“...insan isterse, her zaman, her yerde, her şeyle her şey arasında bağlantılar bulur;
dünya ansızın, her şeyin her şeye yollama yaptığı, her şeyin her şeyi açıkladığı bir akrabalıklar ağına dönüşür.”
U. Eco
“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”
Kafka’nın Dönüşüm kitabının çok bilinen bu ilk cümlesini şöyle yorumlasaydım ne düşünürdünüz:
“Burada Kemalizm'in şapka ve harf devrimleri gibi tepeden inme devrimlerinin bireyde yarattığı gerilim anlatılmaktadır. Kemalist vesayetin Gregor Samsa’nın ruh halinde yarattığı kaos, romanda böcekleşme olarak vuku bulmuştur.”
Böyle bir yorum için tek bir sözcük söylenebilir:
UYDURMA!
Bu yorumun hiçbir kanıtı yoktur; bir kahve fincanının içindeki şekillere bakılarak yapılan yorumlar ne kadar doğru ise bu yorum da ancak o kadar doğrudur. Bu bir şakaysa anlamı olabilir ancak bu mantıkla roman analizleri yapılırsa, bu tür “analiz”ler ciddi ciddi yazılırsa, hele de bunlar kitap ya da teze dönüşürse, üzerinde durulması gereken çok önemli bir sorun var demektir.
***
Fredric Jameson’a ait bir saptama vardır: “Üçüncü dünya romanları birer ulusal politik alegori olarak okunabilir.”
Bu aşırı genellemeci görüş zamanında çok tartışılmıştır. Ama ele alacağımız konu, bu görüşle doğrudan bağlantılı değildir.
Murat Belge ve öğrencileri, F. Jameson’un bu görüşünü temel alarak Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanını incelemiş ve bunu Zebercet’ten Cumhuriyet’e “Anayurt Oteli” adıyla kitaplaştırmıştır.
Bir romanı incelemenin birçok farklı şekli olabilir. Aynı roman, tarihin farklı dönemlerinde farklı şekillerde, farklı yöntemlerle yorumlanabilir. Ancak nasıl yorumlarsanız yorumlayın, yaptığınız yorumların dayanağı incelediğiniz roman olmalıdır.
Hangi pencereden bakarsanız bakın, görüşlerinizin romandaki verilerle desteklenmesi gerekir. Kafanızda zaten ulaşmış olduğunuz sonuçları romana giydiremezsiniz. Romanda geçen olayları, kendi saplantılarınızı kanıtlamak için ilgili ilgisiz kullanamazsınız.
Murat Belge ve öğrencilerinin Anayurt Oteli’ni inceledikleri bu kitapta yaptıkları tam da budur. Son derece keyfi yorumlar, akıl almaz bir şekilde okurun kafasına boca edilmektedir.
Bu kitapta öyle yorumlar vardır ki kahve falına bakan bir falcının yorumları bile bu yorumlardan çok daha kanıtlı, çok daha makuldür.
***
Kitaptan bazı örnekler verelim.
Romanın kahramanı Zebercet, kedileri sevmez ve romanda bir kediye tekme atar. Bu durum şöyle yorumlanır:
“…uyarılmış olarak yatmaya giderken otelin kedisi bacağına sürtünür: … bir tekme salladı ama tutturamadı."
"Neden? Ne var kediye tekme atacak? O da bir sıcaklık istiyor, alt tarafı. Ama Türklerin hayvanlara karşı oldukça yaygın sevgisizliğini, hoyratlığını görüyoruz. Kedilere tekme atma adeti var Zebercet'in. (1)”
Zebercet, kedi sevmiyor olabilir mi? Zebercet, hayvan sevmeyen bir karakter olabilir mi? Bu kitapta ”Türkler’in hayvan sevmez olduğu” yargısına varmak için başka hiçbir veri, kanıt ya da akıl yürütme yoktur. Karakterin diğer özellikleri bütünüyle kişiselken neden hayvan sevgisizliği birden bire "Türkler hayvan sevmez" diye genellenir?
Bu bakış açısıyla;
Suç ve Ceza’nın kahramanı Raskolnikov’un işlediği cinayet “Rus vahşeti” midir?
Emma Bovary’nin kocasını aldatması “Fransız sadakatsizliği” midir?
Moby Dick’in kahramanı Ahab’ın inatçılığı “Amerikan manyaklığı” mıdır?
