'Boş çerçeve'nin 'boş' yazısı, Hasan Bülent Kahraman ya da 'bunun anlamı nedir?'

Piyasa edebiyatının eleştirmenleri ne zaman sıradan bir yazarı ya da bir piyasa kitabını övmek isteseler yazılan klişeler bellidir:

-Akıcı ya da duru bir dil…

-Çok katmanlı anlatım…

-Yazarın kendi içine yaptığı yolculuk…

-Yazarın tarihe tanıklığı…

Kitap hakkında yazılanların,  kitapla gerçekten ilgili olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Yazar hırsızdır; bir başka kitaptan alıp kitabına aktarmıştır, yani çalmıştır.

-Hayır bu "metinlerarasılık" derler.

Vasat yazar, kitabında yüzlerce anlatım bozukluğu olan son derece bayağı bir dil kullanmıştır. Bu durum ortaya konduğunda:

-Hayır, bu “sokağın dilini kullanmak” ya da “dilin sınırlarını zorlayan bir deneysellik"tir derler.

Vasat yazar, aklına gelen her şeyi olduğu gibi yazmış ve yazdığı metni bir daha okumamıştır:

-Hayır bu "bilinç akışı tekniği" derler.

“Tarihe tanıklık eden roman” diye reklamı yapılan bir kitapta, tarihe tamamen aykırı koca koca mantık hataları bulunur:

-“Roman gerçeklikle uymak zorunda değildir” denir. “Tarihe tanıklık ettiğini, tarihin bir dönemini aydınlattığını” iddia eden de onlardır, “gerçekliğe uymak zorunda olmayanlar” da onlardır.

Sonuç olarak piyasa edebiyatı-edebiyat piyasasında, her şeyin bir kulpu vardır. Sürecin sonunda bu saçmalıkları ortaya koyanlar suçlu çıkarlar.

Bunları ortaya koyduğunuzda “moderniteye saplanmış eski sanat anlayışları”nı savunmakla itham edilirsiniz. “Modernötesi arayışlar”a ve “insan kavrayışının sınırlarını genişleten” sanatçılara engel olmakla suçlanırsınız.

Önünüzde bir “sanayi” vardır, hatta “ağır sanayi”: son ürünü “vasat edebiyatı” olan koca bir kültür endüstrisi… Yazarıyla, okuruyla, eleştirmeniyle, yayıneviyle, “best-seller”larıyla, ödülleriyle bu gördükleriniz, bu duyduğunuz sesler, gazetelerin kültür köşelerinde ve kitap eklerinde okuduklarınız, piyasa edebiyatının-edebiyat piyasasının makineleri, kayışları ve çarklarıdır.

Yarın piyasa edebiyatının bu star yazarlarından birisi, sayfalarında tek bir sözcük olmayan 500 sayfalık boş bir kitap çıkarsa “bu da nesi” diye garipseyen bizlere, kültür endüstrisinin CEO’ları “büyük eleştirmenler” şöyle diyeceklerdir:

“Yazar roman sanatının temellerindeki anlamı kökünden sarsan bir arayış içinde”…

“Dilin sınırını zorlayarak bu sınırın ötesine geçen yaratıcı bir çalışma”…

“Modernitenin dayatığı güncel estetik değerleri ve çağrışımlarını kökünden reddederek yeni bir estetiğe yelken açan sanatçının cüretkar çığlığı”… 

En klişesinden bu tür bir iş, piyasa edebiyatının aletleri tarafından “yaratıcı sanat” diye pazarlanacak, kültür endüstrisinin “eleştirmen” aletleri de bunu güzelleyecektir.

Hakkında daha önce de yazdığım birkaç yıl öncesine ait bir örnek:

Ressam Bedri Baykam, boş bir çerçeveyi 125 bin dolar (yüz yirmi beş bin dolar) fiyatla işadamı Murat Ülker’e satmış.(1)

125 bin dolar eden  “büyük sanatsal olay” boş bir çerçevedir. M. Duchamp’tan neredeyse 100 yıl sonra bunun anlamı nedir? Bu konsept dünyada kaç bininci kez tekrarlanmıştır? Ben 2016 yılında çıkıp bir Guernica kopyası çizsem resimde nasıl bir yenilik yapmış olurum? Ya da 2016’da çıkıp W.Faulkner veya J. Joyce’tan on yıllar sonra  “romanda bilinç akışı tekniğini buldum” diye övünseydim, ne düşünürdünüz? Böylesi bir klişeyi bu şekilde sunarken herkesi aptal mı sanıyorsunuz? Bu tartışmalara hiç girmeyeceğim. Merak edenler bununla ilgili tartışmaları (2) ve Bedri Baykam’ın bunlara verdiği yanıtı (3) okuyabilir.

Biraz önce yazdığım, “sayfaları boş kitap” için yazılabilecek o anlamsız cümleleri boş çerçeve için kurabiliriz.

