Kitleler kandırılıyor mu: Yok canım, daha neler!

PsikesoL Kolektifi ile geçen hafta başladığımız, ilk iki bölümünü yayınladığımız söyleşi dizisinin üçüncü bölümünü yayınlıyoruz... Popüler söylemde kendine çok sık yer bulan "kitlelerin kandırılması" konusuna değiniyoruz... Kitleler kandırılıyor mu? Yoksa herkes az çok oyunun farkında mı? Bu çetrefilli konuyu bir de psikopolitik açıdan ele aldık.

Ahmet Çınar

PsikesoL Kolektifi ile geçen hafta başladığımız söyleşiye devam ediyoruz.

Bu hafta popüler söylemde kendine çok sık yer bulan kitlelerin kandırılması konusuna değiniyoruz.

Kitleler kandırılıyor mu? Yoksa herkes az çok oyunun farkında mı?

Bu çetrefilli konuyu bir de psikopolitik açıdan ele aldık.

Siyasetteki onca yalana, büyük dönüşlere ve söz tutmamalara rağmen bu iktidarın nesi tuttu? Nasıl oluyor da Erdoğan'ın üslubu tutabiliyor? Bu bir kandırılma hali mi?

Daima ve her zaman. Yani kandırılma yok demek mümkün mü? Devasa bir mekanizma işliyor kandırma için. Ama öte yandan “Evet ya, her şey bir kandırmacadan ibaret” diye kestirip atmak da mümkün mü? Bakın burjuva siyasetinin zihinlere işleyen tılsımlı anahtarları vardır. 1848’den beri işe yarar bu anahtarlar. En etkili zihinsel anahtar ise şudur: Aynı gemideyiz, aynı kaderi paylaşıyoruz! Aman!

Geminin batma ihtimalini göstererek geniş emekçi kesimleri kürekleri bırakmamaları ve güverteye çıkıp geminin yönetimini ele geçirmemeleri için ikna etmeye çalışırlar. Tüm bu devasa mekanizma, yani medyasından eğitimine, dinsel örgütlenmelerinden gündelik hayatına ikna ve rıza için işler. Öte yandan aslında bu tek taraflı değil karşılıklı bir kandırmacadır.

Karşılıklı derken kitleler de iktidarı mı kandırıyor?

Bakın, geniş kitleler istikrar ister. Belki huzur, mutluluk istemek kötü de sayılamaz. Ama bu isteğin zihinsel yanı, alt metni pek gündeme gelmez. Hâlbuki köklü bir endişe hali vardır ardında. Kitleler işlerin daha kötüye gitmesine dair kadim bir endişe içindedir. Endişe, yani anksiyete ise öyle uzun boylu katlanılabilecek bir duygu değildir. Anksiyete harekete geçirir ve bu harekete geçiş genelde varolanı koruma yönündedir: Kitleler düzen için, istikrara kanmış gibi görünüp küreklere asılırlar.

Ama gemi istikrarsızlığa yelken açmıştır bir kere. Küreklere asılma endişeyi bir türlü yatıştıramaz: Aynı çark döner ve dönüp dolaşıp aynı duyguya gelir kitleler; yani endişeye. Bu nedenle de tebaa kralın önünde yerlere  kadar eğilirken usulca yellenir ve intikamını mutlaka alır. Çoğu zaman simgesel boyutta alır. Mesele kuşaklar boyu aktarılan travmalarımızın sonucu yaşadığımız kaygı, korku, endişe duygularımızın kitleleri nasıl yönettiği/kandırdığıdır aslında. Erdoğan ve benzeri burjuva siyasetçilerinin en iyi becerisi bu kadim duyguları canlandırmaktır. İşte yok edilmek, kurtlar sofrasına düşmek gibi.

Ama yine de tuhaf bir durum yok mu? Yani kandırılma için devasa bir mekanizma varken sadece simgesel bir yanıt olmasında.

İşimiz kitlelerin zihinsel işleyişini anlamak ise dile dönmek iyi olabilir. Dil, dilin kullanım biçimi o zihinselliğe dair hiç umulmadık bilgiler verebilir çünkü. Mesela kanmak fiili ilginç bir fiil. “Kanmışım” denir; pek öyle kolayca “kandım” denilmez. "Kandırıldım, kandırılmışım" diye de devam eder. Öznesi "ben" olmayan, olamayan bir fiil, kanmak fiili. Özneyi aklayan bir kullanımı var. Faili belirsizleştiren bir kullanım. Hâlbuki kanıt da aynı fiilden türemiş bir isim. Ve inanmaktan çok bilmek ile daha ilgili. Öte yandan bir de kanı var ve bir duruma dair yürütülen bir muhakemenin sonucunu anlatıyor. Yani fiil hali özneyi temize çıkarırken, aklarken, isim halleri ise öznenin aktif katılımını gerektiren bir süreci anlatıyor.