A.C. Doyle’un Sherlock Holmes’unun pipoyu sevmesi “İngilizlerin madde bağımlılığı”nın göstergesi midir?
Belirli bir romandaki bir karakterin herhangi bir özelliği, başka hiçbir veriyle desteklenmeden nasıl bütün bir toplumun genel özelliği gibi kabul edilebilir?
***
Uysa da Uymasa da…
Kitaptan devam edelim:
“Kitabın başında bir başka önemli simgeyle karşılaşıyoruz: Zebercet'in ilk tanıtıldığı bölümde yaşının otuz üç olduğu belirtiliyor. İsa da otuz üç yaşında çarmıha gerildiği için bu yaş akla hemen onu getiriyor. Ama özdeşleşme bununla sınırlı kalmıyor: "O gece otelde ilçelerin birinde bir yakınlarının Ağırcezadaki duruşmasına gelmiş dört adam kalıyormuş; akşam yemeğinden dönünce sırayla Ahmet Efendi'nin elini sıkıp 'Ömrü uzun olsun' demişler." (s. 13)
"Yeni doğan İsa'yı üç kişi ziyarete gelir. Bunlar, Matta'da üç müneccim ("Magi"), Luka'da üç çobandır. Atılgan "üç otel müşterisi" fazla mekanik olabileceği için "dört kişi"yi daha uygun bulmuş olmalı. Ama yazarın aklında İsa simgesinin olduğu konusunda bir şüphe bırakmıyor. (2)”
Yorumcunun aklında, Zebercet ile İsa arasında paralellik kurmak var ama ziyaretçi sayısı buna uymuyor. İsa’ya gelen ziyaretçi sayısı üç, otele gelen ziyaretçi sayısı ise dörttür. Bu uyumsuzluk onlar için hiç sorun değil ama; yorumcu kafasındaki şablonu olguya giydirmekte hiçbir sakınca görmüyor. Siz illa ki kahramanı İsa ile özdeşleştirmek istiyorsanız, dert etmeyin, olguların buna uymamasının hiçbir önemi yok. Açıklama sadece şu:
“Atılgan 'üç otel müşterisi' fazla mekanik olabileceği için 'dört kişi'yi daha uygun bulmuş olmalı.”
Üç otel müşterisi “mekanik” de dört otel müşterisi niye “mekanik” değil? Bu mantıkla dört yerine altı veya dokuz ziyaretçi gelseydi yine bu açıklama yapılabilirdi:
“Atılgan 'üç otel müşterisi' fazla mekanik olabileceği için 'ALTI kişi'yi daha uygun bulmuş olmalı.”
“Atılgan 'üç otel müşterisi' fazla mekanik olabileceği için 'DOKUZ kişi'yi daha uygun bulmuş olmalı.”
Bu bir “yorumlama” değil tam tamına “kafadan uydurma”dır. Murat Belge ve öğrencileri yazar ve yazılan gerçek olur. Yapılan yorumun da hiçbir kanıtı yoktur. Hiçbir kanıt olması gerekmez, kanıtlama dertleri de yoktur.
Kitap baştan sona böyle “uydurmalar”la doludur.
***
Kitabın kahramanı Zebercet ortalıkçı kadını öldürür. Bu cinayet Murat Belge ve öğrencileri tarafından şöyle yorumlanır:
“Evet, Zebercet'in bir babası var, ama bu kişi "baba" işlevini görmeye yeterli değil. Zebercet'in babası Ahmet Efendi, daha çok, ilgisiz bir anneye, dolayısıyla da "Ortalıkçı Kadın"a benzemektedir. Önceki bölümün dipnotunda belirttiğimiz gibi, Ortalıkçı Kadın'ı boğan Zebercet, ilgisiz bir anne olan babasından intikamını almaktadır. (3)”
Yorumcu, bu cinayeti meşhur “baba katli” klişesine benzetmek istemektedir. Ama Zebercet bir erkeği değil, bir kadını öldürmüştür. Olsun! Olgu klişeye uymuyorsa, klişeyi olguya uydurursunuz! Uysa da uymasa da!
