Nürnberg-2’de kim yargılanmalı?

Anlaşılan o ki, SSCB’nin dağılmasının hemen ardından Doğu Avrupa’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinin neredeyse hepsinin NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne alınmaları, sosyalizmin emekten yana tüm kazanımlarının “turuncu devrim”lerle iktidara taşınan faşist, gerici hükümetlerce süpürülüp atılması, IMF ve Dünya Bankası eliyle Rusya dahil bütün bu ülkelerde yeni liberal politikaların devreye sokulması için “Şok” tedavilerinin uygulanması kapitalist emperyalizmin anti komünizm düşmanlığını doyurmaya yetmiyor.

30 milyona yakın insan kaybıyla Sovyet halkının faşizmi yenmesi olgusunu tersine çevirmek, bu büyük zaferin onurunu o halkın elinden almak istiyorlar.  Amaç, SSCB’yi suçlu ilân ederek ve Alman Nazileri gibi uluslararası bir ceza mahkemesinde yargılamak ve mahkûm etmek olabilir. Avrupa Parlamentosu’nun komünizm karşıtı kararında bu girişimin ilk adımlarının işaretleri mevcut.  Başarıp başaramayacaklarını zaman gösterecek. Daha doğrusu dünya çapında ezenlerle ezilenler arasındaki güç dengesi belirleyecek.

Söz bir ceza mahkemesinden açılmışken akla gelen ilk soru,  bir “Nürnberg -2” yargılamasının baş sanığının kim olabileceği.

ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nda Müttefik kuvvetleri arasında yer aldığını, savaştan neredeyse hiç kayıp vermeden çıkan tek ülke olduğunu biliyoruz. Olayın belki de pek bilinmeyen yönü, savaş öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında bu devletin, tekelleri, derin devleti ve hükümetleriyle birlikte Nazi savaş makinesine yardımcı olmasıdır. Bununla da yetinmeyen ABD Nazi savaş suçlularını korumuş ve kollamıştır; daha da öteye giderek onları kendi ülkesine getirip istihdam etmiştir.

Önce suçlu adayı ABD’nin ünlü silah, iletişim ve petrol devlerinin Nazizme verdiği desteğe bir göz atalım.       

( Hitler’in 71. Yaş günü olan 30 Temmuz 1938’de Dearborn’daki Ford Motor Fabrikasında Alman sefaret görevlileri tarafından Henry Ford’a Almanya’nın en büyük madalyalarından birisi takılıyor)

Henry Ford’un, ABD basın patronlarından Randolph Hearst’ün, ünlü Du Pont tröstü başkanı Irénée Du Pont’un ve IBM başkanı Thomas J. Watson’un  Hitler hayranlığı bilinir. Sosyalist yazar Upton Sinclair “The Flivver King” başlıklı kitabında Ford’un Amerikan faşist hareketine dair düşünü paylaşır. Ford, “ülkenin mülkiyet çıkarlarını savunmaya, Kızılları alaşağı etmeye, Beyaz Saray’daki Bolşevik’i(1) ortadan kaldırmaya, devlet hizmetindeki pembe profesörleri işten atmaya kendini adamış” bir faşist hareket hayal etmektedir!

Henry Ford’un Alman faşizmine düşünsel açıdan da yardımcı olduğu, “Uluslararası Yahudi” başlıklı eseriyle Hitler’e ilham verdiği, kitabın Hitler taraftarlarınca Almancaya çevrildiği ve faşistlerin propaganda broşürleriyle birlikte kentlere dağıtıldığı bilinir (2). Aslında bunda pek de şaşılacak bir şey yoktur çünkü hem Ford hem de Naziler Yahudi karşıtlıklarını bile Bolşevizm karşıtlığıyla yoğurmuş ve Sovyet Devrimi’nin gerçekleşmesine katkı koydukları için “Bolşevik Yahudilere” karşı çıkmışlardır. Almanya’nın 1. Dünya Savaşı yenilgisinden, Versay Anlaşması’ndaki Almanya’yı aşağılayıcı maddelerden dolayı Bolşevik Yahudiler’in sorumlu tutulduğu “Uluslararası Yahudi” de, Yahudilerin Sovyet Devrimi’ni gerçekleştirdikleri; Yahudi Bolşevizminin yeni hedefinin ise Bolşevizmi dünyaya yaymak olduğu iddia edilmektedir. Bu görüşler söz konusu kitabı cezaevinde okuyan ve Ford’un Amerika’daki faşist hareketin lideri olmasını yürekten arzulayan Hitler’in Mein Kampf’ında da aynen mevcuttur.   

