İktidarsız Muhalefetin Halleri ve Erdoğan’ın Heybesi

PsikesoL Kolektifi ile dün başladığımız söyleşinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Söyleşinin bu kısmında ortalamasını CHP’de bulan düzen içi muhalefetin psikolojisine değinen Kolektif üyeleri iktidarsız muhalefete rağmen Erdoğan’ın da Türkiye sağına ait tüm tarihsel söylemleri heybesinden çıkarmak zorunda kaldığına dikkat çekiyorlar.

Ahmet Çınar

PsikesoL Kolektifi ile dün başladığımız söyleşinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Söyleşinin bu kısmında ortalamasını CHP’de bulan düzen içi muhalefetin psikolojisine değinen Kolektif üyeleri iktidarsız muhalefete rağmen Erdoğan’ın da Türkiye sağına ait tüm tarihsel söylemleri heybesinden çıkarmak zorunda kaldığına dikkat çekiyorlar. Bu zorunluluk ise geriye ciddi sorunlar bırakacakmış gibi görünüyor: Gerçeği değerlendirmelerinin bozulması da dahil olmak üzere.

İktidara değindik ama ya sosyal demokratlar? CHP’nin utangaç muhalefetinin tabanı üzerindeki etkisi nedir? Sizce bu durum CHP kitlesini Erdoğan’ın psikolojik girdilerine açık hale getiriyor mu?

Bir yandan CHP yönetiminin Erdoğan sonrası Türkiye’ye yatırım yaptığını, Erdoğan’ın aşırı kutuplaştırıcı siyasetine karşı çatışmaya girmeyen bir siyaset izlediğini söyleyebiliriz. Bu durum kimliksiz bir kimlik, siyasetsiz bir siyaset olarak da görülebilir. Sağduyunun aşırılaştırılması ile CHP’nin kitlesini siyasi reflekslerinden arındırma çabası birleşince ortaya fazla gürültü çıkarmayan bir toplam çıkıyor. Bu durum, geniş bir kesimi Erdoğan’ın psikolojik girdilerine açık hale getiriyor ve aynı zamanda babanın yasasına da bağlıyor. Yani itiraz etmeyen, düzenden, yasadan medet uman bir çizgi bu. Ki hatırlarsanız Kılıçdaroğlu referandumdan “Hayır” çıkması durumunda her şeyin, yani makamların, isimlerin olduğu gibi devam edeceğini söyledi. Hem de Evet cephesi daha ağzını açmadan. Bunun psikolojik anlamı da nettir: Babanın yasasını tanıyacağız ve katiyen çiğnemeye kalkışmayacağız. Omnipotan babanın impotan, yani iktidarsız muhalefeti.

Korkuyorlar mı?

Evet, kesinlikle. Ama neyden? Kılıçdaroğlu ve ekibinin Erdoğan Türkiye'sini yönetmek zorunda kalmaktan korktuğunu da görmek lazım. Topluma bakıyorlar, emperyalizme bakıyorlar ve dönen dolaplardan korkuyorlar. Bu durum bir taraftan bireysel bir korku. Ezkaza iktidara gelseler ordu ve emniyete yıllardır yerleşmiş gericiliğe söz geçiremezler. Çeşitli ayak oyunlarına maruz kalırlar. Bunu biliyorlar. Öte yandan Erdoğan'ın libidosuna ve kavgacılığına da uzaktan yakından yetişemezler. Günümüz Türkiye kapitalizmi Erdoğan'dan iyisini bulamaz. Bunu da iyi biliyorlar. Bildiklerini ise dile getiremiyorlar. Bu nedenle akıllıyı oynamaya çalışırken sürekli sürçüyorlar. Mesela ne dedi Kılıçdaroğlu? "Cumhurbaşkanı tarafsız olacaksa biz de evet diyelim" dedi. Esas isteği budur. Tarafsız, iktidarsız, impotan bir makam. Ama Türkiye kapitalizminin geldiği nokta, öyle impotan ve tarafsız, aklıselim bir yönetimi kaldırmıyor. Bunu da iyi biliyorlar. Ve topa fazla girmeden maçın galibi ilan edilecekleri günü bekliyorlar.

Söyleşimizin ilk bölümünde iktidar siyasetinin hali için psikoz dediniz. Biraz açar mısınız? Hezeyanlar içinde bir iktidar var belki ama ya toplum? Toplum da psikozun içinde mi?

Aslında bu çeşitli sebeplerle paylaşılmış bir psikoz. İktidarın hezeyanlarını paylaşan toplum kesimlerinden bahsedebiliriz. Güncel gerçekliği dün değindiğimiz tarihsel zorlantılar ile harmanlayarak yeniden kurgulayan bir konum bu. Gezideki türbanlı bacıya saldıran deri pantolonlu eylemci meselesi veyahut Abdülhamit’ten bir cihan sultanı yaratılması gibi. Tarihsel mağduriyetlerden yola çıkıp tarihsel zaferlere ulaşan bir yeniden doğuş efsanesi kurgulanıyor ama ne halkımız o efsanelerdeki gibi dinç ve gürbüz ne de devletleri savaş yürütecek ve yönetecek halde. Bir yandan da tüm bunların koca bir saçmalık olduğu alttan alta biliniyor gibi ama köprüden önceki son çıkış oldukça geride kalmış durumda. Gittiği yere kadar gidelimcilik ile oyuna devam ediliyor. İşte psikoz bu tablonun genel hali.

