“Şiirimizin ışıklı ırmağı” : Enver Gökçe[1]

“Şimdi, göz aydın etme zamanıdır.

                                                                                                              Yeni bir dünya doğuyor.

                                                                                                              Şorul şorul giden kan pahası.

                                                                                                              Müjdeler, müjdeler olsun

                                                                                                              Yeni bir dünya doğuyor

                                                                                                              Zincir seslerinden

                                                                                                              Verem basillerinden uzakta….

                                                                                                              …

                                                                                                              Domdom kurşunuyla vursalar da

                                                                                                              Her zaman böyle döğüşeceğiz:                                                                                                                              Gırtlak gırtlağa, diş dişe, tank tanka

                                                                                                              Demokrasi için,

                                                                                                              Eşitlik ve hürlük uğruna” (E.Gökçe)

 

 

            Türkiye sosyalist solunun iki değerli isminin anılarından oluşan üç kitap var elimde.

İkisi sevgili Remzi ağabeye (İnanç) ait.  İlk yazısı 1950’de “Demokrasiye Güven” adlı bir günlük gazetede yayınlanan, daha sonraki yıllarda pek çok dergi ve gazetede yazıları, röportajları ve öyküleri yayınlanan İnanç, Toplum ve Memleket Yayınevlerinin de kurucusu. 100’den fazla kitabın yayıncısı olan İnanç 1969’da Vietnam Savaşı’nın efsanevi lideri HoŞi Minh’in “Milli Kurtuluş Savaşımız” adlı kitabını yayınladığı için TCK’nun 142. Maddesinden yargılandı, mahkūm oldu ve hapis yattı. Remzi ağabey “Gün Gördüm Yüzler Gördüm”, “Kar altında Güller Var” ve “ Ortak Belleğimizdir Dostlar” başlıklı yapıtlarıyla hem ülkenin sol tarihinden bazı aydın, yazar, ozan, siyasetçilerin portrelerini hem de yaşamının bazı bölümlerini ve bazı gezilerini günümüze taşıyor.“Gün Gördüm Yüzler Gördüm” ün girişinde hayatın sürekli deviniminde kimliğimize, kişiliğimize sinmiş renk, ses ve yüzleri yeniden anımsamak, yitirilmiş dostlara ait anılarınen azından bazılarınıölümün elinden kurtarmayı başarabilmekiçin yazdığını söylüyor bu anı kitaplarını. Abartısız yorumları, işlek kalemiyle bizlere aktardığı ve kimseyi kırmamaya özen gösterdiği anılarda, kişilerin bilinmeyen yönleri kadar sol tarihle ilgili olarak da çok şey öğrenmek mümkün.

“İnsanoğlu İnsanlar” başlıklı üçüncü eser ise müzik yazarlığı ve eleştirmenliği ile edebiyatçı kimliğinin yanında Türkiye İşçi Partisi üyesi, haftalık Türk Solu’nun yazı işleri müdürlüğünü, Türkiye Solu’nun sahipliğini yapmış, Türkiye Yazıları’nı yayınlamış sevgili Ahmet Say’ın elinden çıkmış. Say 12 Mart’ta cezaevine girmiş, bir çok derginin yanı sıra Cumhuriyet ve Evrensel gazeteleri, Sol Portal dahil bir çok yayın organında yazarlık yapmış, kitapları yabancı dillere çevrilmiş, eserleri tiyatroya uyarlanmış, öğretmenlik, halk eğitimciliği ve amatör folklorculuğun yanında türkü, masal, ağıt ve destan derleyiciliği de olan solun değerli insanlarından. Kitap onun kaleminden akıcı ve duru bir üslupla dökülen, kendi biyografisiyle yoğurduğu bir dizi anıyı içermekte. Say’ın kitabında, müzik yaşamımızın birçok değeriyle birlikte Verdi, Wagner gibi büyük besteciler ve Armstrong, Bessie Smith gibi Amerikan folk ve caz müziğinin önde gelen kişilikleriyle de ilgili bilgiler yer alıyor.

