamaz, yoktur. Kim bu yola girdiyse yanlış yoldadır, not etmiş oluyoruz.

HDP’nin 5. Olağan Büyük Kongresi’nde belirlenen ve açıklanan “Danışma Kurulu” da aynı sessizlik duvarının arkasına gizlendi. Oysa açıkça HDP’ye yüklenen sol kimlikle çelişik yanları vardı kurulun bileşiminin. Kuruldaki bazı isimler hakkında sağda solda homurdanmalar ortaya çıkınca, HDP “stratejik akla ihtiyaç duyduk” diye açıkladı tercihinin sebebini. Malum son zamanlarda kolay bulunan bir şey değil stratejik akıl. “Ortak akıl” arayışları hezimetle sonuçlananı beri, epey bir dağılmıştı zira. Akıldan kasıt liberal akıldır. Bir kısmı 15 Temmuz şeyinden sonra tası tarağı toplayıp Avrupalı sponsorlarına sığındı, bir kısmını “FETÖ”ye yardım yataklıktan içeri tıkıldı, bir kısmı korkup emekliye sevk etti kendini. Arda kalanlar, stratejik aklı olacak HDP’nin. 

Kimden söz ediyorum? Ali Bayramoğlu ve Hasan Cemal var aralarında, tabii Kambersiz düğün olmaz, Mehmet Altan var. Bu unsurlar AKP ile yaptıkları ittifak bozulunca iktidarın Fethullah ayağına yanaşmışlardı. Sonra o imkân da ortadan kalktı. Geriye kaldı HDP ve CHP. Fakat tabii, Türkiye’nin son otuz yılında gericiliğin safında savaşmış ve buna rağmen az sayıda kaybeden arasında yer almayı başarmış bu cengaverler nasıl bir stratejik akıl önerecekler HDP’ye belirsiz. Akılları belirsiz ama bu yeni yuvada kalabilecek imkanları var. AKP’de “muhafazakâr demokrat inkılap” bulmuş unsurlar bunlar. HDP’de daha fazlasını bulurlar, icat ederler, kullanırlar. 

***

Çok önemsiyor değilim, HDP uzun süredir liberal bir akıl tarafından yönetiliyor zaten. Mithat Sancar’ı adı geçen danışma kurulu üyelerinden ayrı konumlandıramayız örneğin. Ama buna rağmen adı geçen tiplerin Danışma Kurulu’na dahil edilmesini önemsiz sayamayız. Bu aynı zamanda, AKP’nin işlediği bütün suçlarda dahli olan liberal çeteyi sol nezdinde temize çekme girişimidir. 

Bu durumda eleştiriye liberallere dokunarak başlama şartı var. AKP’nin suç ortaklarını aklamaya kalkışmanın makul bir yanı olamaz, yoktur. Kim bu yola girdiyse yanlış yoldadır. Liberal kaçkınları tabu şalıyla sarmalayamaz kimse.  

Hoş, zaten bütün tabuları yıkıp geçiyor hayat. Geçen hafta Rojava halkını, bölgeye saldırı hazırlığındaki AKP’ye ve tabii onu destekleyen NATO, ABD ve AB’ye karşı direnmeye çağıran Cemil Bayık’ın açıklamalarını hatırlayın. Devrime kalkışanlar, a priori, zaten bunlara güvenmemelidir. Liberal stratejik akıl ise tersini söyler, NATO’cu, ABD’ci ve AB’cidir bu akıl. Bayık’ın uyarısı yerinde ama kuşkusuz “Biji serok Obama” saçmalığına yol açan bir iklim de var.

***

O iklimin mucidi liberallerdir. 1923 ileri atılımıyla bir kan davaları var. Haliyle cumhuriyete ve laikliğe mesafeli herkesle iş tutarlar. HDP’ye de CHP’ye de yanaşmaları bu nedenledir. 

