Peter Handke’ye Uygulanan Siyasal Linç

2019 Nobel edebiyat ödülünün sahiplerinden birisi Peter Handke. Hakkında yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla oldukça üretken bir oyun yazarı, çevirmen ve şair olan Avusturyalı edebiyatçı aynı zamanda bir senarist ve yapımcı. Ünlü Alman film yönetmeni Wim Wenders ile birlikte de çalışan Handke’nin bazı romanları senaryolaştırılıp filme çekilmiş. Kitapları Avusturya’da müfredat programlarına alınmış. Romanlarındaki şiirsellik, olayları tanımlamada kullandığı farklı ve yeni dil, büyük övgülerin yanında, aralarında Alman dilinin en önemli edebi ödülü sayılan Georg Büchner de olmak üzere bir sürü ödül de getirmiş yazara. Handke’nin “Karanlık Bir Gecede”, “Kaspar”, "Hiç kimse Koyunda bir Yıl”, “Kısa Mektup Uzun Veda”, “Solak Kadın”, “Mutsuzluğa Doyum”, “Çocuğun Öyküsü”, “Don Juan”, “Yineleme”, “Yorgunluk Üzerine Bir Deneme”, “İzleyiciye Sövgü, Kendini Suçlama” gibi kitapları Türkçeye çevrilmiş. 1960’dan itibaren 1990’ların ortalarına dek eserlerinde hissedilen kurulu düzene karşı çıkış, Avrupa yazınının sevilen yaramaz çocuğu muamelesi görmesini engellememiş.

Bu durum Handke’nin eski Yugoslavya’yı “oldukça ideal bir devlet” olarak gördüğünü ve parçalanma olayını ise bir trajedi olarak tanımladığını belirttiği ve “Winter Journey to the Rivers Danube, Sava, Morava and Drina”[1] isimli seyahat günlüklerini yayınladığı güne dek sürmüş. Yazarın eski Yugoslavya başkanı Slobodan Miloseviç’in cenazesine katılması ve çok kısa bir konuşma yapması ise kendisine dönük başlatılan linç girişimine tuz biber ekmiş.

Görünen o ki, Handke’nin dünya edebiyatındaki yeri aleyhinde konuşamayan emperyalist basın, onu katliam destekçiliği ile suçluyor ve ödülünün geri alınmasını savunuyor. Benzer itirazlar ülkemizdeki yandaş ve muhalif bazı basın organlarında da yer almakta.

Cenaze olayından sonra bazı yayın evlerince kitaplarının basımına son verilen, oyunları kaldırılan Handke faşist felsefeci Celine’ne, Goebbels’e, Martin Heidegger’e benzetiliyor. Yazılı basın ve medyada, sürekli olarak terörist olduğu, etnik temizliği savunduğu yazılıp çiziliyor. Kişisel deneyimlerinden siyasal baskının ne olduğunu çok iyi bilmesi gereken Salman Rüştü bile onu “uluslar arası geri zekâlı”, “kötülükle birlikte gezen yarı deli yarı müstehzi” gibi terbiyesizce nitelemelerle yargılamaya çalışıyor.

Handke eleştirileri yanıtlıyor

Emperyalizmin bu linç kampanyasına boyun eğmeyen Handke Fransa’da Comédie Française’de oynanmakta olan “The Art of Asking” isimli oyunu gösterimden kaldırılınca Le Nouvel Observateur’e hakkındaki iddialarla ilgili olarak yazdığı mektupta şunları söylemekte;

“ [İddia edildiği gibi] Slobodan Miloseviç’in tabutu üzerine kırmızı bir gül bırakmadım. Tabuta el sürmedim. Sırp bayrağını alıp sallamadım. Etnik temizlik adına gerçekleştirilen Srebrenica katliamını ve diğer suçları hiçbir zaman onaylamadım. Sırpların ‘savaşın gerçek kurbanları’ olduklarını hiç düşünmedim. Ve Pozaverac’ta[2] “bir gerçek araştırıcısı” olmaya soyunmadım. Ben “Justice for Serbia”nın yazarı değilim. Gallimard’dan yayınlanmış olan “Winter Journey to the rivers Danube, Sava, Morava and Drina”nın yazarıyım. Prozevac’taki kısa konuşmamda “Halkını savunan Slobodan Miloseviç’e yakın olmaktan mutluyum” diye bir cümle kullanmadım. [Hakkımda yazılanlarla ilgili olarak] doğru olan tek şey konuşmamı Sırpça yapmış olmamdır. Tüm okuyucular için konuşmamı Fransızcaya çeviriyorum:

