Mistisizmin ve akıldışılığın yüceltilmesi: Hasan Ali Toptaş

İnsana karşı girişilen en kötü şiddet eylemi,

aklın küçük düşürülmesidir.

Elsa Morante (1)

Türkiye’de iri harflerle, çok iddialı cümlelerle topluma pazarlanan, sağdan sola bütün kültür-sanat mecralarında sürekli olarak okurun bilincine pompalanan kitaplar ve yazarlar vardır.

*

Pazarlama dili ve edebiyatı

-21. yüzyıla kalacak birkaç yazardan birisi…

-Doğu’nun Kafkası…

-Kusursuz bir dil işçiliği, alt ve üst katmanlarıyla büyük bir bilinç…

-Yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri…

-Ödün vermez bir biçim ustası; yirminci yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası…

Prof. Dr. Yıldız Ecevit, yazar Hasan Ali Toptaş için çeşitli yerlerde “bu sloganları” kullanmıştır. 

Bu sloganlar, içeriğinden bağımsız olarak her şeyden önce pazarlama dilidir; bir yazarı tanımlamaktan çok bir metayı pazarlamak için kullanılan reklam dilidir.

Okuru, daha kitabı okumadan güdüleyen, daha en baştan kitapta keramet aramaya iten akıl köreltici ifadelerdir.

H. A. Toptaş, Forbes Dergisi’ne göre 2016 yılında en çok kazanan yazarlar arasında 12. sıradadır; kitapları yüz bin adet satmış,  cirosu iki milyonu geçmiştir. (2) Karşımızda çok satan ya da çok okunan, sağdan sola bütün kültür sanat mecralarında okura önerilen, neredeyse hakkında çıkmış bütün yazılarda övülen, kitapları üzerine tezler yazılan bir yazar vardır.

“Bu kadar övülüyorsa demek ki iyi yazıyordur,” ya da “Koskoca profesör, böyle diyorsa demek ki iyi bir şeydir,” diye güdülendiğinizde okuduğunuz metnin ne olduğunu analiz etmeniz olanaksızdır. Bu metinlerin gerçekten ne olduğunu anlamak için her şeyden önce hemen her kanaldan topluma sistematik olarak pompalanan bu sloganlardan sıyrılmak gerekir.

Bu güdülenmeden ve piyasanın okura dayattığı bu “zorunlu seçim”den kendimizi sıyırarak H. A. Toptaş’ın metinlerini ele alalım.  H. A. Toptaş’ın metinleri ne anlatmaktadır?

*

Okurun hipnotize olma hakkı

Hasan Ali Toptaş’ın Balkon adlı öyküsü şu cümleyle başlar:

“Boyunlarında lastik sapan taşıyan düşsel çocukların ıslıklarına yakalanmış ölü bir kuşluk vakti, balkonda oturuyorduk.” (3)

Nasıl bir kuşluk vakti?

“Boyunlarında lastik sapan taşıyan düşsel çocukların ıslıklarına yakalanmış ölü bir kuşluk vakti…”

Burada bir imge yığını var; ancak bu yığındaki imgelerin birbiriyle herhangi bir ilişkisi, ortak bir yönü ya da belirli bir yönü yoktur. Sadece aynı cümlede ardışık olarak yan yana öylece dururlar.

Bunca abartılı dolayımla kurulan yan cümlenin sonunda ne oluyor peki?: “Balkonda oturuyorduk,” temel cümlesine varıyoruz. Cümle, zihnimizde ne bir resme ne de bir anlama dönüşebiliyor.

*

H.A. Toptaş’tan bir diğer alıntı:

“Belki de, atış menzilinin ötesinde düşler kuran ve arkadaşlarıyla değil de düşleriyle birlikte yürüyen trompetçi bir askerin  kirpik kırpımıydı zaman.” (3)

Zaman neydi? Yanıt:

“Atış menzilinin ötesinde düşler kuran ve arkadaşlarıyla değil de düşleriyle birlikte yürüyen trompetçi bir askerin  kirpik kırpımıydı.”

Türkçede kirpiğin değil, gözün kırpıldığını bir kenara koyarsak, imgesel dili okurun kafasına bu şekilde boca ettiğinizde yaratacağınız tek şey HİPNOZdur.