Bakın, psikoz için, yani gerçeğin hiç de olmadığı gibi değerlendirilebilmesi için bölme ve yansıtma dediğimiz zihinsel mekanizmalar çok önemlidir. İktidarın dili, retoriği zaten bölme içinde yüzüyor. İktidar bölüyor ve kötü olan ne varsa ötekine yansıtıyor. Erdoğan’ın siyasi kişiliği ve dili de buna gayet uygun. Bu bölme ve yansıtma, toplumdaki tüm ilkel arzulara sesleniyor. Toplumun içine işlemiş olan, toplumsal bilinçdışının derinlerine yerleşmiş olan her şeye sarılıyor iktidar bugün. Meseleler öyle bir halde yaşanıyor ki sanki sülale içi, mahalledeki komşular arası bir çekişme, çatışma bu. Bölme ve yansıtma çok canlı: “Malları dayınlar kaptı ama aslında onların hepsi bizim!” gibi. Ortalıkta bol bol "Hain dayınlar" ve "Nankör halanlar" dolaşıyor. Ya da ötekinin kötü olmasını isteyen, içten içe bunu isteyen ve artık içinde de taşıyamayan kasaba esnafı gibi. Tüm bunları kaşıyor Erdoğan. Muhtarlar boş bir seçim değil. Onlarla sürekli buluşması yani. Hem propaganda çalışması. Hem de ilkele ulaşma ve işleme ortamı orası.

İlkel derken ne kastediyorsunuz? İçimizde ne var ki bunları kaşıyınca canavarlar çıkıyor?

İlkel derken daha çok derinde olan, köklü arzulardan bahsediyoruz. Gelişmemiş anlamında değil; gelişimin erken dönemlerinde gömülü kalmış olanlardan bahsediyoruz. Ve sonrasında da farklı kılıklarda yaşanan ama söze dökülemeyen/anlaşılamayan istekler bunlar. Kardeş haseti gibi; gelişimin çok erken dönemlerinde yaşanır, dile dökülemez ama çok etkilidir. Sonraki her şeyi etkiler. Bu haset toplumsal tarihin içinde bir yerlere gömülmüştür ama sonrasında gelen her şeyi de etkilemiştir. İşte bunlar kaşınınca ölüm kalım hisleri tetikleniyor toplumda. Sanki az sonra kıyamet kopacak gibi toplumun içi. Oralardan da fevrilik, linç ortamı çıkıyor. Canavarlar bunlarda sembolize oluyor. Örneğin portakalı kesmek, bıçaklamak böylesi bir ilkellikten çıkıp geliyor.

Bu tarz sürdürülebilir bir siyasi strateji midir? Sınırları nedir?

Erdoğan bu süreçte Türkiye sağının yüz yıllık tüm retoriğini sahaya sürmüş durumda. O heybede ne varsa hepsini kullanıyor. Yani sürecin içinde bir anlamda sağ popüler söylemin bir devamlılığı var. Bu anlamda tabii ki sürdürülebilir. Ama bir o kadar da dönemsel. İhtiyaçlara göre ayarlanıyor. Hatta günlük bir ritme sahip. Açık konuşmak gerekirse Erdoğan Türkiye sağının tüm retoriğini harcamak üzere. Bakın İslamcılık, Turancılık yani bunların güncel versiyonları bir kez daha tokat yiyebilir bu topraklarda. Unutmayalım ki bu topraklarda Cumhuriyeti mecbur kılan bir yandan da Osmanlıdır. Yine aynı yerdeyiz ve bu sefer bambaşka yerlere gitme olanağımız daha geniş olabilir.

Sağ iktidarların sahip olduğu daha tarihsel özellikler açısından bakıldığında adil düzen, kalkınma gibi retoriklerin boşa düştüğünü bunların yerine duble yolculuk, ümmetçilik ve kayırmacılığın aldığını görüyoruz. Örneğin önceden de Alevi vali yoktu ama bu devletin dile getirilmeyen bir politikasıydı. Şimdi ise her şey ulu orta.

Çok doğru. Erdoğan'ın şahsiyetinde de somutlanan arzuları doğrudan ifade etme, tümgüçlülük, toplumda ve siyasette bir tür kopuşu/anomaliyi de yarattı. Kendisine tapan o iyi çocuklarının fantezileri babanın hasılasını aşabilir yani. Bunu görüyorlar mı? Pek sanmıyoruz. Yani hiç kimse kendi nevrozuna doludizgin gömülü iken kendisinin kendisine neler yaptığını göremez, anlayamaz. Ancak bir başkası gösterebilir bu hasarı. Şu anki iktidar ise kendisinden başkasını görecek durumda değil. Hamle üstüne hamle yapıyorlar ama bir türlü rahatlayamıyorlar. Ve şapkanın içinden çıkacak tavşan da sanırız kalmadı. Yani Hayır’ın ve Evet’in psikolojisini etkileyecek hamleleri daha var mı? Önümüzdeki günlerde bunu yaşayıp göreceğiz.

 

Önümüzdeki hafta: Kitleler kandırılıyor mu yoksa arzuluyor mu?