‘Dünya, şu sözümona dünya denilen şey, Yugoslavya hakkındaki her şeyi biliyor. Dünya, şu sözüm ona dünya denilen şey, Slobodan Miloseviç hakkındaki her şeyi biliyor. Şu sözümona dünya denilen şey gerçeği biliyor. İşte bu nedenle bugün şu sözümona dünya denilen şey yoktur ve sadece bugün ve sadece burada da değil [hiçbir yerde ve hiçbir zaman var olmamıştır]. Ben bilmediğimi biliyorum. Ama bakıyorum. Hissediyorum. Anımsıyorum. O nedenle bugün burada Yugoslavya ile, Sırbistan ile, Slobodan Miloseviç ile birlikteyim.’

Düşünce ve inançlarından geri adım atmamakla birlikte hakkında üretilen yalan dolan haberlere de açık yüreklilikle yanıt veren Handke’nin başına gelenler, emperyalizmin satın alamadığı veya saldırgan “insani müdahale” politikasına alet etmeyi başaramadığı bir düşünce adamını nasıl bir ideolojik karalama ve linç kampanyasının hedefi haline getirdiğini göstermesi açısından ilginçtir.

Diğer bir nokta, bizde ve ülke dışındaki sermaye medyasının iki yüzlülüğüdür. Orhan Pamuk gibi bir savaş destekçisine, Doris Lessing gibi bir antikomüniste Nobel edebiyat ödülü; Winston Churchill gibi bir emperyalist ırkçıya, T. Roosevelt, Woodrow Wilson, Obama, Henry Kissinger gibi ABD başkanları ve savaş lordlarına, Enver Sedat gibi Filistin halkına ihanet eden bir diktatöre, Menahem Begin, İzak Rabin gibi Filistin halkına soykırım uygulayan İsrail devlet adamlarına Nobel Barış ödülü verilmesinden hiç rahatsızlık duymayanlar Handke’ ye hep birlikte ateş püskürmektedirler.

Olayın bir başka yönü, emperyalizmin Yugoslavya’ya askeri açıdan doğrudan müdahalesinde çok etkin olan ve diğer çözüm olanaklarının devre dışı bırakılmasında oldukça etkili olan katliam iddialarıdır. NATO bombardımanının başlatılmasına yol açan ise, sekiz bin sivilin Sırp ordusunca katledildiği söylenen Srebrenica katliamı vardır. Tarafsız araştırmacı ve gazeteciler, Srebrenica’da ve Yugoslavya’nın irili ufaklı diğer devletlerinde yaşananlar hakkında, dünyaya anlatılanlardan oldukça farklı olan ve dünya kamuoyuna sunulmamış bazı dikkate değer bulgulardan bahsetmektedirler.

Milliyetçiliğin yükseldiği, savaşın kışkırtıldığı bir dünyada, Yugoslavya gibi çok etnili bir ülkede, farklı milliyetlere mensup insanların bir arada yaşadıkları ortamlarda öldürümlerin önünün açıldığı ve bütün tarafların büyük cinayet ve öldürüm olaylarına karıştığı yadsınamaz bir gerçektir. Ne var ki, yakından bakıldığında, bunların büyük bir kısmının facia boyutuna varmadan önlenebileceği de bir başka gerçektir.

1995 Temmuzu- Srebrenica Katliamı

Bilindiği üzere, 1990’larda SSCB’nin dağılması sonrasında Yugoslav Federasyonu da dağıldı. Bosna Hersek Cumhuriyeti parçalanan Yugoslavya topraklarında kurulan devletlerden birisiydi. Yüzde 44’ünü Müslümanların, yüzde 31’ini Sırpların ve yüzde 17’sini ise Hırvatların oluşturduğu devlette, 1990’da yapılan seçimi Sırpları devre dışı bırakarak Hırvat ve Müslüman gruplarla bir politik ittifak kuran Aliya İzzetbegoviç kazandı[3].