“Evimiz tıpkı bir şarkı gibi, içindeki eşyalarla birlikte püfür püfür dalgalanıyordu o böyle yapınca. Hatta, çeşitli zangırtılardan oluşan, her yanı rengârenk halılarla kaplı acayip bir kuş suretine bürünerek hızla havalanıyordu da, çok uzaklara gidip bir an için bilinmeyen âlemlerde geziniyordu sanki.” (4)

“Her yanı rengârenk halılarla kaplı acayip bir kuş suretine bürünerek hızla havalanan ev” ne demektir? Süslü, ağdalı bir şiirsel dil için anlamın, hatta zihinde oluşacak son resmin feda edildiğini görüyoruz.

*

Başka bir alıntı:

"Üstelik, rengi başka bahçelerin ruhuna kök salmış gizli bir gülün, öteki güllerin duruşlarında kuruyan yokluğuna bir başkasının elleriyle sessizce su verircesine yapacaktı bunu. Ya da, şimdiki zamanın içinde boy gösteren yarı uykulu bir geleceği, sargıların şekline bürünmüş yumuşak dille usul usul okşarcasına..." (5)

Eğretileme ve imge yığını bittiğinde kimin, neyi, nerede, nasıl yapacağı hakkında ne bir resim ne de bir anlam oluşuyor zihnimizde.

“Rengi başka bahçelerin ruhuna kök salmış gizli bir gül” nasıl bir güldür? Neyi temsil eder? “Öteki güllerin duruşlarında kuruyan yokluğa” nasıl su verilir? Burada tam olarak ne oluyor, hiçbir fikrimiz yok.  “Sargıların şekline bürünmüş yumuşak dil” nedir? Bu dille “yarı uykulu gelecek” nasıl “usul usul” okşanır?

H. A. Toptaş metinlerinde bu tür örneklerden bolca rastlanır.

*

Sorgulamayın, büyülenin!

“Yazar burada ne diyor?” ya da “Bu cümlelerin anlamı nedir?” diye boşuna kafanızı yormayın. Üzerinde ne kadar düşünürseniz düşünün bir yararı olmayacaktır. Çünkü bu tür cümleleri çözümleme, inceleme ya da anlama olanağımız yok.

Akıl ile bu cümleler karşısında yapacağımız bir şey yok.

Bu yargı, bir yakıştırma ya da bir kötüleme değil, H. A. Toptaş’ı “yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri” , “20. yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası” olarak tanımlayan Yıldız Ecevit’in iddiasıdır.

Prof. Dr. Yıldız Ecevit H.A. Toptaş’ın romanı için şöyle der:

“Görecelik, belirsizlik ve olasılık gibi kavram­larla çizilen yeni gerçekliği kurmaca düzleme taşıyan edebiyat ürünleri, uyumdan çok uyumsuzluğu yansıtırlar;  heterojen bir yapıları vardır; onları tek bir anlam çerçevesinde dizginlemek olanaksızdır; her yöne çekilebilen açık yapıtlardır bunlar; çözümlenemezler; Derrida’nın dediği gibi, aporia’ da düğümlenirler.” (6)

Aporia felsefe sözlüğünde şöyle açıklanmaktadır:  Bir araya getirildiklerinde tutarsızlık arz eden bir grup önermenin yarattığı zihinsel karışıklık, bilişsel karmaşa hâli. (7)

*

Peki bu metinleri nasıl incelemeliyiz ya da değerlendirmeliyiz? Y. Ecevit’e göre bu metinleri çözümleyemiyoruz.

Çözümlenemiyor, çözümlenemediğinden bir analiz yapamıyoruz.

Çözümleyemediğimiz ve analiz edemediğimizden eleştirme olanağımız da yok.

Bu, aklın iptalini talep etmektir.

Y. Ecevit, “aporiada düğümlenmiş” derken kastettiği şeyi açıklama zahmetine girmez.

O kadar büyük metinler ki anlam veremiyorsunuz!

Anlam veremiyorsunuz çünkü bu metinler büyük metinler!

Y. Ecevit, böylece okuru bir totolojiye mahkûm eder.

Y. Ecevit’in yaptığı şey, bu metinlere kutsal metin muamelesi yapmaktır. Bu mantık, bütünüyle mit yaratmaya hizmet eder. Y. Ecevit’in bu yaklaşımı logosa değil, mitosa sırtını dayar.

Böylelikle eleştirel akıl yasaklanır. H. A. Toptaş’ın metinlerini, okurun ya da eleştirmenin eleştirel referanslarını geçersizleştiren bir yere koyar.

Anlam arayamıyorsunuz.

Herhangi bir yöntemle analiz edemiyorsunuz. Hiçbir şekilde sorgulayamıyorsunuz.

