Miraz bebek, 12 Mart ve 12 Eylül’ün anaları ve çocukları…

Bu yazının bir 12 Mart yazısı olması gerekiyordu. Ne var ki, daha çok yakın bir zamanda AKP iktidarının ülke halklarına, ana ve babalara yaşattığı büyük acılar, siyasi bir değerlendirmenin yerini anılara bırakmasına yol açtı.

12 Mart Yıldırım Bölge Tutukevi, söz konusu dönemde kadın siyasi tutukluların ikamet yeri oldu. “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu“ kitabında, Sevgi Soysal, o dönemde, giriş kapıları birbirine bakan iki koğuştan oluşan, ahırdan bozma bu mekânda geçirdiği birkaç ayın tanıklıklarını paylaşır okurla. Bu tanıklıklarda çocuklar ve analar oldukça siliktir. Bu eksikliğin, Sevgi’nin, mektuplarını yanıtlamadığı - belki de yanıtlayamadığı- engelli oğluyla ilgili duygularından kaynaklandığını düşünmüşümdür.

Yıldırım Bölge’de geçirdiğim aylarda, medeni durumum, kendi annemin ve evli, çocuklu diğer arkadaşlarımın ellerinden geldiğince saklı tuttukları acılarını anlamamı olanaksız kılmaktaydı. Ne var ki, kırk yılı aşkın bir süre geçmesine karşın, birkaç olayı belleğimden silmeyi bir türlü başaramadım. Şafak davasından tutuklu bir arkadaşın, sakat çocuğunun içeri yollanan resmini gördüğünde o iç paralayan haykırışı kulaklarımdan silinmek bilmedi. Adaşım bir başka tutuklunun küçük oğlunun içeri yollanan yastığıyla dolaşıp durması, yastığı hiç durmaksızın koklaması, Denizlere yataklıktan tutuklu olan Olca’nın dışardaki iki küçük çocuğuna ördüğü ve süslediği sayısız oyuncaklar, rahimlerine verilen elektrik nedeniyle ömür boyu süren hastalıkların yanı sıra çocuk sahibi olmaları da engellenen gencecik kadınlar, Yıldırım Bölge’ye dair ufak birkaç anı.

Kadınlar çocuklarını özlediler ama onları görmek istemediler; büyük olasılıkla faşizmin polislerinin ve subaylarının önünde annelik duygularına yenik düşmekten korktular.

Evlâdı asılan analar, acılarını sessizce yüreklerine gömdüler. Onları paylaşıp hafifletmeyi, en azından bir kısmını rüzgarlara yükleyip uzaklara, çok uzaklara göndermeyi de denemediler. Onurlu bir yoksunlukla geçirdiler yaşamlarının geri kalanını.

Dışardaki çocuklar da analarını ve babalarını çok özlediler. Bahçedeki kömürlük penceresini Mamak’ın demirli, ufak görüş yerine benzeten ve her gün kömürlükte babasıyla “görüş” yapanlar bile oldu…

12 Eylül’de yaşananlara her açıdan katmerli 12 Mart denebilir. Mamak, Metris, Diyarbakır cezaevlerindekindeki vahşeti insan havsalasının alması olanaksız. 12 Eylül döneminin ünlü davalarından Barış Davası’nın tek kadın sanığı Reha İsvan, “Ne Söylersem Bir eksik” ve “Bir Ses” başlıklı iki anı kitabında, dava sürecinin yanı sıra, Metris’ teki kadın tutukluların yaşadıklarını bizlere taşıdı. Kaynını ele vermemek için eteklerine sarılan çocuklarını kaynatasına teslim edip cezaevine gelen ve “iç güvenlik” nedeniyle koltuk değnekleri verilmeyen TKP davası sanığı engelli Şefika, çocuğunu koynundan hiç çıkarmayan idam mahkumu Şener, 82 Anayasası referandumu öncesi Hayır’ lı el ilânlarını postalarken kolluk güçlerinde yakalanıp öldüresiye işkence gören, yürüyemeyen hukuk öğrencileri Hilal ve Hale ve anaları, Metris’ te Tayfun’unu doğuran, çocuğu “konuşmayanları konuşturmak için… kullanılmak istenen”, iki aylık bebeği mazgaldan babaannesine teslim ettikten sonra konuşmayı kesen, cezaevi günlerini oğluna masal yazmakla geçiren Müjgan ve daha niceleri. Kitaplar, “insanlık onuru için direnen, güzellikler üretmeyi ömürleri, canları pahasına başaran” onlarca genç kadının, acılı, işkenceyle yoğrulmuş ama bir o kadar da direnç dolu öyküleriyle doludur. Gerçekten vurucu bir film olan “Uçurtmayı Vurmasınlar”, yaşananların ufak bir yansımasıdır topluma. Daha fazlası değil.

Hakkında verilen hapis cezası Yargıtay tarafından onanarak Bakırköy kapalı cezaevine konulan Gülistan Diken Akbaba ve yedi aylık Miraz bebeğin muhalif basına yansıyan öyküsünü de okuduktan sonra bunları anımsadım çünkü ülkemizde yaşanagelen vahşet bu kahrolası faşist geleneğin bir devamıdır. Miraz bebek ve Güneydoğu’da analara, babalara ve çocuklara yaşatılanlarda, başka nedenlerin yanında, 12 Mart ve 12 Eylül’deki işkencelere, idamlara ve ölümlere yeterince ses vermeyen, suskun toplumumuzun günahı büyüktür.

Uzun olmayan bir gelecekte Miraz bebek ve annesi ile cezaevlerindeki diğer anneler ve bebekler özgürlüklerine kavuşacaklar ve acılar geçici de olsa dinecek.

Buna inanıyoruz.

Ama kalıcı bir özgürlüğün, halkların kardeşliğinin, eşitliğin, insanca ve onurlu yaşamın, kalıcı bir barışın yaşanacağı toplumun ancak ve ancak sosyalist bir düzende yani gelen günde olduğunu unutmadan.