Seçimi izleyen dönemde, 10-19 Temmuz 1995’te Srebrenica’da bir katliam yaşandı ve Batılı kaynaklarının iddiasına göre köyün kırsal alanları Bosna Sırp ordusunca işgal edildi “sekiz bin erkek ve erkek çocuk” katledildi.

Buna karşın bazı araştırmacı gazeteci ve akademisyenler, ölümlerin katliam sonucu değil çatışma sonucunda yer aldığını, Bosnalı Müslüman kurbanların çoğunu sivil halkın değil, ordu ile çatışmaya giren silahlı Bosnalı Müslüman askerlerin oluşturduğunu, olay öncesinde Sırp ordusunun yaklaşık yirmi bin Müslüman kadın ve çocuğu olay mahallinden çıkardığını, bir katliamdan çok bir karşılıklı savaştan söz edilebileceğini, ayrıca mahkemenin otopsi raporlarına göre ölü sayısının iki bin dolaylarında olduğunu ileri sürmektedirler[4]. Dahası, Bosna Savaşı sırasında Avrupa Birliği arabulucusu olarak görev yapan Carl Bildt Bosna Hersek yöneticilerinin bilinçli bir şekilde katliama müdahale etmediklerini yazmaktadır anılarında5.

Konumuz Srebrenica ve Yugoslav devletlerinde yaşanan insanlık suçları değildir ama Srebrenica, yukarıda da söylendiği gibi Yugoslavya’ya ABD’nin doğrudan müdahalesini sağlamış, NATO’nun 78 gün boyunca, ABD’nin Vietnam’da yaptığı gibi seyreltilmiş uranyum içeren bombalar ve salkım bombalarıyla ülkeyi bombalamasına, paraşütle yüzey mayınları atarak napalm kullanmasına, ayrıca tarım ürünlerini yok etmek için tarlalara kimyasallar saçmasına olanak tanımıştır.

NATO’nun bu müdahalesini Irak savaşının, Libya bombardımanının ve hatta Suriye müdahalesinin öncülü olarak gören çok sayıda araştırmacı ve gazeteci vardır. Yugoslavya’da yaşananların ABD başta olmak üzere emperyalizmin Soğuk Savaş sonrasında istediği gibi kullanmaya başladığı “insancıl müdahale” stratejisine de destek sağladığı, olasılığı çok yüksek olan diplomatik çözümün bilinçli olarak ABD ve diğer müdahil güçlerce kapatıldığına dair görüşler oldukça yaygındır.

Son olarak, emperyalizmin çifte standardına örnek olması açısından Krajina katliamını ve uygulanan etnik temizliği verebiliriz.

Gazeteciler Jeffrey Clair ve Alexander Cockburn, Srebrenica katliamından önce, yine 1992 ve 1995 yılları arasında Hırvatların Krajina bölgesinden yüz binlerce Sırbı uzaklaştırarak etnik temizlik yaptıklarını, olayın Balkanlarda 2. Dünya Savaşından bu yana yapılan en büyük etnik temizlik olduğunu, olay sırasında binlerce insanın katledildiğini anlatmaktadırlar[6]. Tahmin edilebileceği gibi Krajina katliamı Uluslararası Ceza Mahkemesince soruşturulmaya değer bulunmamış, Batı medyasınca da sessizlikle geçiştirilmiştir.

Benzer birçok örnek verilebilir ama yazı uzar da uzar…

Bitirirken…

Savaşın, cinayetin, öldürümlerin olmadığı, insanların birlikte, kardeşçe ve insan onuruna yakışır bir dünyada yaşamasını talep edenler olarak katliamlar arasında tercih yapmak ya da taraf tutmak peşinde değiliz.

Ama görünen o ki, aynen Doğu Avrupa’daki eski Sovyet Cumhuriyeti devletlerinin olduğu gibi, Yugoslavya’nın parçalanması sonucunda kurulan yeni devletlerin de birer birer AB ve NATO üyesi yapılmaları ve emperyalizmin peykleri haline getirilmeleri sürecinde, dünya kamuoyunun rızasını almaya yönelik ideolojik saldırıyı bilinçli ve bilinçsiz olarak görmezden gelenler Handke’ yi linç etmek istemektedirler. ABD’nin kuruluşunda zencilere uygulanan linç kültürünün olduğu herkesin malumu ama Avrupalı kitap eleştirmenlerine, Marksist geçinen “filozof”lara, yazarlara, PEN’cilere ne demeli?