Sadece kendi kendini oluşturan, referansı yine kendisi olan, “kendinden menkul” metinlerdir bunlar.

*

Özne yok, sadece metin var!

Prof. Dr. Y. Ecevit, H.A. Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz kitabı için şu yorumu yapar:

“Anlatıda özgür bir birey gibi davranan tek güçlü roman kişisi ise, özde metnin kendisidir. Birbirlerine dönüşüp duran roman kişileri, sonunda bu güçlü odağın çekimine girerler, edebiyatın kendisine, metne dönüşürler.” (8)

Özne artık metnin kendisidir.

Yine Bin Hüzünlü Haz kitabında şöyle bir ifade vardır:

“Aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da yalnızca gidilmiş gibi olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor ya da kalınacaksa kelimelerle kalınıyor, kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda gene kelimelerle kös kös geri dönülüyor.” (9)

Bu dünya sadece kelimelerden mi oluşuyor? Bu doğru mu? Gerçeklik dediğimiz şey sadece kelimeler mi?

Edebiyatın merkezine metnin konulması ve öznenin kovulmasıdır bu.

İnsan yok, toplum yok, birey yok, hayat yok. Ne var peki? Metin var!

“Öznenin ölümü” postmodern felsefenin en bilindik klişelerinden biridir.

Öznenin yerine bir sürü şey koyarlar: dil, yapı, metin vs.

Akıl düzleminde bu metinlere yaklaşamıyoruz. Peki, bu metinler karşısında okur ne yapabilir? Okurun bu metinler karşısında tek bir seçeneği vardır:

HİPNOZ OLMA hakkı! Bu metinlerden bol bol büyülenebilirler.

Bu TAM TAMINA MİSTİSİZMDİR.

Okura biçilen bu rol ile bilmem ne tarikatının müridine biçilen rol arasında hiçbir fark yoktur. Bu metni okuduğunuzda sizden beklenen şeyle, kutsal bir ayet karşısında o dinin inananından beklenen şey aynıdır: Aklınızın iptali!

Sunulan dünya, belirsiz, mistik, obsküranist (bilmesinlercilik), akıl dışı, gerçekliğin ve gerçeklik duygusunun küçümsendiği bir dünyadır.

*

Ayşe Güren’in, “Ulvi HAT Sanatında Akıl Ne Yana, Aydınlanma Ne Yana Düşer?” (10) ve “Kuşlar Yasına Gider: Acemiliklerle Dolu Bir Roman” (11) başlıklı iki yazısı, Hasan Ali Toptaş felsefesi, dili ve edebiyatını aydınlatacak önemli bilgiler içermektedir. İkinci yazıda (11), "duru bir Türkçe” diye pazarlanan Toptaş kitaplarında,  Türkçe ve anlama ilişkin sorunlarla ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Bundan sonraki alıntılar, bu iki yazıdandır.

*

Yaşasın akıldışılık, kahrolsun akıl!

Gölgesizler romanının İngilizce çevirisi şu şekilde tanıtılmaktadır:

“İslam mistisizminin edebi başarılarıyla zenginleştirilmiş Doğulu bir Kafka.” (12)

H. A. Toptaş hakkında yazılan bir tezde şöyle bir yorum yapılır:

“Hasan Ali Toptaş romanlarındaki belirsizlik mefhumu, tasavvuftaki, “âlemin bir gölge ve hayalden ibaret olduğu” görüşüyle örtüşür vaziyettedir. Yine, tasavvuftaki sezginin önemi, Toptaş metinlerinin de başat özelliklerindendir. Okurun sezgisi, Toptaş metinlerini anlamlandırmada temel unsurlardandır. Her şeyin belirsizleştiği, örtük metinlerin gizemini çözmek için okurun dikkati ve sezgisi sürekli uyanık olmalıdır. Bu, tıpkı tasavvuftaki nefisten arınma mücadelesine benzemektedir.” (13)

*

H. A. Toptaş’ın yazın dünyasında “yazı cinleri”, “upuzun kuyruklu akıl şeytanları”, “melekler”, “harf melekleri”,  “edebiyat tanrısı” gibi kavramlar çok sık geçer.

H. A. Toptaş için “sezmek, bilmekten iyidir.” Toptaş’a göre “akıldan uzak durmak ve fazla sokulmamak lâzımdır.” (14)

“Akıl engelini aşmak”, “akıl ipiyle bağlanmak”, “bilgiyle kirlenmek” vb. ifadeler H. A. Toptaş’ın, metinlerini açıklamak için kullandığı kavramlardır.