Tanımaktan onur duyduğum bu iki güzel insanınkitaplarında ortak olarak değindikleri birkaç isme rastladım. Bunlardan birisi, o inanç, heyecan dolu şiirleri ve Demokrat Parti döneminin faşist uygulamaları karşısında tüm acı ve sıkıntılara karşın yaşamı boyunca hiç eğilip bükülmemiş bir kişiliğe sahip büyük ozanımız Enver Gökçe.

  Sanatçılara, aydınlara, akademisyenlere baskıların gittikçe arttığı, seslerinin kısılmaya çalışıldığı günümüzde, hiçbir koşul altında egemenlere teslim olmayanGökçe’yi bu iki eserdeki anılarla ve kısa yaşam öyküsüyle anmanın iyi olacağını düşündüm.

 

                                    Anılardaki Enver Gökçe

 

Ahmet Say “Enver Gökçe” başlığını taşıyan anısında, Gökçe’nin siyasal yaşamından kesitler sunuyor bize. Onun 1951’de “TKP Tevkifatı” diye bilinen büyük operasyonda tutuklandığını, birçok devrimci gibi ağır işkence gördüğünü, Şevki Akşit ağabeyin ağzından anlatıyor. Şevki ağabey ve Enver Gökçe aynı üniversitede okumuş, “İlerici Gençlik Birliği”nin Ankara kolunda toplanmışlar Arif Damar, Sıdıka (Umut) Su, Ahmet Arif, Nuran Ertan, Asım Akşar ile birlikte.  7 yıllık hapis cezasının iki yılını İstanbul’da siyasi şubede karanlık bir hücrede geçiren Gökçe, cezaevinden çıktıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya fakültesi Türk dili ve edebiyatı mezunu olmasına karşın, o günlerin deyimiyle “müseccel” (sicilli) bir komünist olduğundan Ankara’da iş bulamaz ve doğduğu yere Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Çit köyüne gider. Ant, Söz, Meydan, Gün dergilerinde şiirleriyle mücadeleye devam eder. Ahmet Say Madımak Katliamında kaybettiğimiz edebiyatçı ve eleştirmen Asım Bezirci’nin Enver Gökçe ile ilgili bir yazısından da bazı bölümler aktarır. Asım Bezirci, Gökçe’nin şiirlerinin eskimemesini birkaç neden bağlar. O, topluma, yaşadığı ülkenin gerçeklerine geleceğin gözüyle, devrimci bir görüşle bakmış, çevresinde olup bitenlerin en özlü olanını, en temel olanını yakalayıp koymuştur şiirine. Ulusalla evrenseli, yerelle ulusalı birleştirmeyi başarması da bir başka nedendir eserlerinin eskimemesini sağlayan. İkinci Dünya savaşında hem insanlığın uğradığı yıkımlar hem de kendi ülkesinin çektiği sıkıntılar vardır şiirlerinde. Bu savaşta başta SSCB olmak üzere halk demokrasilerinin faşizme ve emperyalizme karşı verdikleri savaş çınlar Gökçe’nin dizelerinde.

 

                        Bir öğrenci bitirme ödevi :“Eğin Türküleri”

 

Remzi ağabey “Ölüm, Adın Kalleş Olsun” koymuştur yazısının adını. Gökçe’nin sevgili hocası Saffet Korkut için yazdığı bir ağıtın başlığıdır bu dize. Remzi İnanç’ın anısı ozanın son yıllarına ait. 1981’de Paris’ten Türkiye’ye gelen ve Gökçe’nin DTCF’de hocası olan Pertev Naili Boratav’la birlikte Ankara Seyran Bağlarında bir huzurevinde yatmakta olan Gökçe’yi ziyarete giderler. Yanlarında kısa bir süre önce kaybettiğimiz sevgili arkadaşım Osman Gürel ve şair Ece Ayhan da vardır. Boratav’ı görünce çok duygulanır ozan. Yılların özlemiyle konuşur da konuşurlar… Boratav hoca, öğrencisinin yıllar önce kendisi için yaptığı “Eğin Türküleri” çalışmasını nerede olduğunu sorar. Ozan “Kimbilir nerde? Eğer başına bir iş gelmemişse fakültededir” diye yanıtlar soruyu.