İsveç devlet televizyonu STV’deki röportajında, Srebrenica için;

Benim için yaşananlar ‘kardeş cinayeti’. Daha önce bu insanlar kardeşçe, bir arada yaşamaktaydılar. Eğer insanlar buna ‘soykırım’ diyorsa neden olmasın?” diyen Peter Handke’nin duruşu barışçı bir konumlanmadır ve kanımca kendisine atfedilen nitelemeleri hiç hak etmemektedir.

[1] Söz konusu kitap “A Journey to the Rivers: Justice for Serbia” adıyla satılmaktadır. Ama Handke Gallimard’dan yayınlanan kitabının “Winter Journey to the rivers Danube, Sava, Morava and Drina” başlığını taşıdığını açıklamıştır.

[2] S. Miloseviç’in gömüldüğü yerin adı.

[3] Begoviç’in oldukça karanlık bir geçmişe sahip olduğunu, 2. Dünya Savaşında üyesi olduğu Genç Müslümanlar grubuyla birlikte Nazi SS’leriyle birlikte Alman saflarında çarpıştığı, Yugoslavya’nın parçalanması döneminde ve sonrasında ABD ile yakın ilişkiler içinde olduğunu, ölümünden önce kendisiyle görüşen Bernard Kouchner’i Bosna’daki Sırp konsantrasyon kamplarına dair sorusunu ise “NATO’nun Sırpları bombalamasını sağlamak için abarttık” diye yanıtladığını da not edelim. Kouchner’in Avrupa Parlamentosu üyeliğinde bulunduğunu, Fransa’da Sağlık Bakanlığı dahil bir çok hükümet görevi yaptığını, ayrıca Kofi Annan’ın Kosova Özel Temsilcisi olduğunu da anımsatalım.

[4] İddialar arasında, bulunan cesetlerin içinde önceki yıllarda Bosnalı Müslümanların Sırplara saldırısı sonucunda katledilen Sırpların da olduğu, bu ölümlerin bazılarının katliam dışı çeşitli sebeplerden meydana geldiğinin kanıtlandığı da bulunmaktadır. Srebrenica’da 1995 olayları öncesinde de katliamlar yaşandığı, Bosnalı Müslüman askerlerin Sırpları öldürdükleri, 1992-1995 arasında 150 Sırp köyünün bu askerlerin saldırıları sonucunda boşaltıldığı ve 2383 Sırp sivilin öldürüldüğü de iddia edilmektedir. Bu bağlamda, Srebrenica’nın bir intikam saldırısı olduğu ve karşılıklı bir çatışmanın söz konusu olduğu savlanmaktadır. O dönemde Yugoslavya’da görev yapmış olan CIA görevlisi Robert Bauer, daha da ileri giderek, Srebrenica’ya dair Batı basınındaki iddiaların bir “sahtekârlık” olduğunu iddia etmiştir.

[5] Aliya İzzetbegoviç hükümetinin ABD müdahalesini haklı göstermek için yaşananlara ses çıkarmadığı, saldıran Sırp ordusundan çok daha kalabalık olan Bosna Müslüman ordusunun 28. Tugayının olayın hemen öncesinde İzzetbegoviç hükümetinin emriyle köyü terk ettiği iddiası, Bosna Hersek hükümeti ve başkanı Begoviç’e yöneltilen önemli suçlamalar arasındadır.

[6] İki gazeteci, bu yorumlarına kaynak olarak, Robert Fisk’in ele geçirdiği ve Batı medyası ve emperyalist devletlerce hiç göz önüne alınmayan bir AB gözlemci raporuna atıf yapmaktadırlar. Srebrenica’yı soruşturan Uluslar arası mahkemede ifade veren Fransız subay Phillip Morillon, ifadesinde, Srebrenica katliamının Sırpların kendilerine yapılanlara bir karşılık vermek istemeleri sonucunda ortaya çıkmış olabileceğini söylemiştir.