Belirsizlik, bilgisizlik, plansızlık, H. A. Toptaş sanatında ağırlıklı yer tutar ve değerleri pozitiftir. Akıl, bilgi ve bilimin değeri ise negatiftir.

H. A. Toptaş bunu şöyle açıklar:

“…hakikat diye bir şey varsa ona en çok yaklaşabilenler delilerle çocuklardır. Masumiyetlerini kaybetmemişlerdir çünkü, bilgiyle kirlenmemiş, kendilerini kendilerine akıl ipiyle bağlamamışlardır… Bazen de çocuklar ve deliler öteki insanları afallatacak kadar güzel sözler söylerler. Akıl gözeneklerini bilgi tıkamamıştır çünkü, hayat onların ağzından daha rahat konuşur.” (15)

*

Gölgesizler, Kayıp Hayaller Kitabı ya da Kuşlar Yasına Gider gibi köy romanlarını da andıran kitaplarını, gerçek köy romanlarından ayıran şudur: Toptaş, öyküler, rivayetler, dedikodular ve söylenceler için ya da onların arasında karakter, tip yaratır. O yüzden çoğu kez diyaloglar, olaylar gerçeklikten uzak, abestir. Kişiler, kendilerinden beklenmeyecek büyük laflar ederler, olaylar alır başını gider. Yani asıl kahraman öykü ve içindeki öykücüklerdir. Kişiler öykülerin içindeki gölgelerdir. Gerçek köy romanları yazarları, insan hikâyeleri anlatır. İnsanla birlikte, köy söylenceleri, dedikoduları da gelir. Köy romanları yazarları o insanların çektiği çile düzelsin diye, zorlukları sergilemeye çalışırlar (örneğin Çukurova’da pamuk tarlalarında çalışma zahmeti). Toptaş ise cinlerin, şeytanların, dedikoduların içinde insanları olduğu gibi bırakır. Daha doğrusu bu onu hiç ilgilendirmez. Kişiler öykü için vardır, her şey öykü güzel olsun diyedir. (11)

Bu yazıyı sayfalarca uzatmak mümkündür ve her bir argümanın detayları vardır.

*

Özetle Hasan Ali Toptaş, AKILDIŞILIĞI, BİLGİSİZLİĞİ VE MİSTİSİZMİ YÜCELTEN, AKLI KÜÇÜMSEYEN BİR ROMANCIDIR.

Hasan Ali Toptaş, akıl ve aydınlanmayı sahiplenen bir hareketin/düşüncenin sahipleneceği en son yazarlardan biridir.

*

Edebiyatta bir şeyi anlatmanın birçok yolu vardır: Kafka’nınki ile Proust’unki birbirine benzemez. İonesco ile Brecht bambaşka teknikler kullanır. Edebiyatta biçim denemeleri gereklidir. Bir temayı 2018’de, daha önce rastlanmayan bir teknikle anlatırsanız siz de edebiyatta bir yenilik yapmış olursunuz. Ancak bir şeyi gözden kaçırmamak gerekir. Klasiği, avangardı, toplumcu gerçekçisi, absürtü vb.; bunların çok önemli bir ortak noktası vardır:

Anlam!

Anlamı yıkmak için yazılan bir eserde dahi bir anlam vardır.

Edebiyatın sınırlarında dolaşan, marjinal kabul edilenlerin dahi bir anlam kaygısı vardır. Ionesco’nun anlatmak istediği bir şey vardır; Beckett Godot’yu Beklerken’i laf olsun torba dolsun diye yazmamıştır. Bu yazarların bir derdi vardır.

Postmodern anlayışta işte bu arayış küçümsenir.

*

Anlamı feda etmek, insanı sıfırlamaktır. Anlam en kısa tanımıyla “fark”tır.

Bir masayla zürafanın farkı… Eşinizle/sevgilinizle diğer kadınların ya da erkeklerin farkı…

Bir kavramın ya da nesnenin anlamı, onu çevresindeki dünyadan ayırıp incelediğimizde benzerlerinde olmayıp onda olan şeydir. Bir masa, bir zürafa değildir. Üzerinde yemek yediğimiz bu dört ayaklı nesnenin zürafa olmadığını, değişik dillerde değişik sözcüklerle adlandırılsa da masa olduğunu ve aynı nesneyi gösterdiğini biliriz.  Bir masayı göstererek söylenen “bu bir masadır” önermesiyle “bu bir zürafadır” önermesi birbirinin aynısı değildir. Bu nesne için ilki doğru ikincisi yanlıştır. Bir masayı göstererek söylenen “bu bir masadır” veya “bu bir zürafadır” önermelerini, bilgi değeri bakımından eşdeğer bulursak hiçbir kavramın/varlığın/nesnenin diğerinden farkı olmaz.