-Sanatın anlamını kökünden sarsan bir arayış…

-Modern estetiğe meydan okuyan bir “antiestetizm”…

-Sanattaki “sanatçı-sanatsever dualizmi”ni reddederek sanatseveri de esere katan devrimci bir anlayış”…

-Çerçevenin içini sanatsevere terk ederek, resimde “ebedi bir bitmemişlik” praksisinin sergilenmesi…

-Sanattaki sanatçı tahakkümüne son veren ve sanatseveri de sanata katan yeni bir anarşist estetik…

Sayfaları bomboş 500 sayfalık kitabın, resimde bir benzerini yapan B. Baykam ve boş çerçevesi için de bu ve benzeri sayısız saçma cümleler kurabilirdim. Bunları ben ancak alay etmek için yazardım. Ancak “boş çerçeve sanatı” için  Hasan Bülent Kahraman, tam da bu kıvamda, tam da aynı anlamsızlıkta, tam da aynı “anlamlılık pozları” içinde “ağırmış gibi yapan” bir yazı yazmış bile! (4). Ancak mizah amacıyla yazılabileceğini düşündüğüm bu yazıyı da uzun uzun incelemeyeceğim. Sabrı olanlar linkten okuyabilirler. H.B. Kahraman bu yazıyı, rahatlıkla sayfalarında tek bir sözcük olmayan 500 sayfalık boş bir kitap için ya da B. Baykam’ın meşhur “spermli peçetesi” için de yazabilirdi.

“Ne çok şey biliyorum ben” yazılarıdır bunlar, okunmak için yazılmaz, hipnotize etmek için yazılır. Benim gibi sabredip okursanız bulacağınız içerik ise genel geçer doğrular ile birbiriyle ilgisiz bir bilgi yığınıdır; içinde tek bir satır özgün düşünce yoktur. Batıda 40- 50 yıl önce yenmiş, çiğnenmiş, sindirilmiş düşüncelerin geviş getirilmesinden ibaret olan bol atıflı yazılardır.

Okura, “bu işler o kadar karışıktır ki siz asla anlamazsınız” duygusu vermek için yazılır. H. B. Kahraman bu işlerin ustasıdır. “Çok şey söylüyormuş gibi yapıp hiçbir şey söylememek nasıl olabilir?” diye merak edenler, “Hasan Bülent Kahraman gibi yazı yazma rehberi”ni okuyabilirler (5).

“Deleuze’lü, Heidegger’li, Foucault’lu yazılar yazıp finalde iktidarı destekleyen Marksist-Leninist nasıl olunur?” ya da “her türlü iktidarla canciğer olup Marksist-Leninist geçinmek için ne türden bir mide gerekir?” konularını bir başka yazıda ele almak üzere şimdilik bir kenara bırakalım.

Hasan Bülent Kahraman’ın bu yazısını okurken üç şeyi düşünmüştüm.

1. Mizah yapacak alanımız, her geçen gün daralıyor. Gerçek yaşamda olanlar, her geçen gün mizah alanımızdan yer çalıyor. Biz ne yaparsak yapalım, bu insanların ciddi ciddi yazdığı yazılardan daha komik olamıyoruz, olamayız.

2. “Saçma” sözcüğünün bazı olayları-ifadeleri artık tek başına yeterince tanımlamadığını düşünüyorum. “Saçma” sözcüğü için pratik yaşam, dil yetimizin önüne geçmiş. Bazı olaylar-ifadeler için sadece “saçma” demek yetersiz kalıyor. “Saçma”nın derecelerini tanımlayan yeni sözcükler bulmalıyız-bulunmalı: “saçma”, “sapsaçma”, “çoksaçma”, “aşırısaçma”, “ensaçma”, “hepsaçma”, “tümsaçma”, “üstsaçma”, “ötesaçma”,”saçmaötesi”…  

3. Gramsci… Bu tür yazıları okurken onu anmadan olmuyor. Gramsci, yine Gramsci, yeniden Gramsci akla geliyor:

Ey saçma, bir tek sen ölümsüzsün!

Şimdi, bu yazıyı yazarken aklıma gelen 4. madde ise okura önerimdir:

Her şeyden önce nesneleri adıyla çağırmak gerekir: ele el, kuşa kuş, saçmaya saçma, zırvaya ise zırva demeliyiz. Hele hele zırvaya zırva demekten hiç ama hiç çekinmemeliyiz!

Ben ve benim gibiler, piyasa edebiyatının bu sirkinde rengarenk ışıklarıyla koca gözlü çocukları hipnotize eden sirk palyaçolarına parmağımızla işaret edip çok basit bir soru soruyoruz:

Bu ne demek? Bu metnin anlamı nedir?

Yanıt?

-Bu da soru mu?

-Cahil!

-Aptal herif, sanattan anlamıyor!

-Biraz oku oku, dünyadan haberin yok!

-İlla anlamı olması mı gerekiyor!

Buyrun. Anlatın da anlayalım. Ne zaman o çok basit soruyu sorduğumuzda piyasa edebiyatının o renkli sirkinden aynı tepkiyi alırsınız. Ya sizi cahillikle, edebiyattan anlamamakla, geride kalmakla, modern edebiyatı bilmemekle suçlarlar ya da sanat teorisini hatmetmiş kibirli bir bakış atıp susarlar. Ancak asla ve asla “bu ne demek” sorusunu yanıtlamazlar. Çoğu kez kendilerinin de anlamadığı, biri açıkça sorduğunda aşağıladıkları, o soruyu sordurtmamak için şiddetli bir grup baskısı oluşturdukları o metnin etrafındaki sis bulutunun dağılmasını asla istemezler.