***
Yine kitaptan bir bölüm:
“Kendini sımsıkı saran ipleri koparmak için Zebercet kaslarını gerdiği anda, havadan bir eşekarısı vınlamasıyla yüzüne saldırı[r] kedi." (s. 93) "Kedi/Vicdan"ın bu saldırışı, ister istemez İstiklal Marşı'nın şu dizelerini akıllara getirir:
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı, (4)”
Şaka değil, ciddi ciddi yazılmıştır bu yorum. Kedinin Zebercet’e saldırmasıyla İstiklal Marşı’nınbu dizelerinin ne ilgisi vardır? Kahve falındaki at ya da kuş şeklinin hayatımızla ne kadar ilgisi varsa bunların da o kadar ilgisi vardır. İlgisi olup olmamasıyla yorumcu ilgilenmiyor zaten, onun yorumlama biçiminde her şey, her şeyle, her biçimde ilişkilendirilebilir çünkü.
Atış serbesttir.
B. Sadık Albayrak, Kir Teorisi kitabındaki bir yazısında bu türden keyfi yorumlamaları “rüya tabirciliği” olarak tanımlar (5).
***
Her zaman tu kaka Cumhuriyet!
Kitap boyunca saplantılı bir Cumhuriyet düşmanlığı ile romandaki olaylar, son derece zorlama yorumlarla Cumhuriyet’i aşağılamak için kullanılır.
Kitapta şöyle bir yorum vardır:
“Diğer yandan, her şeye rağmen Anayurt işgalcilerden kurtarılmıştır fakat gelip geçiciliğiyle giren çıkanı çok da belli olmayan, Genelev çağrışımı da yapan Otelle birlikte anılması ülkenin kendi vatandaşlarına vatanlık - yurtluk yapamadığı anlamına da imkân sağlar. (6)“
Burada Anayurt-Genelev benzeşimi hakkında fazla yoruma gerek yok. Cumhuriyete karşı saplantı derecesindeki düşmanlık, bu ve benzeri birçok öznel yorum, kitap boyunca çok kez tekrarlanır.
Bu derece keyfi, bu derece kanıtsız incelenen, kafada en baştan oluşturulmuş bir yargının ilgili ilgisiz giydirildiği başka bir “inceleme” daha var mıdır?
Evet vardır! Vardır ve orada da Murat Belge’nin imzası bulunmaktadır!
Murat Belge’nin yorumlarıyla yine sadece Murat Belge’nin yorumları yarışmaktadır!
Murat Belge’nin danışmanı olduğu “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın "Abdullah Efendi’nin Rüyaları’ Hikâyesinde ‘Ulusal Alegori’” başlıklı tezde de benzeri bir keyfilik görülmektedir.
Tanpınar’ın öyküsünde bir lokantada fiziksel olarak güzel olmakla birlikte davranışları uyumsuz sarışın bir kadın vardır. Bu kadının durumuna şöyle bir yorum getirilmiştir:
“Lokantadaki sarışın kadın ilk bakışta fiziksel güzelliği ve hareketlerinin zarif uyumuyla dikkat çeker. Fakat daha dikkatli bir bakış, uyum içinde görünendeki bozukluğu, eksikliği ve (her zaman biçimsizliği olmasa da) biçimlenmemişliği yahut biçim ile kaos arasındaki kararsız geçişi Abdullah Efendi’nin gözü önüne serer… Cumhuriyetin hâkim ideolojik söyleminde cisimleşen ve bir birlik, bütünlük, düzen biçimi olarak dayatılan etnik merkezli ulus gerçekte bu biçime bir türlü sokulamayan, dikiş tutmaz etnik unsurların ―bozucu tehdidi altındadır. (7)”
Tezden bir başka alıntı:
“Abdullah Efendi hikâye boyunca bir dizi açık ve kapalı mekânda bulunur. Bu mekânların hepsini ortaklaştıran nokta, duyduğu sıkışmışlık ve kapatılmışlık hissidir. Tanpınar‘ın kurmaca eserlerinin çoğunda mükerrer biçimde karşımıza çıkan kapatılmışlık, hapsolma, sıkışmışlık izleği genel olarak Türkiye‘nin iç politikaya gömülmüş halini, dışarıya karşı teyakkuz durumunun ―içeridekilere hissettirdiği ―mahpusluk duygusunu alegorikleştirme işlevi görür. (8)”
Açık ve kapalı mekânlar ve onların oluşturduğu sıkışmışlık hissi neden “Türkiye’nin içerdekilere hissettirdiği mahpusluk duygusu”nu çağrıştırır?
Bu yorum neye dayanır? Hiçbir açıklaması yoktur. Tamamen keyfi bir yorumdur.
