12 Eylülün edebiyatımıza faydaları

Burjuvazi hoşgörülüdür oysa: İnsanları oldukları gibi sever çünkü onların olabileceklerinden nefret etmektedir.

             T.W.Adorno (Minima Moralia)

Bir insan niçin solcu olur? Bu soruya çok farklı yanıtlar verilebilir.

Marx, Engels ya da Lenin’in kitaplarını okuyarak mı?

1960’larda bu yazar-düşünürlerin birçok kitabı çevrilmemişti ve bunları yabancı dilde okuyup anlayabilecek kişi sayısı çok azdı.

Deniz Gezmiş bir söyleşisinde nasıl sosyalist olduğu sorulunca, “biz edebiyattan geldik.” diye yanıtlamıştı. Sanatın insanı şekillendirmede ve “değer” yaratmakta çok önemli bir rolü vardır.

Türkiye’de Gorki’nin Ana’sı, Engels’in Antidühring’inden daha fazla insanın solcu olmasına neden olmuştur. Bu açıdan Nazım Hikmet’in şiirleri, Marx’ın Kapital’inin etkilediği insan sayısından daha fazla sayıda insanı etkilemiştir.

Kısacası edebiyatın, sol değerleri yaratmaktaki işlevi çok büyüktür.

Sol değerlere karşı ideolojik mücadele, tam da bu yüzden buradan başladı. İşlerini hiçbir zaman şansa bırakmadılar.

12 Eylül bu toplumda solu siyasetten, toplumdan, kültür-sanattan, yaşamın hemen her yerinden vahşice kazıdı. Bunu yaparken insanlık tarihinde bilinen hiçbir kuralı tanımadı; kapattı, tutukladı, işkence yaptı, astı, kurşunladı, yok etti.

Bu işi apaçık kaba şiddetten, ideolojik şiddete kadar her yolla yaptı.

Sadece solcuları değil, solcuların yarattığı-solcuları yaratan sol değerleri de en azılı düşman bildi. 12 Eylül, sadece solcuları hapishanelere kapatıp öldürmekle kalmadı, bu değerlerin tekrar yeşermemesi için de yapılabilecek her şeyi yaptı.

Nasıl mı?

Prof. Dr. Yıldız Ecevit, bu konuyu kitabında şu şekilde ele almaktadır:

“Bu arada, depolitize olmak durumunda kalan edebiyat da kendini dile getirmek için siyasal angajmanın dışında yeni alanlar aramaya başlar. Türkiye’ye onarılmaz zararlar verdiğini düşündüğümüz 12 Eylül yönetiminin, Türk edebiyatına farkında olmadan yaptığı bir iyiliktir bu” (1).

Yine 2000’li yılların yeni romancısını Prof. Dr Y.Ecevit şöyle tanımlamaktadır:

“Yeni romancı yıllarca yaşadığı sanatsal esaretin zincirini kırmış, zembereğinden boşanmış bir yay gibi coşkuyla özgürlüğü yaşıyor. Geleneksel estetiğin dogmatizmi, bu güçlü coşku karşısında silahsız kalmıştır” (2).

 “İyilik” kısmını bir kenara koyacak olursak bu saptama, “karşı cenah”tan bir doğrulamadır; Y.Ecevit’in konumunu dikkate alırsak aynı zamanda bir itiraftır. 12 Eylülle edebiyat zorla “temizlenmiş”, “dikensiz gül bahçesi” haline gelmiştir. İşte bu gördükleriniz, bu gözünüze sokulanlar, bu vitrinlere ve beyinlere yığılanlar, işte bu kitap eklerinde göklere çıkarılan penguen kitaplar, bu bahçenin gülleridir. Postalların gölgesinde, coplarla paramparça edilmiş bitkilerin yok edildiği, 12 Eylülün gübrelediği toprakta, 12 Eylül ideolojisinin bir ürünüdür. Şimdilerde herkes in 12 Eylüle karşı olduğuna bakmayın. Kenan Evren de bir programda işkenceye karşı olduğunu söylemişti. 12 Eylülün toplumda ve edebiyatta yaptığı alan temizliğinde yetişmiş has 12 eylül ürünleridir bunlar.

