Sermaye sınıfının üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinden gelen sömürü, siyasal iktidardan kaynaklanan gücü tartışma dışıdır. Ortada bir sömürü değil, ilahi bir emir sonucu yaşananlar vardır.
Laiklik emekçilerin sorunudur ama....
Serpil Güvenç
Çok da uzun sayılamayacak bir süredir laiklik ve emek mücadelesi arasındaki ilişki sosyalist solun talepleri arasında ön sıralara yerleşti. Üstelik laiklik -laikliğin savunulması- sorununun emek mücadelesindeki yaşamsal rolü de ortak bir kabul gördü. Sermaye düzenine ve bu bağlamda günümüz siyasal iktidarına karşı verilen savaşım açısından bu düşünsel ortaklık çok değerli. Bununla birlikte sömürü düzeniyle laikliğin bağını, Fatih Yaşlı'nın anlatımıyla "sömürü düzeniyle din istismarı arasındaki bağlantı"yı, bu düzenle mücadele ile din istismarıyla mücadelenin ayrıştırılamazlığını
Server Tanilli hocanın "İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?" ve Yıldırım Koç'un "Şeriatçılar, İşçi Hakları ve HAK İŞ" başlıklı kitaplarında konu enine boyuna tartışılmakta.
Tanilli, Nahl Suresi'nde yaptığı "Allah, rızk verirken, kiminizi, kiminizden üstün tutmuştur" alıntısından hareketle, Kuran'a göre sınıfsal çelişkinin Tanrı'nın bir eseri olduğunu savlar
Görüldüğü gibi, yaşamının belirleyiciliğinin, toplumsal yapının, sınıfların oluşumunun, içinde yaşanan toplumsal formasyondan değil ama bir üst iradeden kaynaklandığı kabul edilmekte, bu koşullara karşı yapılması gerekenin itaat etmek, sabretmek ve şükretmek olduğu söylenmektedir.
Günümüzde emeğin sömürüsü ve kâr maksimizasyonuna dayalı sömürü düzeninin din kuralları açısından yorumu ise sürprizlerle dolu değildir. Her ne kadar az sayıda kişi tarafından sermaye eleştirilse de, işçi ve sermayenin kardeş olduğu, işveren ve işçinin karşılıklı rıza ilkesine uyması gerektiği, baskıyla -işçinin direnişinden söz ediyor- akit yapmanın bu ilkeye uymayacağı, zaten İslamcı bir düzende devletin yapacağı düzenlemelerle greve gerek kalmayacağı iddia edilmektedir.
Özetle grev de, iş yavaşlatmak da yasaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu raportörü Dr. Abdülvehhab Öztürk işçi ve işverenin anlaşmazlığa düşmeleri durumunda işverenin sözünün dinleneceğini, Hanefilerin görüşünün bu olduğunu iddia etmektedir.
Sermaye sınıfının üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinden gelen sömürü, siyasal iktidardan kaynaklanan gücü tartışma dışıdır. Ortada bir sömürü değil, ilahi bir emir sonucu yaşananlar vardır.
Bu koşullarda işçi işgücünü üretim aracı sahiplerine satacak ve işveren de onun yarattığı tüm değerlere el koyacaktır. Özetle ücretli emek sömürüsü sürecektir; sermayenin artı değeri sahiplenmesine kimsenin itirazı olamaz. Ne var ki, kapitalistlerin zevk ve sefa içinde yaşamaları "sırtına gömlek, karın tokluğu ve ekmek bulamayan işçi ve fakir sınıfın kalbini rencide edecek, kin ve husumet ateşini alevlendirecek" olursa bu iki sınıf arasında sevgi ve saygı yok olabilir. Huzursuzluklar, ayaklanmalar, devrimler birbirini izleyebilir.
Şeriat düzeninin varlığını sürdürdüğü ülkelerde kapitalizmin işçi mücadeleleri sonucunda kabul ettiği haklardan bazıları olan toplu iş sözleşmesi veya grev hakkının olmaması ve emekçilerin yoksulluğu, önerilen düzen hakkında fazlasıyla bilgi vermektedir. Örneğin İran'da, Humeyni'nin bulduğu, bir nevi Şeyhülislamlık olan "vali-e fakih" kavramı yani halkın tümünü ilgilendiren konularda yetkili, Peygamberin varisi olduğu kabul edilen bir kişinin karar vermesi ve verdiği kararlara herkesin uyma zorunluluğu ne düzeni değiştirmiş ne de yoksulluğa çare olmuştur.
Dini değerlerle ilgili bu tartışmaların siyasi iktidarlar tarafından sürekli kullanılması, emeğin mücadelesinin elden geldiğince engellenmesi anlaşılır bir şeydir. Burada zor olan, buna karşı mücadele veren kesimlerin, özellikle de sosyalist ve komünistlerin seçecekleri yöntemlerdir; özetle işçi sınıfına bu gerçeklerin nasıl anlatılacağı meselesidir. Herhalde laiklik ve aydınlanma mücadelesinde en çetrefilli olan da budur.