Açılım yalanını direnişler boşa düşürdü

Birbirlerine düşman gözüyle bakan Türkleri ve Kürtleri Ankara soğuğunda birleştiren TEKEL Direnişi, Van depremzedeleri için Türkiye’nin dörtbir yanının seferber olması ve elbet en önemlisi Haziran Direnişi, AKP’nin açılım yalanını boşa düşüren başlıca olaylardı.

Özkan Öztaş
Kürt sorunu deyince meselenin muhataplarından ilk akla gelen özellikle son 20 yıldır PKK olmuştur. Kuruluş yıllarında çok ciddiye alınmayan PKK, yıllar geçtikçe halk nezdinde meşrulaşmış ve Kürt halkının haklı gururu olmuştu. Fakat AKP ile birlikte Kürt sorunu mevzu bahis olduğunda tek muhatabı olan bir süreç kimi sıkıntılara işaret ediyordu. Bunun için yer yer Kürt sağı ile de temas kuran AKP, özellikle de Amerikancı bir çizgide olan Barzani ile protokol formatında görüşmeler yapıyor ve kimi ticari anlaşmalara imza atıyordu. İş adamlarıyla yapılan Kürdistan seyahatleri, Ankara’da PKK’ye karşı ittifaklar şeklinde duyurulan Barzani’li buluşmalar medyada geniş yer kaplıyordu.

AKP önce Barzani ile temasları kurduktan sonra, Kemal Burkay’lı, Leyla Zana’lı kimi görüşmelerle ilerledi süreç. Kemal Burkay’ın mevsimin Akdeniz* olduğu bir Türkiye’ye koşa koşa gelmesi epey yankı uyandırmıştı. Yılların hocası Türkiye’ye geldiğinde mevsimin Akdeniz olduğu bir tablodan ziyade Akdeniz salatasına dönmüş akıllarla buluşmuştu. Barzani Ankara’da PKK’ye karşı ittifak açıklamaları yaparken Güney Kürdistan’a döndüğünde ise “Türk devletine Kürtlerin tek bir tavuğunu dahi vermem” demeçleri veriyordu. Leyla Zana “Meseleyi çözse çözse Erdoğan çözer” diyerek görüşmeler yaparken, Demirtaş bağlayıcılık noktasında Kürt hareketi önderliğine çubuk büküyordu.

Açılım için yapılan icraatları açıklamak gerekiyor ama öncelikle Kürt açılımını boşa düşüren ve AKP’nin çuvalladığı kimi tarihsel olaylara bakmakta fayda var.

TEKEL Direnişi birleştirdi
Öncelikle “Açılımı biz yaptık sıra sizde” diyen şanlı Tekel direnişi. Ankara’nın soğuğunda daha önce bir kısmının “bölücü”, bir kısmının da “faşist” olarak anıldığı ve kol kola fabrika bandında çalışan işçiler polisin gazına, Ankara’nın ayazına, yokluğa ve yoksulluğa karşı birlikte mücadele verdiler. “AKP bizi zorla komünist yaptı” diyen işçiler ekmek ve emek kavgasının birleştiriciliği noktasında ciddi bir sınavı başarıyla vermişlerdi. Batman çadırı Bafra’ya, Diyarbakır Denizli’ye, Adıyaman Samsun çadırına sırtını dayayıp AKP’ye karşı 70 günden fazla süren bir direnişi ördüler. Açılım sürecinin bir anda boşa düştüğü bu günlerde, düne kadar asker cenazelerinde evi taşlanan Kürtlerin, direniş çadırlarına konuk olan insanlarla sohbeti emek hırsızlığı üzerineydi artık.

Van depremi ve sürecin acizliği
İkincisi Van depremiydi. Yoksul Van halkının sığınağı olmuştu halk dayanışması. “Her ne kadar deprem Van’da da olsa...” diyen program sunucularının ya da yardım diye gönderilen taşların, bayrakların hafızadaki yeri hâlâ sıcak. Ancak tüm bunlardan daha önemli olan, çözüm süreci denilen şeyin konteynırda kalan depremzedelerin elektrik, su ısınma sorununu çözmekteki acizliğiydi. Türkiye halkı Van depremindeki dayanışması ile elini tekrar Kürt halkına uzatırken, bu kardeşleşmenin önüne geçmek isteyen şovenlerin hevesi kursağında kalıyordu.

En büyük darbe Haziran
Açılımın boşa düştüğü son örneğimiz ve en önemlisi Haziran Ayaklanması’ydı. Haziran ayında Gezi olayları ile başlayan ve memleketin iki vilayeti dışındaki tüm yerelliklerinde yankısını bulan eylemlerde hükümeti istifaya zorlayan hareketlilik, açılım söylemlerini ve açıklamalarını bir anda çöpe atmış oldu.

Açılım meselesinin boşa düştüğü bu dönemde Ahmet Türk Büyük Türkiye’nin karşısında olanlar var diye açıklamalar yaparken, Lice’de kalekol inşaatına karşı protestoda asker kurşunuyla öldürülen Medeni Yıldırım için İstanbul ve Ankara’da on binler sokağa dökülmüş ve “Hükümet İstifa” sloganları ile meydanları doldurmuştu. Haziran Direnişi şehitlerinin arasında yer alan ve ayağa kalkan milyonların sahiplendiği Medeni Yıldırım’ın annesi, Tayyip’li Barzani’li Diyarbakır buluşmasında “oğlumun katilini getirin bana” diye tek başına sokağa çıktığında, arkasındaki milyonlarca Haziran yüreğinin meşruiyetini de taşıyordu alanda!