İşte bugün Y.Ecevit’in  “sanatsal esaretin zinciri kırılmış”, “coşkuyla yaşanan özgürlük” diye tanımladığı ortam edebiyatın piyasalaşması, piyasa edebiyatının mutlak bir hakimiyetle bütün bir edebiyatı vahşice ele geçirmesidir.

Zincirlerini kıran sermaye ideolojisidir, coşkuyla yaşanan özgürlük, piyasa edebiyatının özgürlüğüdür.

12 Eylülün kendisi anayasada olsa da ideolojisi Türk kültür endüstrisinde atmaktadır.

Bu, piyasa edebiyatının/ edebiyat piyasasının köpeksiz köyde değneksiz gezme halidir. Onların özgürlük dediği piyasa edebiyatının/edebiyat piyasasının vahşeti, edebiyat alanında hiç olmadığı kadar cüretkar ve acımasızdır.  

Çürümenin cüretini yaşamaktayız.

*

Bu işlerin en çok farkında olan sermayedir. Hiçbir ilerici yazar-sanatçı, ideolojisini vestiyere bırakmadan sermayenin kültür sanat aygıtlarının kapısından giremez. İlerici sanatçılar, ancak “evcilleştirilerek”, “arındırılarak”, “zararsızlaştırılarak” prestijleriyle ama mutlaka ilerici birikimini üzerinden çıkarmış olarak kabul görür.

Bir bankanın yayınevi, niçin B. Brecht, G. Lukacs, E. Bloch gibi kapitalizm karşıtı yazarları basar?

Çok demokratik olduklarından mı?

Kültüre tutkun oldukları için mi?

Kültürel olarak karşı görüşlere yer verdiklerinden mi? Niçin?

Niçin Nazım Hikmet basar? Sanata saygısından mı?

N. Hikmet’in, üzerinden atılamayacak kadar yapışmış siyasallığı, “çocuk ruhlu şairin hınzır yaramazlığı”dır. N.Hikmet’in ideolojisi, çapkınlığı ile aynı kategoride, “brokoliyi sevmemesi” gibi bir şeydir. “Yaramaz çocuk” Nazım’ın üzerinden sökülemeyen siyasal duruşu, burjuvazi tarafından tebessümle karşılanan ve “hoşgörülen” küçük kusurudur.

Orhan Kemal adına verilen ödül, O. Kemal karşıtı bir yazarın O. Kemal karşıtı bir romanına verilir. O. Kemal sempozyumunda onun anısına konuşanlar, O. Kemal’in edebi duruşunun azılı düşmanlarıdır. Çok iyi biliyoruz ki “görmemek de görmenin bir biçimidir. Görmemek de görmeye dahildir.”

Sanatçının duruşu, edebi penceresi, sanatıyla neyi savunup neye karşı olduğu bu toplantılarda bir saniye bile konu edilmez. Bu tür toplantılar, bu yazarların sanatını yok saymaya, onları sermaye için uygun hale getirmeye yarar.

*

Sermaye hiçbir işini şansa bırakmaz. Piyasa edebiyatı-edebiyat piyasasında olan hiçbir şey tesadüf değildir. Siyaset ya da ekonomi ne kadar ideolojik bir alansa kültür de en az bunlar kadar ideolojik bir alandır. Sermaye sınıfı ile mücadele diye bir derdi olan kişi veya hareketlerin, en az sermaye sınıfı kadar bu gerçeğin bilincinde olması zorunludur.

Aksi takdirde gazetesinin manşetinde siyasal olarak karşı çıktığı sermayenin ideolojisini, kültür sanat sayfalarında bizzat kendi elleriyle üretecektir. Şimdi birçok yayın organında olduğu gibi…

[email protected]


  1. Yıldız Ecevit, Kurmaca Bir Dünyadan, s.20, İletişim Yayınları, 2013, İstanbul.
  2. Yazı, 01/01/2010 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanmıştır. http://www.insanokur.org/yaratma-coskusuna-taniklik-etmek-prof-dr-yildiz-ecevit/