Osman Gürel DTCF arşivinden “Eğin Türküleri” ni bulup çıkarır.  Bununla da kalmaz. Fotokopisini hem Gökçe’ye hem de Boratav hocaya gönderir. Pertev Naili Boratav,  MehmetÖzer’inGökçe için  hazırladığı “Şiirimizin Işıklı Irmağı: Enver Gökçe” başlıklı kitaba yazdığı yazıda “Eğin Türküleri”nin önemini şöyle vurgular:

“Enver Gökçe’nin, 34 yıl öncelere çıkan derleme ve incelemesi Eğin’de –ve başka yerlerde- “Eğin Türküleri” ve benzerleri halk yaratmaları üzerinde çalışma yapacak olanlara yararlı belgeler niteliğini taşır kanısındayım. Bu küçük kitabın başına, 1937’de Ankara’da “ülkü” dergisinde yayınladığım sonra da Folklor ve Edebiyat kitabıma aldığım bir önceleme eklendi[2]… Eğin’li Enver Gökçe ile, onun kuşağından ve sonraki kuşaktan şairler kadar nice hikayeci ve romancılarımız, Eğin Türküleri’nin dilini, anlatımını daha da güçlendirerek, topraklarından kopmuş insanlarımızın acı-tatlı gerçeklerini, yurt içi ve yurt dışı gurbetlerdeki alın yazılarını yazıya döktüler. Demek istiyorum ki, “Eğin Türküleri” konusu, kültür sosyolojisi, folklor, araştırmalı halk ve aydın edebiyatı alanlarında araştırmaya girişecek olanlar için bu bakımdan da bir çıkış noktası değerindedir.”

P.N. Boratav gerekli düzeltme ve düzenlemeleri yapar ve yukarıda da belirttiği gibi bir de önsöz yazar çalışmaya. Enver Gökçe de Vecihi Timuroğlu’nun yardımıyla son şeklini verir ödevine. Ne var ki kitabın basılmasına çok az bir süre kala ozan yaşamını yitirir.

İnanç, anısında, Gökçe’nin Pablo Neruda’nın da ilk çevirmeni olduğunu, ayrıca Gesinoviç’in ünlü “Pugaçev Ayaklanması”nı da çevirdiğini anlatır ve yaşamının sonuna doğru onu gönendiren iki olaydan söz eder. Bunların ilki Türkiye Yazarlar Sendikası aracılığıyla Bulgaristan’a tedavi amacıyla gönderilmesi, diğeri ise bir başka güzel insanın, devrimci ozanımız Metin Demirtaş’ın Antalya Belediyesi eliyle düzenlediği “Enver Gökçe Gecesi ve Şenliği”dir.

İnanç, “düşüncesi ve davranışı birbirine çok yakın olan devrimci ve has bir ozan” olarak betimler Enver Gökçe’yi.

 

            Enver Gökçe’nin yaşamından kesitler

İki yazarımızı anılarından da anlaşılacağı üzere Enver Gökçe bir komünisttir. İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği ile özdeş olan ve DTCF’de 1946’da kurulan Türkiye Gençler Derneği’nin kol başkanlarındandır. Dernek Turancıların dışında her genci “anti- faşist bir cephede toplamak” amacını gütmektedir. Dernek yaygınlaşmaya başlayınca Turancılar tarafından basılır, üyeleri dövülür. Kitaplar yırtılır ama dernek faaliyetlerini sürdürür. Gökçe fakülteyi bitirdiği yıl, dernek üyeliğinden üç ay hapse mahkūm edilir. Şiirinde o günkü olayları şöyle anlatır Gökçe;

 