Murat Belge ve tez öğrencisi bu parçayı “stadyumlardaki açık ve kapalı tribün ve passolig alegorisi” diye de yorumlayabilirdi.
Belki de Abdullah Efendi’nin bu sıkışmışlık hissi, “Beylükdüzü metrobüsüne binmek isteyen bir yolcunun, metrobüse bindikten sonra hissettiği duyguların alegorisi”dir!
Belki de Abdullah Efendi’nin bu sıkışmışlık hissi, “Vestel marka LCD televizyonun kumandasının açma-kapama düğmesinin” ya da “ABD ile Meksika arasında zaman zaman kapanan sınır kapısının politik alegorisi”dir!
Abdullah Efendi’nin bu sıkışmışlık hissi “bizim mahallede gece 12’de kapanan ve sabah 7’de tekrar açılan bakkalın,”
“her haziranda kapanıp eylülde tekrar açılan okulların,”
“yoğun bakımda bilinci zaman zaman kapanıp tekrar açılan 85 yaşındaki dedemin,” alegorisi bile olabilir!
Murat Belge ve öğrencisinin bu yorumu ile yukarıdaki fantastik cümlelerin mantık değeri ya da kanıt gücü birbirinden farksızdır.
***
Öyküde masada bir sürahi su vardır, bir çocuk Abdullah Efendi’nin bu suyu içmesini istememektedir. Bu sahne, metinde “Türk modernleşmesinin olumsuz hâli”, “erken Cumhuriyet döneminin tasfiyeci siyasal tutumu” olarak şöyle yorumlanır:
“Abdullah Efendi‘nin içmek için yanıp tutuştuğu suya estetik bir nesne, bir oyuncak muamelesi yapan bu hasta çocuk, zamansal akıştan kopmuş maziyi hayati bir işlev için hatırlamak, oluşa katarak hayatı onunla beslemek yerine, onu donmuş bir imgeye hapseden Türkiye modernleşmesinin bir alegorisi gibi görünmektedir. Bir başka ifadeyle, Abdullah Efendi ile su arasında engel oluşturan çocuğu, şimdi ile mazinin buluşmasını engelleyen erken Cumhuriyet döneminin tasfiyeci siyasi tutumuyla yan yana düşünmek mümkündür. (9)”
Kanıt?
Ne kanıtı!
Bu yorumu destekleyen bir gram kanıt, herhangi bir akıl yürütme, en küçük bir argüman vs. hiçbir şey yoktur. Bu ifadeleri inandırıcı bulmayanlar isterlerse bağlantısı verilen tezi de okuyabilir.
Bu yorumun TEK KANITI KENDİSİDİR!
Bu metindeki “Türk modernleşmesi” ifadesini çıkarıp yerine
“Alman modernleşmesi,”
“Japon gericileşmesi,”
“Anadolu Selçuklu yayılmacılığı” ya da
“Sümer çağdaşlaşmacılığı” yazsanız da bu metinde hiçbir şey değişmezdi.
***
Bir başka alıntı:
“Bütün bu kalabalık, değişmiş, hüviyetini kaybetmiş vücutların doymak bilmez iştahlarıyla birbirleriyle birleşiyor, kenetleniyor, halkalanıyor, birbiri içinde kayboluyor, birbirinden doğuyor, elle tutulacak kadar kesif bir homurtu içinde ölüp diriliyorlardı […]Korkunç ferdi hazların iştahıyla yanıp tutuşan garip mahluklarıyla rastgele bir araya toplanmış olan bu nizamsız kalabalık, Tanzimat ve bilhassa Cumhuriyet sonrasının cemaatlik bilincini yitirmiş, ortaklaştırıcı değerlerden yoksun toplumunun bir alegorisi gibidir. (10)”
Bu nizamsız kalabalık niçin “Tanzimat” ve “BİLHASSA CUMHURİYET SONRASI cemaatlik bilincini yitirmiş, ortaklaştırıcı değerlerden yoksun toplumun” alegorisidir?
Zincirlikuyu Metrobüs Durağı’ndaki kalabalığın alegorisi de olabilir!
De Gaulle’ün cenazesindeki kalabalığın alegorisi de olabilir!
Fenerbahçe-Çaykur Rizespor maçındaki seyircinin alegorisi de olabilir!
İspanya’da boğa güreşi izleyicilerinin alegorisi?!