Her şeyin birbiriyle aynı olduğu bir dünyada anlam yaratılamaz.

*

Y. Ecevit, postmodern metinlerle ilgili şöyle yazar:

Palyaçoyla prensin, katille maktulün eşit koşullarda soluk aldığı bu tür postmodern metinlerde "katil de maktul de haklıdır.” (16) 

Postmodern edebiyatın bu bayağı klişesi, anlamın reddi, insanın anlam dünyasının sıfırlanmasıdır.

Katil birini öldürendir; maktul, katilin öldürdüğü kişidir. Eğer katil ile maktul eşit derecede haklıysa katil ile maktulün farkı nedir? Ölen de öldüren de haklı ise etik diye bir şeyden söz edemezsiniz. Değerler dünyası, anlamın üzerinde yükselir.

Eğer katil de maktul de haklılık bakımından birbirine eşitse, değerler dünyasının dayandığı anlam zeminini yitirir.

Bu anlayış, insanı sıfırlamaktır. İnsan türünün bugüne dek oluşturduğu değerler sistemini, yüz binlerce yılda üst üste koyarak geliştirdiği bütün birikimi hiçleştirmektir.

*

Aklın bu kadar aşağılandığı ve ayaklar altına alındığı bu “yeni ortaçağ” düzeninde, edebiyatta ve felsefede bizlere akılsızlığı öven ve önerenler "yeni ortaçağ"ın bir parçası ve üreticisidir. 
*

Bu toplumda bugün rahatsız olduğunuz hemen her şey, "çok akıldan" değil "az akıldan" bu haldedir.

Bu toplumda akıl değil akılsızlık hâkimdir. Aklı savunmak, insan türünün yüz binlerce yıllık kültürel birikimini ve toplumu savunmaktır. İnsan aklını küçümsemek insanı kötürümleştirmektir. İnsana karşı en acımasız şiddet eylemi, aklın küçük düşürülmesidir.

[email protected]


Kaynaklar:

(1) Elsa Morante, Ve Tarih Devam Ediyor, Can Yayınları, 2009, İstanbul.
(2) https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/forbesa-gore-en-cok-kazanan-turk-yaz...
(3) Hasan Ali Toptaş, Ölü Zaman Gezginleri, Çankaya Belediyesi Yayınları, 1993, Ankara. * Everest Yayınlarının 2017’de çıkardığı baskıda bu cümle: “Bir kuşluk vakti, balkonda oturuyorduk” şeklinde değiştirilmiştir. (Hasan Ali Toptaş, Ölü Zaman Gezginleri, Evrensel Yayınları, 2017, İstanbul, s. 9.)
(4) Hasan Ali Toptaş, Uykuların Doğusu, Everest Yayınları, Aralık 2016, İstanbul, s.100.
(5) Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz, Everest Yayınları, 2017, İstanbul, s.23-24.
(6) Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları, 10.baskı, 2016, İstanbul, s.175.
(7) Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, 2005, İstanbul, s. 135.
(8) Yıldız Ecevit, age, s. 183.
(9) Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz, Everest Yayınları, 2017, İstanbul, s. 40.
(10) https://www.facebook.com/notes/ay%C5%9Fe-lg%C3%BCren/ulvi-hat-sanatinda-...
(11) https://www.facebook.com/notes/ay%C5%9Fe-lg%C3%BCren/ku%C5%9Flar-yasina-...
(12) https://www.bloomsbury.com/uk/shadowless-9781408850824/
(13) Elif Türker, Hasan Ali Toptaş Romanlarında “Belirsizliğin Bilgeliği”: Bir Okuma Önerisi, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009. http://repository.bilkent.edu.tr/bitstream/handle/11693/14892/0003842.pd...
(14) Hasan Ali Toptaş, Başlarken Yalnızsın Bitirdiğinde Daha da Yalnız, Everest Yayınları, 2017, İstanbul, s.100-101
(15) Hasan Ali Toptaş, Başlarken Yalnızsın Bitirdiğinde Daha da Yalnız, Everest Yayınları, 2017, İstanbul, s.286-287.
(16) Yıldız Ecevit, age, s. 135.