Milyonlarca insan Gezi olayları sırasında medyanın penguenlerini görünce, medyanın halini anlamış, yıllardır kanlı savaşı takip ettikleri yayın organlarını sorgulamaya başlamıştı . Artık aynı medyanın verdiği herhangi bir açılım, çözüm, barış ya da paket mesajının anlamı yoktu. Çünkü Reyhanlı’daki patlamanın, Gezi olaylarında öldürülenlerin ve Medeni Yıldırım’ın öldürülmesinin müsebbibi aynı iktidardı.

AKP’nin kültür açılımı fiyaskosu
AKP iktidarı tüm bu sıkıntılarını aşmak için bir yandan da Kürt kültür ve sanatına dair üretimlerde bulunmaya çalışıyor ve eline yüzüne bulaştırıyordu. Kürt kültür ve sanat tarihini topyekun bir İslam tarihi ve sanatı olarak okuyan AKP, Kürt halkına gericilik ve sansürden başka bir şey vermiyordu aslında.

Azadiya Welat gazetesinin yazı işleri sorumlusu terör örgütü propagandasından KCK kapsamında tutuklanırken, Kürtçe savunma yapma talebi “bilinmeyen bir dil” cevabı ile karşılaşıyordu. Kimse de sormuyordu, “Madem bilinmeyen bir dil, Kürtçe yazılan gazetede, terör örgütü propagandası yapıldığına nasıl kanaat getirdiniz?” diye.

Erdoğan: ‘TRT Şeş hayırsız olsun!’
Programlarının yarısından fazlasını dini konuların oluşturduğu TRT Şeş’te güya Kürt kültürü diye gece gündüz peygamberler tarihi anlatılırken, kanalın tanıtımlarında Tayyip Erdoğan “TRT Şeş be xêr be” derken Türkçe karşılığı ile “TRT Şeş hayırsız olsun!” diyordu. Anadilinde eğitimin zorunluluğuna işaret eden ve sıkıntılarını anlatan “İki Dil Bir Bavul” filminde Kürtçe bilmeyen öğretmene Kürtçe dublaj yaparak filmin kurgusunu alt üst ediliyor, seyirciye kendi aralarında Kürtçe konuştukları halde neden anlaşamadıklarını tarifleyemeyen bir film çıkıyordu ortaya.

Bakın, “dün yasaktı bugün serbest” diye övündükleri Kültür Bakanlığı’ndan çıkan Ahmedê Xanî’nin “Mem û Zîn” çevirisine karşı “Mem û Zîn Çevirisindeki Kasıtlı Kasıtsız Hatalar” diye bir kitap yazmak zorunda kalan aydınlar ve yazarlar AKP’nin Kürt kültürünün geliştirilmesinde ne kadar hevesli olduğunu gözler önüne seriyordu.

Kürtçe çıkan kitaplar ve dergiler okuyuculara ulaştırılmazken gerici cenahın bastığı dergiler, kitaplar, broşürler ciddi sponsorluklar ile kapıların önüne bırakılıyordu. Cemaatin Kürdistan örgütlenmesi sayılan Zehra tarikatının yaptığı çalışmalar hükümet desteği ile kitlelere ulaştırılmaya çalışılıyordu.
“Ben Kürtçe bilmem. Bildiğim tek Kürtçe şey ‘Allah razı olsun’ demektir” açıklamasıyla Bülent Arınç aynı zamanda Kürtçeden ne anladığından ziyade ne anlamak istediğini tarifliyordu.

Gericiliği, gericilerle aşmaya çalışmak!
Maalesef tüm bunlarla, gericiliğe karşı mücadele örmektense, gerici Kürtlerin oyunu alacak adaylarla başa çıkmaya çalışan BDP ise artık Kürt aydınlarını toplumsal hayattan ve günlük yaşamdaki yerinden farklı olana iterek ilerlemeye çalışıyordu. Artık, Kürtlerin ilerici ve seküler isimlerinden ziyade, Kürt İslam tarihinin önemli figürlerinin tanıtımlarını ya da Kürt medreselerinin müfredatını konuşur olmuştuk.

Geleneksel Kürt kültürünü TRT Şeş’teki dizilerde yerle bir edip, Aşk-ı Memnu türünden popüler diziler üretiyordu AKP kadroları. Kürt kültüründe yeri olmayan örneklerle metinler hazırlanıyor ve bunlar Kürt atasözleri olarak yutturulmaya çalışılıyordu. Kürt aydınları dişiyle tırnağı ile çalışmalarına devam ederken gerici Kürt yayınlarının tirajları dudak uçuklatıyordu.

Kürt kültür ve sanatı, AKP’nin yapmacık adımlarından bağımsız bir şekilde, Kürt ilericilerinin ve aydınlarının omuzlarında yükseliyor. AKP’nin açılımı gerek toplumsal gerekse siyasal olaylarla boşa düşürülse de AKP iktidarından kurtulmadıkça gerçek barışa ve kardeşliğin gelebileceğini ummak yersiz olacaktır. Bu yüzden gerçek kurtuluş ve gerçeklik kendimiz, ülkenin emekçilerinin kuracağı bir emekçi cumhuriyeti.

AKP’nin getireceği barış, açılım, çözüm ya da adı her neyse, bizden uzak dursun. O meşhur Kürt atasözü ile bitirelim… Başkasının koyunundan bize koç olmaz. Önce kendimize güveneceğiz. Güveniyoruz da...