Kitleler kandırılıyor da özneyi aklayan bir kullanım. Örneğin bugün kitlelerin milletvekili olmak için para, güç, makam, ün, şöhret gerektiğini bilmediklerini ve bunu kabul etmediklerini söylemek mümkün mü? İnsanlık bu çadır tiyatrosunda neyin ne olduğunu anlayacak kadar yeterli vakit geçirmedi mi? Ya da siyasetin az çok kandırmak ve kandırılmak olduğunun farkında değiller mi? Bakın Erdoğan’ın miting konuşmalarını izleyin. Kitle ile kurduğu ilişkiye bir bakın. Orada kandırma ve kandırılmanın içiçe geçtiği anları görebilirsiniz. Hatta mimikleri. Kitleler için oyunun kuralı böyle.

Bir tür fasit daire gibi o zaman; sanki çıkışı yok sürecin...

Kitleler haz alıyorlar bu karşılılıktan. Ama hemen altında ise bir kaçınılmazlık, mecburiyet algısı var. Neye mecburiyet? Endişeye mecburiyet. Hâl böyle olunca kendini aklamak, kandırıldığını düşünmek ve keyif almaya çalışmak bir tür yaşama tutunma refleksi gibi. Çok temel. Travma mağdurları geliyor aklımıza. Bir kısırdöngüye girerler; hayatlarında o ilk travmaya benzeyen hâller farklı kılılarda tekrarlar. İçine girdikleri kısır döngüden keyif almazlar elbette ama o travma döngüsünü tekrar ve tekrar yaşayacakları davranış kalıpları geliştirirler. Bir anlamda travmalarını derinleştirirler. Sanki bile isteye belayı çekiyor gibidirler ama aslında ellerinden gelen budur. Çünkü fizyolojik tepkileri savaş veya kaç değil, donmadır.

Bunu siyasete özne olmaktan çıkma olarak da çevirebiliriz. Öznesizleşen bir özne hali. Kitleler ve iktidar ilişkisinde de olaylar karşısında gittikçe nesneleşen bir özneden bahsediyoruz aslında. Haz veya başka bir açıdan örneğin mizah bu nesneleşmenin yarattığı çaresizlik durumundan kontrollü bir çıkış çabası olarak da görülebilir. Yani Erdoğan iktidarına karşı açığa çıkan mizah bir tesadüf değil yani. İyi, güzel ama öznesizleşen bir özne halinin de dışavurumu.

İktidar basınında sık geçen bir tabir var. Siyasette de sık başvuruluyor: algı operasyonu. Nedir bu algı operasyonu? Bahsettiğiniz endişe, aklama, haz döngüsünü körükleyen bir durum mu?

Algı operasyonu tanımlamasının kendisinin aslında bir algı operasyonu olduğunu düşünüyoruz. Yalan dolan, çarpıtma, kandırma üzerine kurulu burjuva siyaseti afilli tanımlamalarla aklanamaz. Elbette kitlelerin algılarını manipüle ediyorlar. Burjuva siyasetinin ilk yapılandığı zamanlardan beri. Marx, Louis Bonaparte'in 18 Brumaire’inde çok canlı anlatır, sınıfsal tavırların gün ve gün nasıl opere edildiği, yönetildiğini. Burjuvazi oralardan beri algılara oynuyor. İdlib’e bakın. Ne görüyorsunuz? Belki orası çok bariz bir örnek. Örneğin Kılıçdaroğlu'nun dosya çıkışı! Nedir? Kime söylenmiştir? Dosya var mıdır? Yok mudur? Algılamayı, hatta tam da iktidarı algılamayı bozan bir girişim. Niyetlenilenin tam tersi yani. Açıklarken bulandırmak.

Kitlelerin algısıyla oynamak bu kadar kolay mı yani?

Pek değil ama bir nokta daha var. Tılsımlı bir nokta daha! Siyasetin yani politik olanın hipnotik bir yanı var. Bir tür sakinleştirici gibi siyaset. Antik Yunan'dan beri. Modern dünyada burjuvazi siyasetin bu özelliğini çeşitli olanaklarla daha yetkin ve yaygın olarak kullanıyor. Yine de siyasetin bu hipnotize edici yanının tek taraflı işleyen ve sadece burjuvaziye özgü olmadığını bilmek gerekiyor. Kitleler siyaseti hipnotize olmak, yatışmak için de seviyor. Örneğin dünyanın farklı coğrafyalarında ve Türkiye’de siyasette dini referansların bu kadar yer kaplaması tesadüf değil. Hipnotizma daha güçlü bu tarzda. Daha etkili.

Ve orada, yani hipnotize olmada ve bunu sevmede uykuya geçiş var. Tabii ki rüyalar ve kâbuslar da var. Ama düş kurmak yok. Dedik ki burjuvazi bunu seviyor, kitleler de seviyor ve dini referanlarda etkisini artırıyor. Ama ilginçtir; dünya solunda siyasetin bu hipnotize edici yanını seven onlarca yapı ve eğilim var. Çipras örneği artık sıradanlaştı, hatta eskidi ama iyi bir örnek. Devrimci siyaset ise hipnotize etmeyen, farkındalığı arttıran, düş kurmayı sağlayan, buna alan açan siyasettir. Yani algı operasyonu var ama algı operasyonunu reality show tadında yaşayan bir kitle de var. Bizim yaptığımız ise algıları açmak.

Yarın: Küçük adamlara küçük iktidarlar!