Mustafa Ekmekçi ağabey

Mustafa Ekmekçi’yi on yedi yıl önce bir 21 Mayıs günü yitirdik.

Mustafa ağabey, kendine has üslubuyla köşesinin hakkını veren, darbe dönemlerinde devrimcilerin haberlerini köşesine taşımaktan çekinmeyen, Can Yücel’in deyişiyle “yandaş, yalaka ve yavşak”lara inat “onurlu, şerefli ve vatansever” bir insan, cesur bir gazeteciydi. Aramızda olsaydı Soma katillerinin yakasına yapışanların başında yer alır, katledilen emekçilerin haklarının peşini bırakmazdı.

ÇGD Genel Başkanı olduğu 1990’lı yıllar, ülkenin Çillerli, Ağarlı yıllarıdır. Demirel’in ardılı ekonomi profesörü bayan başbakanın “Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de” sözcükleriyle Susurluk’a karışan derin devlet görevlilerine sahip çıktığı, emniyet müdürü ve bakanlık görevlerinde bulunan Mehmet Ağar’ın 1000 operasyonunun toplumsal yaşama damgasını vurduğu, fail-i meçhullerin en yoğun yaşandığı karanlık yıllardır. Çetin Emeçlerin, Uğur Mumcuların yanı sıra özellikle Güneydoğu’da görev yapan ve aralarında Halit Güngen, İzzet Kezer, Musa Anter, Cengiz Altun, Hafız Akdemir, Mecit Akgün, Çetin Ababay, Yahya Orhan, Namık Tarancı, Halit Kapçak, Kemal Kılıç, İhsan Karakuş, Ferhat Tepe, Muzaffer Akkuş ve Hüseyin Deniz’in de bulunduğu birçok gazeteci fail-i meçhule kurban gitmiştir o günlerde.

ÇGD’nin 10 Ekim 1992’de “Devlet ve Basın” başlığıyla düzenlediği panelde konuşan Ekmekçi, basına yapılan baskıların devlet anlayışından kaynaklandığını, demokratik olma niteliğinden gittikçe uzaklaşan devletin bu konumunun basın üzerindeki baskıların da artmasına neden olduğunu vurgular. Ve ekler “Yerine göre, devletin eylem ve işlemlerine de karşı çıkmak basının görevidir… devletin her türlü eylemi, işlemi, işlevi basının denetimi, gözünün önünde olmalıdır… basının halkın ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünmek gerekiyor. Ne yazarsa izleriz, atarız… Tutuklarız diye değil halkı yasaklayamazsınız, tutuklayamazsınız, halk çoğunluğuna hiçbir şey yapamazsınız.”

Mustafa ağabey, o koşullarda, bunları söyleyebilecek kadar cesur ama gösterişten uzak, yürekli bir basın emekçisiydi. Bu dik duruşun, AKP faşizmine kalemleriyle, beyinleriyle ve bedenleriyle karşı koyan, basının yüz akı cesur genç gazetecilerin yolunu aydınlattığını düşünüyorum.

Birçok anımız var Aldoğan ve Mustafa ağabey ile.

İlk kez, Ankara’da 142. maddeden yargılanan ve aklanan Adalet (Ağaoğlu) ablanın bizi evinde yemeğe davet ettiği gece tanışmıştık. Fikret Hakan ile Çekoslovakya olayları üzerine yaptığımız tartışmayı ilginç bulmuş ve kaydetmişti. Sonraki yıllarda, devrimcilerle ilgili haberlerde yardımını istemek için ya da özlediğimiz için gittiğimiz Cumhuriyet’te kapısı her zaman açık olan odasında az ıhlamur içmedik. Kendi deyişiyle, O, kara günlerin dostuydu…

Son yılların anıları ise Ürkmez’e uzanıyor. Kızımın arkadaşı birkaç devrimci genç Mustafa ağabeyle tanışmak istediler. Kırmadı, geldi. Alçakgönüllü bilgeliğiyle, gülüp şakalaşarak gazetecilik deneyimlerini, anılarını aktardı onlara. Gençler için ünlü bir gazeteciyle tanışmak ve sohbet etmek olağandışı bir deneyimdi. En çok da, meslek olarak gazeteciliği seçen Serkan Eroğlu için. Kapının önünde, bisikletinin üstünde, büyük bir dikkatle dinledi Mustafa ağabeyi. Ne yazık ki bu gencecik öğrencinin gazetecilik hayali, muhbirlik teklifine olumsuz yanıt verdiği için onu öldürüp intihar ettiğini ileri süren katiller tarafından yok edildi.

Ekmekçi’nin hayat yoldaşı, arkadaşım Aldoğan’la Soma’nın ertesinde telefonlaştık. Mustafa ağabeyin omuzdaşı da onun gibi onurlu, aydınlanmacı ve ilerici, para pula değer vermeyen, sağlam ve dimdik bir insan. Bir madenci kızı olduğunu o gün öğrendim. Babası Fatih Selim Dağdelen’in Zonguldak maden teknik okulu mezunu bir maden uzmanı olduğunu, 1950’li yıllarda Zonguldak Garp Linyitleri işletmesinde Soma’da yaşanana benzer bir yangınla karşılaştıklarını, babasının üç gün hiç eve uğramadığını ama kamuya ait olan madende hiç can kaybı olmadığını anlattı bana.

Can Yücel’le başladık, onunla bitirelim. Büyük ozan “Sevgi Duvarı” kitabını içerden yollamış Mustafa ağabeye. İç kapağına da ona adadığı bir şiiri eklemiş.

Mustafa Ekmekçi’ye, bu işten anlar diye –

“Meydancılar! Ekmek geldi!
Acele kapı altına gelin meydancılar!”
Hoparlörden yayınlanan o dâvûdi ses,
Ses değil, canım… Buram buram kokusuydu
Nar gibi kızarmış, sıcacık ekmeğin…
Açıkmış parmaklar arasında bölünürkenki kokusu
Özgürlük ekmeğinin…