“Fakültenin yanı demirden köprü/ Fakültenin önü bir sıra kavaktı/Biz bir garip yiğit kişiydik/ Bütün hürriyetler bizden uzaktı/ Faşistler camlara yürüdüler/ Kürsüleri kırdılar, höykürdüler/Tığ teber şahı merdan/ ”Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar/Hıra Dağı kadar Müslüman”/Ve de kanlı bıçaklı düşman…”

 

Hapisten çıkan Gökçe Kadırga Öğrenci Yurdunda kalmakta iken bu kez 1951 TKP tutuklamaları kapsamında 168 yoldaşıyla birlikte yeniden hapse düşer. Ozan işkenceye bedeniyle direnmekle kalmaz; şiiriyle de direnir. Sansaryan’da kaldığı hücrenin duvarlarında şu dizeler yazılıdır;

 

“Yüce dağ başında bir koca kartal/açmış kanadını dünyayı örter/ bazı yiğit vardır ölümden korkar/ben korkmam ölümden er geç yolumdur!”

 

İçerde otuz şiirlik bir destan olan ve “zaman akar, zaman geçer/ Zaman zindan içinde” dizeleriyle başlayan “Yusuf ile Balaban”ı yazmaya başlar. Bir ayda bitirdiği destanı hapishaneden çıkarmayı başarır ama eser kaybolur. Elinde kalan parçalar sonraki yıllarda bazı şiir kitaplarına girer. 27 Mayıs sonrası bazı geçici işlerde çalışan Gökçe sonunda köyüne döner ve orada yaşar.

Enver Gökçe’nin sanat anlayışı onun Marksist dünya görüşünün en iyi göstergesidir. “Ben sınıf edebiyatı yapıyorum… İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Bu çok doğrudur. Yani düşünceni, yani bilincini onun sosyal hayatı, sosyal pratiği belirler.  İnsana, kendi çevresinde olan ilişkilere gene diyalektik bir bakışla açıklanabilir. Sanat ise, daha karmaşık bir olaylar zinciridir. İyi, başarılı bir sanat eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur… Nazım’da ve Neruda’da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan gelmektedir… İnsanoğlu,… sosyal terakkinin (gelişmenin) çeşitli konaklarında bir başka türlü yaşamış, bir başka türlü düşünmüştür. İstihsal (üretim) araçlarının, teknolojinin her değişmesinde yeni bir cemiyet nizamı( toplum düzeni) ortaya çıkmış ve bu cemiyet tipine uygun düşen bir düşünce tarzı meydana gelmiştir. Her sanat eseri devrin sosyal- ekonomik şartlarına uygun bir muhteva (içerik) ve estetik anlayışı yaratmıştır”[3] der Gökçe.

            Enver Gökçe inandığı gibi, yakınmadan yaşadı, inançlarından hiç ödün vermedi, hiç eğilmedi. Kendi ifadesiyle insanın insanca yaşamasını sağlayacak şartları hazırlamayı, sosyal gelişmeyi hızlandırmayı ve köhnemiş gerçekliği değiştirmeyibir yurttaş ve sanatçı olarak görev bildi ve gereğini de yaptı.

            Bir ulusun türkülerini yapanların yasalarını yapanlardan daha güçlü olduğunu yaşamıyla gösterenlerdendi Gökçe. Sessiz ama sağlam duruşu, eğilmeyen başıyla ezilenlerin yanında, direnenlerin safındaydı yaşamı boyunca.

Asım Bezirci’ nin onun için söyledikleriyle bitirelim yazıyı:

“… direnenler yaşadıkça onun şiiri de yaşayacaktır.

Yaşasın direnenler!

Yaşasın namuslu kalemini, yüreğini, sağlığını cömertçe işçi sınıfının kurtuluş kavgasına verenler!

Yaşasın Enver Gökçeler!”                                                                             

[1] Yazının başlığı, Mehmet Özer’in aynı isimli kitabından alınmıştır.

[2] Ülkü dergisi, Halkevlerinin çıkardığı bir dergidir.

[3] Mehmet Özer, “Şiirimizin Işıklı Irmağı: Enver Gökçe”, s. 31-34, 2006, Evrensel Basım Yayın, İstanbul