Hacı Kamil Dursun İlköğretim Okulu’nda son ders zili çaldıktan 45 saniye sonraki öğrenci kalabalığının alegorisi olmasın sakın?!
Bu cümlelerle, metindeki cümleler keyfilik bakımından birbirinden farklı mıdır?
***
“Tanpınar metinlerinde alegori hem Cumhuriyet projesinin toplumsal varlığın şimdisinde yarattığı tahribatı tarihsel bir hattan eleştirmek gibi negatif, hem de söz konusu projenin reddettiği geçmişi makbul yanlarıyla bugüne taşımak gibi pozitif bir işlev görmektedir. (11)”
Konu ne olursa olsun ve ne kadar alakasız olursa olsun sözü Cumhuriyet’e getirip mutlaka bir laf sokmak, Murat Belge metinlerinin alametifarikasıdır.Bu olmadan o metin eksik kalır.
***
Bu mantıkla herhangi bir metni keyfinize göre istediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Her kitabı ilgili ilgisiz Cumhuriyet'e ve Kemalizme bağlayabilirsiniz.
Örneğin:
“Raskolnikov çatırdayan merdivenden ağır ağır çıktı.”
Yorumumuz: “Burada çatırdayan merdiven, Kemalist ilerleme düşüncesinin toplumda yarattığı tahribatı simgelemektedir!”
Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” romanında, romanın kahramanı bir madleni çaya batırdı.
Yorumumuz: “Burada çay dünyayı, madlen ise Kemalist Cumhuriyeti temsil eder. Madlenin çayın içinde erimesi, diğer bir deyişle parçalanması, modernleşme paradigmasıyla dünyaya açılan Kemalizmin başarısızlığını ve ideolojisinin parçalandığını gösterir!”
Kim tutar sizi?
Anna Karenina, romanın sonunda trenin önüne atlayarak intihar etti.
Yorumumuz: “Raylar Kemalist devlet ile vatandaş arasındaki mesafeyi temsil eder. Kilometrelerce paralel seyretmelerine rağmen arada hep bir mesafe vardır ve bir türlü kesişmez. Kemalist bürokrasi ile halk arasında daima bir metal soğukluğu vardır.”
Kanıt?
Ne kanıtı? Kanıt benim sözlerim!
***
Serbest Uydurma Tekniği
“Kahve falında at görmek, murattır.”
“Kahve falında kuş görmek, hayırlı bir haber alacaksın demektir.”
Bu yorumlar ne kadar “temellendirilmiş”, ne kadar “kanıtlı”, ne kadar “nesnel” ise Anayurt Oteli için yukarıda yapılan yorumlar ve Abdullah Efendi’nin Rüyası üzerine yazılmış bu tezdeki iddialar da o kadar “temellendirilmiş”, “kanıtlı” ve “nesnel”dir.
Bir kahve fincanı içindeki telvenin şekli ne kadar at, ne kadar antilop, ne kadar köpek, ne kadar keçiyse yukarıdaki alıntıların söyledikleri de o kadar geçerlidir.
Ortada bir kanıt, bir kanıtlama derdi, bir akıl yürütme, yorumları destekleyecek herhangi bir malzeme yoksa söylediklerinizin yazdıklarınızın kahve falından zerrece farkı yoktur.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi bu yorumlar metin incelemesi, roman değerlendirmesi değil “serbest uydurma tekniği” ile yazılmış kahve falcılığıdır.
Bu mantıkla herhangi bir metin hakkında aklınıza gelebilecek her yorumu yapabilirsiniz.
“Serbest uydurma tekniği”, bir roman inceleme yöntemi değil ancak bir “ahmaklaştırma yöntemi” olabilir.
Kaynaklar
1. Zebercet’ten Cumhuriyet’e “Anayurt Oteli” , Nergis Öztürk, Necdet Berk Özler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, İstanbul, sf12.
2. Age sf 53.
3. Age sf 90
4. Age sf 87.
5. Yalçın Küçük, B. Sadık Albayrak, Taylan Kara, Kir Teorisi, sf 324, Doğu Kitabevi, 2018, İstanbul.
6. Age sf 114.
7. Emine Ayhan, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Murat Belge, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” Hikâyesinde “Ulusal Alegori”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Karşılaştırmalı Edebiyat Yüksek Lisans Programı, 2011, İstanbul. sf. 67
8. Age sf. 68.
9. Age sf. 86.
10. Age sf. 83.
1. Age sf. 89.