Öğrenci hareketleri pasifize olabilir mi? (M.Deniz Schulze)

Marksistlerde çok yaygın görülen hastalıklardan biri de benzeşim (analoji) yönteminin olduk olmadık yerlere uygulanmasıdır. Tarihsel anlamda birbirinden kopuk örnekler ve zorlama soyutlamalarla yapılan “tespitler”, dünyada veya ülkede uzun süren sessizlik sonrası başlayan toplumsal hareketlere hasret kalan Marksistlerin ilgi odağı haline gelir. 1848 Ayaklanmalarının, “Arap Baharı” denen emperyalist restorasyon sürecine benzeşimi son dönemlerde görülen en belirgin örnektir.

Fazla uzatmadan konuya geçeceğim. Amaçladığım, 10 günden fazla süredir ülke gündemini meşgul eden ODTÜ öğrenci eylemleri konusunda mektup yazmanın dışına çıkan bir tartışma ortamının yaratılması ihtiyacına bir katkı sunmaktır. Mektup yazma siyasi bir kimliğin değil, olabildiğince dolaylı yoldan siyasal bir tepkinin dile getirilmesidir. Günümüz örneklerininse “anonimleşmeye” yol açabilme ihtimalinin bulunduğunu da belirterek ilk saptamaya geçiyorum.

Bugün kim ne derse desin ODTÜ eylemleri ile benzeşim özelliği gösteren en yakın örnek TEKEL direnişidir. Benzeyen yönler (1) eyleme geçiş biçimi bakımından, (2) eyleme gösterilen siyasi tepki ve kullanılan argümanlar bakımından, (3) eylemin meşruluğu bakımından olarak sıralanabilir.

AKP, bunun böyle olduğunu artık iyi bilmektedir. Üstelik bu parti 2009 yılına oranla çok daha fazla hata yapabilme potansiyeli barındırmaktadır. O halde sınıf mücadelesinin çıkarttığı derslere göre şunları söyleyebiliriz (1) AKP rejimiyle doğrudan karşı karşıya gelen toplumsal kesimler ideolojik yaklaşımların birer öznesi haline gelmektedir. Daha doğrusu bu kesimler (toplumsal bilinci su yüzüne çıkaran özneler olarak) ideolojinin, toplumun daha geniş kesimleriyle temas sağlama imkanı yaratmaktadır (2) Bu tehlikeyi fark eden düzen güçleri, yarattıkları sonuca bakarak çark etmeye çalıştıklarında başarısızlığa uğrayacaklarını görüp daha eski yolları denemektedir. Soğuk Savaş yıllarından kalan bu deneyim önemsizleştirme, meşruluğu yitirtme ve normalleştirmedir (3) Toplumun geniş kesimleriyle temas kurma ihtimalini de hesaba katarak meşruluğun, gösterilen tepki bakımından ve toplumun eylemleri kabul etmesi bakamından çift yönlü ilerlediğini söyleyebiliriz.

Eylemin TEKEL direnişi gibi sonlanmayacağını öne sürmemiz içinse sürecin olasılıklarına işaret edip siyasetimizi buna göre şekillendirmemiz gerekiyor. Bu olasılıklar elbette var olan mücadelenin gireceği aşamaya ve yerelliklerde müdahalenin gelişeceği ortama göre değişecektir. Bunun içinse TEKEL örneğiyle benzeşmeyen noktalara bir ayrım koymamız gerekiyor (A) Eylemler, öğrenci eylemlilikleridir. Saman alevi gibi başlayıp biten öğrenci eylemlerinin tarihine baktığımızda bu kez potansiyel riskler farklılaşmaktadır. (B) Eylemler, TEKEL direnişine destek amaçlı başlayan yerelliklerdeki “yaygınlaşma”dan (ilaç, battaniye yardımları vs.) farklıdır. Farklı yerelliklerde yapılan öğrenci eylemlerinin amacı (özünde) ODTÜ’ye destek vermek değil, bulunulan yerlerde merkezileşmiş sorunların dile getirmesidir. Patriot, Erdoğan veya emperyalizm ODTÜ’nün değil Türkiye’nin sorunudur. Üstelik katmerleşmiş gericilik ile üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin tepkiselliklerini dile getirebileceği meşru bir ortam doğmuştur. Dahası yayılan kitlesel protesto gösterileninin hedefi de bir bütün olarak AKP’nin üniversitelerdeki zihniyeti haline gelmiştir. (C) O kadar belli olmasa da (!) eylemler dinamiktir. Sokaktaki dinamizmin bir çadır eylemine göre daha çabuk kitleselleşme yarattığı açıktır.

ODTÜ ve daha sonrasında yayılan eylemler, özneler tarafından doğru değerlendirilmediği ölçüde toplumsal dinamikleri içine çeken, çektiği ölçüde de taraflaşmanın bir öznesi haline gelemeyen gelip geçici kendiliğinden eylemler olmaktan öteye geçemeyecektir. Daha açığı, taraflar belli olmadığı ölçüde hareketlere karşı manipülasyonlar artacaktır. Öğrencilerin karşısında yalnız Başbakan Erdoğan ve ordusu değil, AKP’nin medyası da bulunmaktadır. Ama tarafını anti-emperyalizm, yurtseverlik ve sosyalizmin üzerinde inşa eden bir hareketin toplumsal dinamiklerin olası etkilemelerine daha kapalı, hatta tersine bu dinamikleri içine çektiği ölçüde büyüyen bir hal alacağı çok açık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Sosyalistler pragmatizmi fetişleştirmeden ilkeli bir duruş sergilemeli bunu yaparken oldukça akılcı davranarak kimi kapıları da açık bırakmalıdır. Hareketin pasifize olmamasının ilk yolu buradan geçmektedir.