Bütün düğünlerin damadı, bütün cenazelerin ölüsü*

EC: Bu gazete, “özgürlükçü sol” bir gazete olacak.
RÇ: İyi de bir sorun var sen solcu değilsin ki...
EC: Benim solcu olmama gerek yok, ben gazeteciyim (1).

Bu konuşma S. Beckett ya da E. Ionesco’dan alınmış bir diyalog değildir. Tam da oralara uygun bir parça olsa da ne yazık ki değil. Bu diyalog yıllarca Radikal gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapmış olan Eyüp Can (EC) ile gazeteci Ruşen Çakır(RÇ)  arasında geçen bir diyalogdur. Ancak absürd tiyatro diyaloglarında okuduğumuzda garip gelmeyecek birçok şeye yıllardır şahit oluyoruz.

Söz konusu sağcı kişi, yıllarca “solculuk yapan” Radikal gazetesinin genel yayın yönetmenidir. Yukarıdaki beyandan da anlaşılacağı gibi sol bir gazete çıkarmak için solcu olmaya gerek duyulmamaktadır.

Sağcı olup solcu bir gazete nasıl çıkarılır? “Çıkarılmışı” vardır; işte Radikal gazetesi…

 “Memlekete komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz”. Nevzat Tandoğan’a mal edilen bu söz çok güncel bir sözdür:

Türkiye’de “muhalefet yapılacaksa” onu da “bütün düğünlerin damadı, bütün cenazelerin ölüsü” insanlar yapmaktadır.

Eyüp Can, bu büyük yetenek, yarın Zaman gazetesinin ya da Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni olabilir. Buna kim şaşırabilir? Eyüp Can’ın bu gazetelerin genel yayın yönetmenlerinden ne eksiği vardır? Tam tersine sağcı olduğunu hiç inkar etmeden yıllarca “özgürlükçü solcu” bir gazeteyi çıkarmış ve bu gazeteyi sol diye başarıyla satmıştır. Bunu E.Can değil, onu sol diye alanlar, yıllarca tek entelektüel gıdası Radikal olan ve dünyaya bakışını Radikal ile şekillendiren “büyük solcularımız” dert etmelidir. E.Can’ınki önünde sonunda bir “bizınıs”tır; o işini yapmaktadır. “Radikal solcuları”nınki nedir? Mevcut kültür ikliminde Radikal gazetesi tipi mecralar asla ölmez; başka isimlerle “reenkarne olur”. Bir bakarsınız adı Taraf olmuştur, bir bakarsınız adı Cumhuriyettir. E.Can’ı bu vesileyle, uygun koşullar oluştuğunda Cumhuriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğine öneriyorum.

“Bütün cenazelerde ölülük bütün düğünlerde damatlık yapan” bu insan tipi ülkemizde çok yaygın bir insan tipini tanımlamaktadır.

Sağcı olmaya sağcıdırlar. Sağcı olmak ayıp da değildir; ancak solculuğu da bunlar yaparlar. Bir bakarsınız ana akım olarak tanımlanan gazetelerde tam sayfa söyleşi verirler; bir bakarsınız cemaatin gazetesinde sırıtırlar, bir bakarsınız sosyalist bir gazetede partili edebiyatla ilgili ahkam keserler. Ancak nerede olursa olsun daima nabza göre şerbet verirler. Muhafazakar gazetede muhafazakar, solcu gazetede solcu olurlar, ana akım denen gazetede ise ortadan ortadan giderler, şişi de yakmazlar kebabı da. “Hem nalına hem mıhına”, “ne şiş yansın ne kebap”, “nabza göre şerbet vermek”, “suya sabuna dokunmamak” gibi deyimler bir gün yok olsaydı, bu insanlara bakıp yeniden bulunabilirdi.   

“Bütün cenazelerin ölüleri, bütün düğünlerin damatları”, günde üç öğün “tarihle yüzleşir”, yatmadan önce günde bir defa “ezberleri bozarlar”.

 “Tarihi daima tarihçilere bırakırlar”. Fatih’e de hayrandırlar, Marx da “faydalı işler yapmıştır”.

Dindar okuyorsa dindarı gıdıklarlar, sosyalist okuyorsa sosyalisti gıdıklarlar. Her çeşit ağza çalacakları bir miktar bal, parmaklarında mutlaka bulunur.