Özetle savaş SSCB’ye, sosyalist sisteme ve sosyalist düşünceye karşı verilmekteydi ve sermaye sınıfının her zaman olduğu gibi bu kez de pusulası şaşmamış görünmekteydi. Kişisel duygu ve girişimleri harekete geçiren şey kuşkusuz sınıfsal dürtüler ve kapitalizmin özünde yatan kâr hırsıydı.

Ford başta olmak üzere ABD kökenli uluslar arası tekeller 1920’lerde Almanya’da önemli yatırımlar yaptılar. Örneğin, IBM 1. Dünya savaşı öncesinde yan kuruluşu Dehomag’ı, General Motors 1920’de Almanya’nın en büyük otomobil üreticisi Adam Opel AG’yi devraldı; Ford ise Köln’de Ford-Werke adıyla bir fabrika açtı. Bazı Amerikan firmaları Alman fabrikalarıyla ortaklıklar kurdular. 1930’larda Exxon’un Alman tröstü IG Farben ile başlattığı ortaklık, aralarında Du Pont, Union Carbide, Westinghouse, General Electric, Gilette, Singer, Goodrich, Eastman Kodak, Coca Cola, IBM, ITT ve benzeri yirmi şirketin benzer girişimleriyle sürdü. Amerikan hukuk kuruluşları, yatırım şirketleri ve bankalar da kervana dahil oldular.

Bunlar arasında yer alan ve G.W. Bush’un büyükbabası Prescott Bush’un başkanlığını yaptığı Union Bank, Hitler’i mali desteği ile iktidara taşıyan Alman Çelik tröstü Thyssen’le çok yakın ilişkideydi. Büyükbaba Bush’un bir Hitler hayranı olduğunu, Thyssen aracılığıyla ona mali yardım yaptığını ve bu yardımın P. Bush ve bankasına Nazi Almanyası ile çok kârlı iş olanakları sağladığını da söyleyelim.

1933’de Hitler iktidara geldiğinde yaşanmakta olan ekonomik kriz Amerikan tekellerinin Almanya’daki kârlarını azaltmadı çünkü Hitler iktidarı, sendikaları kapatarak, Alman komünistlerini, militan işçileri cezaevlerine tıkarak, işkenceden geçirerek ve katlederek işçi sınıfının kazanımlarını yok ederek kendisini iktidara taşıyan iç ve dış sermaye sınıflarını mutlu etti. Nazi Almanyasında gerçek ücretlerin düşmesi, grevlerin yasaklanması, greve girişen işçilerin Gestapo tarafından tutuklanması ve işten atılması, kârları hiç düşmeyen Amerikan tekellerinin Hitler hayranlığını arttırdı. Daha da ötesi, köle çalıştırmanın hiç yabancısı olmayan Amerikan zenginleri, bu kez başta Rus ve Polonyalı olmak üzere savaş esirlerini ve Yahudileri bedava çalıştırmaya başladılar fabrikalarında. Ford’un Almanya’daki fabrikasının bahçesinin bir kısmının 1940’dan itibaren savaş esirleri için bir toplama kampı olarak kullanıldığını, 1945’de Amerikan askerlerinin bu kampta 245 köle işçi bulduğunu da söyleyelim.

TEKELLER NAZİLERE SAVAŞ ARAÇ GERECİ TEMİN EDİYOR

“Eğer savaşta kullanılacağını düşünüyorsam dünyanın hiçbir yerinde bir Ford fabrikasından tek bir otomobilin bile çıkartılmasına izin vermem!” (Henry Ford)

Hava ve karada senkronize ve çok hızlı hareket eden ordunun Yıldırım Savaşı (Blitzkrieg) için,  Hitler’in tanklara, motorlara, büyük kara araçlarına, uçaklara, motor yağına, petrole,  kauçuk, bakır ve benzeri maddelere ve ileri iletişim sistemlerine ihtiyacı vardı. Alman Yüksek Komuta Konseyi’nin talebi üzerine Ford ve diğer bazı ABD şirketleri – bazı durumlarda gölge şirketler kurarak- Nazi ordusunun taleplerinin büyük bölümünü kendi ülkelerinden ve üçüncü Dünya ülkelerinden temin ettiler. Bunun yanında, 1930-40’larda, Köln’deki Ford-Werke fabrikası, GM’nin Brandenburg’daki yeni Opel fabrikası, Nazi istilacılarını Avrupa ülkelerine ve SSCB’ye taşıyacak sayısız kamyon ve personel aracı üretiyor;  GM’nin Rüsselsheim’deki büyük fabrikası ise Alman savaş uçağı üretimi yapıyordu. 1930’ların sonunda Ford ve GM sadece askeri üretim yapmaya başlıyor ve Hitler’e “teker ve kanat” yetiştiriyordu. Verilen sayılar bir noktadan itibaren Alman tank üretiminin yaklaşık olarak yarısının Ford- GM tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor. Hitler’e bilgisayarın öncüsü olan delikli kart makinesini sunan ve savaş uçaklarının sofistike iletişim ekipmanlarını geliştiren IBM’e de değinmeden geçmeyelim.