Bunun nasıl bir zehirlemeye yol açtığını şöyle anlatayım: Şeyh Sait’in idam yıl dönümü nedeniyle düzenlenen panelde konuşan Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren, bağımlı yargının 1920 yılında başladığını söyledi. Daha önce, Abdülhamit dönemini kast ediyor olmalı, böyle bir şey yoktu. Sizi şaşırtmasın, eğitimde karşı devrimi 1924'te başlatanlar var. Sözünü ettikleri şey, ülkedeki bütün eğitim kurumlarını Eğitim Bakanlığına bağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu. Nedir esası? Monarşiden miras ikili eğitimi ortadan kaldırmak, eğitimi laikleştirmek. Eğitim birliği sağlanmadan devrim olur mu? 

“Bağımlı yargı” için 1920 tarihinin seçilmesi rastlantı değil. Sadece derin bir cumhuriyet düşmanlığından çıkarılabilir o tarih. Ülkenin bütün ilerici birikimleri de hedefe oturur böylece. Yaptıkları budur. Bizim “hürriyet” gördüğümüz yerde onlar darbe görüyorlar haliyle. Şeyhe selam çaktın mı hürriyetin karşısında 31 Mart gerici ayaklanmasına yaslanman kaçınılmazdır. Kaldı ki Şeyh Sait kalkışmasıyla 31 Mart gerici ayaklanmasının aktörleri tarikatdaştır, Nakşibendiye kolundandır.  

Çok açık; cumhuriyetin bir “soykırım organizasyonu” olduğu tezi ile yola çıktın mı bütün gericileri ilerici görürsün. Şeyh Sait’te ulusal kahraman, Özal’da yılmaz bir özgürleştirici, Tayyip Erdoğan’da muhafazakâr demokrat bir inkılapçı bulursun. İdris Küçükömer şaşkınlığıdır hepsi. Böyle olunca, Türkiye ve cumhuriyetin ilerici kazanımlarının daha ileri, sol bir cumhuriyete dönüştürülmesi için kavga edenler de faşistler kategorisine itilebilir. Bu durumda bütün bir cumhuriyet tarihi yok sayılmalı, arındırılmalı, Türkiye kendisiyle yüzleşmelidir. Helalleşme versiyonu da var, ciddiye alamıyoruz.

Peki bizim dediğimiz ne? 1789 neyse 1923 de odur. Üstelik 1923, 1917 Ekim Devrimi’nin büyük “mucize”lerinden biridir. Haliyle bunları sermaye sınıfının yanı sıra liberal saldırıya karşı da savunma görevimiz var. Bu savunmayı yeterince yapamadığımız için dinci gericilik iktidarda. Ve bu gerici iktidarın kurulmasında liberal aklın saldırılarının tartışmasız bir payı var. 

***

Biliyoruz, çok güçsüz olduğumuzu düşünüyorlar, solu bu liberal hezeyanın bir parçası yapmaya çalışıyorlar. Sorumluluğunu salt HDP’ye yükleyemeyiz, sermaye ve Batı destekli bir projedir bu. 

Ama sermayeye ve Batı’ya dayanarak cumhuriyet kuramazsınız zaten. 1923’te ne olmuşsa onlara rağmen olmuştur ve gelecekte ne olacaksa onlara rağmen olacaktır. 

Hakkını teslim edelim, liberal aklı güncel kılan bir pratik var. Sermaye ve yedeğindeki CHP laik cumhuriyeti cami avlusuna bırakıp kaçtı. Şimdi anti laik çetenin gözde partilerinden biridir. Ama öte yandan cami avlusuna bırakılan şey CHP’nin kendi tarihidir. Kemal Okuyan özetledi durumu, “CHP’nin dünü kalmamıştır. Bugünüyse Millet İttifakı’dır” dedi. Daha iyi nasıl özetlenebilir bilmiyorum. Geçtik sınıfı, kurucusu olduğu laik cumhuriyete ihanet eden bir partinin geleceği olur mu?

Soruyu biraz daha genişletelim öyleyse; ayağını 1789’a, 1917’ye, 1923’te basmayan sol olur mu?

Peki, dediğimiz ne? 1789 neyse 1923 de odur. Haliyle bunları sermaye sınıfına karşı olduğu kadar liberal saldırıya karşı da savunma görevimiz var. Emperyalizme, sermayeye ve gericiliğe karşı mücadeledir esası. 

Kim kime ne danışır bilmeyiz. Liberalizmle müzakere değil mücadele edilmelidir.