Sağcı da bunlardır, solcu da bunlardır, dindar da bunlardır, komünist de bunlardır. Solcu “olmazlar”, solculuk “yaparlar”.

Bunlar “olmazlar”, “yaparlar”. Akışkandırlar, elastiktirler, hiçbir köşeleri yoktur, konumsuz ve şekilsizdirler; daima girdikleri kabın şeklini alırlar.

Hiçbir şeyi eleştirmezler; söyledikleri genellikle doğrudur; yazdıkları ya da söyledikleri şeyler genel geçer şeylerdir. Genel geçer doğrularla geçimlerini sağlama konusunda büyük yetenekleri vardır. Suya sabuna dokunmama konusunda doktora yapmışlardır.

Yükselen her dalganın üzerine binmekte büyük bir beceri gösterirler.

A partisi iktidara geldiğinde ona yanaşırlar, A partisi iktidardan düşerse uzaklaşırlar. “Fetihçi”lerle fetihçi, “Gezici”lerle gezici olurlar. Geziciyim deyip gidip polisle fotoğraf çektireni bile olmuştur.

Bunlar nereden kaz geleceğini içgüdüsel olarak bilir, “tavuk esirgenmeyecek” yerleri hiç kaçırmazlar.

Türkan Saylan’ın arkasından ağlak yazılar da yazabilirler; Türkan Saylan’a “pezevenk” diyen şairin posterini de verebilirler; müşterisi varsa onlar için yapılmayacak bir şey yoktur. Ne de olsa bu ağlak yazıların da posterlerin de alıcısı “düşük profilli okur” ortalıkta bolca vardır. Bu “düşük profilli okur”un bizzat üreticisidirler aynı zamanda.

Nazım’dan bahsettikleri yerde mutlaka panzehir olarak Necip Fazıl’dan da söz ederler. Onları “şiir birleştirmiştir”!  Asla taraf tutmazlar ya da bununla eş anlamlı olarak daima “her taraf”tadırlar.

Bir gün bir bankanın şiir etkinliğinde şiir okurlar, ertesi gün Nazım Hikmet anmalarında… Banka şiir etkinliğinde Nazım Hikmet anması yapanlar bile vardır.

Bir yazıda Sivas’ta katledilen Carina Cuanna’yı (2) yazar, bir başka yazıda ise yeni başbakanı överler (3). Hepsinin alıcısı vardır; işi asla şansa bırakmamak, yumurtaların hepsini aynı sepete koymamak gerekir.

İktidarın kahvaltısına da giderken mutlaka “Geziyi ilk 3 gün desteklemişlerdir.”

Sermayenin en büyük bankalarından birisi Nazım Hikmet sergisi açar. Bir şair, hem Akbank sanat günlerinde börtü böcek şiiri okuyup hem iktidarın kahvaltısında reçellik yapıp ertesi gün Sivas Katliamında ölen şairleri anar ve hala “muhalif şair”, “büyük entelektüel” olarak sunulur. Okur da bunu yer. Bu durumu “Şair simit sat onurlu yaşa” diyerek eleştiren insanlar ise “bir grup marjinal”dir sadece (4)!

İktidar karşısında hazır olda ve her daim hizmete hazır dururken gazete köşesinde Leninizm teorileri yapabilirler (5-7).

Büyük holdinglerin sanat günlerinde de Akbank, İş Bankası, YKB’nin sanat etkinliklerinde de sosyalist yayın ve kurumların sanat etkinliklerinde de aynı isimlerin olması tuhaf değil midir? Bir söz, bir cümle ya da bir önerme, hem holding sanat etkinliğinde hem sosyalist sanat etkinliklerinde kabul görüyorsa o sözün, o cümlenin, o önermenin anlamı sorgulanmalıdır.

Bankalar, holdingler için sorun olmayabilir ama kendini muhalif, ilerici, sosyalist diyenler bunu sorgulamalıdır.