Daha önce de değindiğimiz gibi, bu silahlanma programının olmasa olmazını yani petrolü – savaş süresi de dahil olmak üzere- büyük ölçüde Amerikan firmaları sağladı. Bu firmalar Almanya’ya petrolden başka yakıt türevleri de temin etmekteydiler. Örneğin, 1941 Temmuzunda Almanya savaş araçlarının motorları için yaşamsal bir kimyasal olan “motorenöl” maddesinin ithalinde Amerikan firmalarının payı %44 iken 1941 Eylülünde bu rakam  %94’e fırlamıştı.   Yine Texaco, Standard Oil gibi firmalar Nazi savaş makinesinin gereksindiği tüm petrol yakıt türlerini sağlıyor,  Standard Oil ise buna ek olarak sentetik petrol yapımı için IG Farben’e yardımcı oluyordu. Uçak yakıtına eklenen sentetik tetraetil Hitler’in savaş uçaklarının hızını önemli ölçüde arttırmaktaydı.

Bir Alman tarihçisi Amerikan tekellerinin yardımları olmaksızın Hitler’in ne Polonya’ya ne de SSCB’ye saldıramayacağını iddia etmektedir. Bu iddianın doğruluğu tartışılabilir ama ABD sermaye sınıfının Nazizme kan ve can kattığı su götürmez. Bu yardımların savaş sırasında da Nazi devletince dokunulmazlıkla ödüllendirildiğini, dahası Müttefiklerin Almanya’ya saldırısı sırasında söz konusu tekellerin fabrikalarının “en güvenli bölgeler” olduğunu ve beklenmedik birkaç bombanın düşmesi hariç savaştan etkilenmediklerini de söylemeden geçmeyelim.

ABD sermayesinin bu iki yanlı kazancı bununla da kalmadı. İnanması zor gelebilir ama savaş sonrasında Amerikan hükümeti Almanya’da Müttefiklerce bombalanan tesisleri için GM’e 33 milyon dolar,  ITT’ye 27 milyon dolar tazminat ödedi!  Ford-Werke ise Nazilerden 100 bin dolar ve Fransız Vichy hükümetinden de 38 milyon frank tazminat aldı. Ford ayrıca Almanya’daki fabrikalarının uğradığı hasarlar için ABD’den 7 milyon dolar tazminat talebinde bulundu.

Yukarıda adı geçen ve geçmeyen tekeller, savaşta düşmana verdikleri bu büyük destek nedeniyle ciddi hiçbir yasal yaptırımla karşı karşıya kalmadılar. Bazı siyasal yorumcular ise bu durumu “Roosevelt hükümetinin savaşı kazanmak için petrol şirketleri ve diğerleri ile yatağa girmek zorunda olması” ile açıkladılar. Ayrıca bu şirketlerin ellerindeki teknolojiye Almanya kadar ABD’nin de ihtiyacı vardı!

Özetle Amerikan hükümeti düşmanı besleyen ve destekleyen, bu arada da çok yüklü kârlarla savaş sezonunu kapatan bu dev tekellere kol kanat gerdi.

Müttefik güçlerin bir parçası olan, dahası Nürnberg mahkemesinde Nazilerden davacı olan tarafta yer alan ABD, kendi vatandaşlarının ve hükümetinin işlediği bu savaş suçlarından dolayı yargılanmadı.

ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki savaş suçları bunlarla da sınırlı değil. Gelecek yazımızda ABD’nin Nazi suçlularını ABD’ye kaçırıp yargılanmaktan kurtardığını ve kendi üniversitelerinde, istihbarat örgütlerinde çalıştırdığını anlatacağız.


1)“Beyaz Saray’daki Bolşevik”, ABD başkanı Franklin D. Roosevelt’tir.

2)Nazi Gençlik Örgütü lideri Baldur von Schrirach, Nürnberg’deki ifadesinde, kendisini ve arkadaşlarını en çok etkileyen ve Nazizme iten Yahudi karşıtı kitabın Henry Ford’un “Uluslararası Yahudi” başlıklı eseri olduğunu söylemiştir.