Kuzey Kore'ye farklı bir bakış

Serpil Güvenç'in “Kuzey Kore'ye farklı bir bakış” başlıklı yazısı 6 Nisan Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Orta Doğu ve Afrika ülkelerindeki emperyalist saldırılar gündemdeki yerlerini koruyor. Oysa Uzak Doğu’daki gelişmeler, uzaklıktan dolayı olsa gerek, genelde görüş alanımızın dışında.

Ancak bugünlerde durum biraz değişti çünkü ABD’nin “haydut” devletlerinden Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (KDHC) nükleer silah denemesi yaptığı için suçlanması Pasifik sularını ısıttı. Suçlamanın başını çeken ise 2. Dünya savaşında Nagazaki ve Hiroşima’yı atom bombası atan ve halen dünyanın en büyük nükleer silah kapasitesine sahip ülkesi olan ABD. Bu gibi durumlardan görev çıkarmakta hiç gecikmeyen batı medyasında, KDHC başkanı Kim Jong-un’un siyasi beceriksizliğini militarizmle örtmeye çalışarak emperyalizm karşıtı söylemler geliştirdiği yazılıp çizilmeye başlandı. “Küçük Kim” adıyla aşağılanan başkanın Mickey Mouse sevgisi ve eşinin seksapeli bile sermaye basınının ilgi odağı oldu.

1950-53 yıllarında yaşanan, ABD’nin Kore üzerinden Çin ve SSCB’nin sınırlarını zorladığı bir askeri girişim olarak okunabilecek Kore Savaşı’nın resmi tarihimizde özel bir yeri oldu. ABD ile kolkola “demokrasi” götürürken şehitler verdiğimiz ve kahramanlığımızı sınayan büyük müttefikimizin bize NATO yolunu açtığı bir savaş olarak tanımlanageldi. Demokrat Parti iktidarının ve emperyalizmin savaş politikalarına karşı barışı savunan ve bedel ödeyen komünistler ve sosyalistler dışında, Kore halkının yaşadıkları pek de ilgi çekmedi.

Oysa bugün Pasifik’te yaşanan askeri ısınmanın şifresi, bu yaşanmışlıklarda gizli.

Kore Savaşı’nda, ABD, Güney Kore’nin yanında saf tuttu. Fabrika, tesis, kent, köy ve her türlü iletişimin yok edilmesi emrini alan ABD hava kuvvetleri, çoğunluğu Napalm olmak üzere Kuzey Kore üzerine yıllarca günde tam 800 ton bomba yağdırdı. Her KDHC yurttaşının en az bir akrabasını yitirdiği, sivillerin Napalm bombasıyla yakıldığı saldırılar sonunda başkent Pyongyang dahil tüm büyük kentler yok olmuş, sanayi kentleri yıkılmıştı. Köyler haritadan silinmiş, “alçak, geniş eflatun kül tepecikleri” ne dönüşmüşlerdi. Dört milyon Kuzey Kore’li öldürülmüş, ABD rakamlarına göre nüfusun en az yüzde 20’si yok edilmişti. Dünyanın gözleri önünde “Hür Dünya”nın başını çektiği büyük bir katliam daha yaşanmıştı!

ABD savaş süresince birçok kez atom bombası kullanma girişiminde bulundu. 30 Kasım 1950’de, Başkan Truman, Kuzey Kore’ye atom bombası atabileceklerini açıkladı. Tehdidin ötesinde bir askeri planı işaret eden bu çabayı General Mac Arthur bir röportajında doğrular. ABD Genel Kurmayı’nın ciddiyetle ele aldığı bu plan, sosyalist sistemin varlığı, 2. Dünya Savaşında işlenen atom suçlarının belleklerdeki canlılığı ve ABD Genel Kurmayı’nın konvansiyonel güç kullanımıyla savaşın kazanılabileceğine olan inancı nedeniyle yaşama geçirilmedi.

Savaşı izleyen yıllarda, ABD, Güney Kore’deki askeri üslerine 1000’den fazla nükleer silah ve 54 adet nükleer bomba taşıyıcısı uçak konuşlandırdı. Bu büyük nükleer yığınaktan ve ABD’nin “nükleer silahları ilk kullanma hakkı”ndan ürken KHDC, başlattığı nükleer silah programını, 1994’de ABD Başkanı Clinton’un verdiği resmi güvence üzerine askıya aldı. Ne var ki, bu anlaşmayı geçersiz sayan Bush yönetiminin takipçisi Obama’nın, nükleer silahlar var oldukça “güçlü bir nükleer caydırıcıdan” yani nükleer bombalardan vazgeçmeyeceklerini açıklaması iyimser beklentileri suya düşürdü.

KDHC’nin son günlerde yaptığı savaş durumu açıklaması, 200.000 kişilik Güney Kore birliğinin 10.000 ABD askeriyle birlikte Nisan 2013 sonuna dek sürecek olan büyük hava, deniz ve kara tatbikatından kaynaklanıyor.

Bu açıklamanın hemen ardından, Güney’deki ABD üslerinin bombardıman uçaklarıyla doldurulması, ABD yayılmacılığının Orta Doğu ve Afrika’dan sonra Uzak Doğu’ya doğru yelken açtığını gösteriyor. ABD, bu arada, bölgede yayılmasına karşı Çin ve Rusya’nın göstereceği tepkiyi de ölçmeye çalışıyor. KDHC ’nin müttefiki Çin’in şimdilik tavizsiz bir tavır sergilemesi belki de olayın tek sevindirici yanı.

Öyle görünüyor ki, dünyada ve ülkemizde emperyalist saldırganlığa karşı barış talebi ve barış eylemleri maalesef daha uzun bir süre geçerliliğini koruyacak.