Bir haber:

“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül, yazar ve sanat camiasından Ahmet Telli, Ahmet Ümit, Ahmet Vehbi Vakkasoğlu, Alev Alatlı, Ayşe Kulin, Beşir Ayvazoğlu, Canan Tan, Çetin Tüzüner, Doğan Hızlan, Enver Ercan, Fatma Barbarosoğlu, Feyza Hepçilingirler, Haluk Dursun, İskender Pala, Kürşat Başar, Metin Celal Zeynioğlu, Mustafa Armağan, Müge Çakır, Mümin Sekman, Nazife Şişman, Selim İleri ve Tuna Kiremitçi gibi Türkiye'nin kendi alanlarında öne çıkan isimleri ile birlikte; sabah saatlerinde Ankara’dan havalanan Türkiye Cumhuriyeti TC-GAP uçağı ile Şanlıurfa GAP Uluslararası Havaalanı’na geldi. Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan ile eşi Ayla Yavaşcan tarafından karşılanan Hayrünnisa Gül, beraberindeki heyetle şenliklerin yapılacağı Balıklıgöl’e geçti.” (8)

Elbette isteyen istediği uçağa binebilir, istediği programa katılır ancak şu çok basit soru aklınıza gelmiyor mu?

“Bir şair-yazarın, kendini muhalif, sosyalist-komünist diye tanımlıyor ise Cumhurbaşkanlığı uçağında ne işi olabilir?”

“Kendini muhalif-sosyalist-komünist olarak tanımlayan bir sanatçıyı bir vali niçin karşılar?”

Hiçbir yazarı-şairi Cumhurbaşkanlığı uçağına zorla sokmazlar; bu yazarın-şairin bir tercihidir. O uçaktaki yeriniz, o koltuktaki oturuşunuz da özgeçmişinize dahil olmuştur.

Bu şair-yazarlar, geçen hafta Cumhurbaşkanı’nın verdiği iftara giden şarkıcılar ya da futbolcular kadar eleştirilmiş midir (9)? Lümpen şarkıcılardan beklenen ilkeler, kendilerini muhalif-sosyalist ya da komünist olarak tanımlayan şair ve yazarlardan niçin beklenmez?

Önce her şeyi yerlerine yerleştirmek gerekiyor.

Günümüzde ne yandaş olmak ayıptır ne de iktidarı desteklemek; tam aksine iktidar piramidinin çeşitli kademelerinde, bulunduğu seviyeye göre ona yanaşarak yaşamını sürdüren yandaş-iktidar destekçisi birçok insan vardır.

Ancak kendine muhalif diyenlerin bu çok yüzlü, her daim kaptan, her yerde hazır ve nazır olan bu joker tipin hegemonyasından artık kurtulması gerekmektedir.

Sorun bu kişilerde değil, onlarda keramet bulanlardadır.

Şu sorular artık sorulmak zorundadır:

-İktidarla bir dirsek mesafesinde nasıl muhalif olunabilir?

-İktidardan sadece bir ıslık mesafesinde duran bir “muhalif”in muhalefeti ne kadar olabilir?

Ey okur,

 “Cenazelerine” ve “düğünlerine” sahip çıkmalısın. “Kendi ölünü” ve “kendi damadını” bilmezsen, bugün olduğu gibi “bütün düğünlerin damatları”, “bütün cenazelerin ölüleri” düğünlerinizden ve cenazelerinizden eksik olmayacak. “Bütün düğünlerin damatlarından, bütün cenazelerin ölüleri”nden artık kurtulmak zorundasın.

* Bütün düğünlerin damadı, bütün cenazelerin ölüsü: Bu deyim Maksim Gorki’nin “Küçük Burjuvalar” adlı oyunundan alınmıştır.

[email protected]                                  

DİPNOTLAR:

1. http://www.gazeteciler.com/gundem/eyup-candan-tartisma-cikaracak-sozler-...
2. http://www.candastolgaisik.com/ctiyazi.php?id=877
3. http://www.posta.com.tr/turkiye/YazarHaberDetay/Guler-yuzlu-bir-basbakan...
4. http://www.birgun.net/haber-detay/sair-simit-sat-onurlu-yasa-72439.html
5. http://www.havadisturk.com/images/haberler/cumhurbaskani_gul_all_arts_is...
6. https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSCWy6oNUwe7N4FaXIJ...
7. https://scontent.fmad3-2.fna.fbcdn.net/v/t1.0-9/13419032_163632134002535...
8. http://mehmetbalik.com/haber.aspx?id=948771&oku=Hayrunnisa-Gul_-Sanliurf...
9. http://haber.sol.org.tr/toplum/erdoganin-unluler-iftarina-kimler-katildi...