Sis bulutları, gizem… “Bende bir sürü şey var ama göstermem” mistifikasyonu çoğu kez tek sermayeleridir. “Bu ne demek?” sorusu, onlar için asla duymak istemedikleri, onları çılgına çeviren öldürücü bir sorudur. Anlam arayanları aşağılamalarının, cahillikle suçlamalarının nedeni budur. Anlamsız metinleri, zor anlaşılır metinlerle karıp, anlamsız metinlere derin anlamlı imiş muamelesi yaparak saçmalığı “büyük edebiyat” diye yutturdukları gizemli dünyaları asla bozulmamalıdır. Okurun metin karşısında sadece hipnotize olup inanma hakkı vardır, sadece “vaaav süpeeer” deme hakkı; ötesi sanattan anlamamazlık, geri kafalılıktır.

“Muhtar ne güzel konuştu, heç bir şey anlamadım”

Kemal Sunal’ın bir filminde köylü kadının muhtarın anlamadığı konuşmasına verdiği tepki budur.

Karşılarında bekledikleri okur kitlesi böyle olmalıdır. Okur, ya anlamadığı halde güzel bulmalıdır, ya da anlamış gibi yapmalıdır. “Muhtar ne konuştu?” diye soranlara nefretlerinin nedeni budur.

“Bunun anlamı nedir?”

Bu soruya bu kadar düşman bir edebiyat ikliminden sadece sürüler, ebleh okur “kütleleri” çıkar.

“Bunun anlamı nedir?”

Eleştirel aklın bu en eski sorusunun, düşünmenin bu ilk ürününün büyüleyici bir yanı vardır. Bir metinle ilgili bu soruyu sorduğunuzda bir tartışma düzlemi ve diyalogu oluşturursunuz. Ancak böyle bir tartışma düzlemi ve diyalogu oluşturduğumuzda böylesi metinler etrafındaki sis ve kutsallık ortadan kalkar. Anlam arayışı üzerinden bir tartışma oluştuğunda metinlere kutsal muamelesi yapamazsınız.

Sonuç mu? O zaman anlamsız metinleri, 5. sınıf romanları modern roman diye okura yutturamazsınız. Böyle bir tartışma zemini ısrarla kaçınılmasının nedeni tam da budur. Böyle bir tartışma zemini kurulduğunda piyasa edebiyatının kitap eklerinde başyapıt diye göklere çıkarılan, ödüle boğulan anlamsız metinler buhar olup uçacaktır. O anlamsız metinler tam da bu piyasa diktatörlüğünün tartışmasızlığında yutturulabilir ancak. Piyasa edebiyatının pazarlama mümessillerinin işaret ettiği kitaplar karşısında okur, sadece eleştirisiz ebleh bir tüketici olarak hipnotize olduğu zaman değerlidir; bu ne demek diye sorduğu an “cahil” yaftası yer.

Bunun anlamı nedir? Bize yasaklanan soru budur. Bu sorunun yasaklandığı yerde P. Mağden’in 5. sınıf romanı başyapıt diye ilan edilir, içindeki onlarca gülünç anlatım bozuklukları, “yazarın dil oyunları” diye yutturulabilir.

“Bunun anlamı nedir?” sorusunun olduğu yerde, bir kez bile tekrar okunmadan yazılan ergen iç dökmeleri “bilinç akışı tekniği”, ortaokulda yapılsa zayıf alınacak kadar sıradan imla hataları ve dil bozuklukları “dilin olanaklarını zorlama” diye yutturulmazdı. “Bunun anlamı nedir?” sorusunun olduğu yerde, kendini bu kadar çok Joyce, Beckett ya da Ionesco zanneden piyasa yazarı olmazdı.

“Bunun anlamı nedir?” sorusunun olduğu yerde Türkiye’nin en büyük edebiyat ödülünün, 14 yılda 12 kez aynı yayınevine verilmesi normal karşılanmazdı. “Bu ne demek” sorusunun olduğu yerde böylesi bir skandal karşısında, “demek ki güzel kitaplar çıkarıyorlar ki ödül alıyorlar” diye ciddi ciddi yazan “muhalif eleştirmen”leri kimse ciddiye almazdı.

Bu soru bizim gerçeklikle olan en büyük bağımızdır. Bu soru, bizi zırvadan koruyacak büyük bir panzehirdir. Bütün bunlardan ötürü, aptal yerine konmaktan hiç çekinmeden ısrarla bu soruyu sormak zorundayız:

“bunun anlamı nedir?”

Taylan Kara

[email protected]


KAYNAKLAR:

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/22971169.asp
http://sanatatak.com/view/Duchamp-gorseydi-guler-gecerdi/242
http://www.bedribaykam.com/bb/makale_sanat_020713.html
http://www.bedribaykam.com/bb/hbk_yazi_090413.html
http://www.insanbu.com/eski/a_haber5426.html?nosu=1342