Küresel Isınma, Greta ve kapitalizm

Üniversitede seminer adı altında bir baraj dersi olduğunu anımsıyorum. 70’li yıllarda küresel ısınmanın günümüzde yaşanmakta olan yıkıcı etkileri henüz görülmemişse de konu akademik çevrelerde irdelenmekteydi. Benim seminer konum ise yeryüzünden atmosfere yayılan karbon salımının ozon tabakasında neden olduğu delikler ve bu olayın küresel ısınma üzerindeki etkisiydi.  Konuyu sundum ama usulen sorulan birkaç sorunun dışında tartışma akademisyenler arasında geçti. Yeryüzü sıcaklığında meydana gelebilecek bir derece santigratlık artışın bile iklimde ciddi değişikliklere yol açacağı ve bunun canlı yaşamını çok olumsuz etkileyeceği üzerinde fikir birliği vardı.

Yaşam, günümüzde, teoriyi somut verilerle desteklemekte.

Son hesaplamalara göre küresel sıcaklık 1850’den bu yana 1.1 derece santigrat artmış durumda. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)’ne göre, bu artışın %20’si 2011 ile 2015 yılları arasında gerçekleşmiş. 2014 ve 2019 yılları aralığında ise hem sıcaklık daha önceki beş yıla göre artmış hem de karbon salınımları  %20 artış göstermiş.  Karbon salınımı 1960’larda milyonda 320 parçacık düzeyinde iken bugün milyonda 410 düzeyine yükselmiş.

İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan fazla ısıyı suyun absorbe ettiği bilinmektedir; WMO’ya göre buna bağlı olarak ortaya çıkan en yüksek okyanus sıcaklığı 2018 yılında kaydedilmiştir. Sadece bu bulgu bile özellikle Grönland ve Kuzey Kutbu için ortaya çıkan büyük tehlikenin göstergesidir. Kuzey Kutbu buzulları her on yılda %12.8lik bir artışla erimektedir. Temmuz 2019’da yapılan bir araştırma ise yeryüzü ısınmasının sonucu olarak kutuplardaki su yüzeyinin altında meydana gelen buzdağı erimelerinin daha önce düşünülenden çok daha büyük çapta gerçekleşmekte olduğunu göstermektedir. 100 bilim adamının yaptığı son araştırma sadece Grönland’daki buz tabakasının erimesi halinde deniz seviyelerinin yaklaşık olarak 600 santimetre yükseleceğini ortaya koymuştur. 2014’den bu yana deniz seviyesindeki artışın ortalama olarak yılda 5mm olduğu düşünülürse bu sayının çok olumsuz bir durumu betimlediği görülür.  Anlaşılan o ki, yüzyılın sonuna doğru deniz seviyesindeki yükselme beklenenden çok daha ciddi bir felaketle bizi karşı karşıya getirecektir.

Basit gibi görünmekle birlikte ekolojik  dengede çok yıpratıcı ve ciddi değişiklikler meydana getiren bu ve benzeri olaylar yeryüzünde yaşamı tehdit etmekte ve dünyayı hızla yaşanılmaz hale getirmektedir. Buzullar erimekte ve deniz seviyesi yükselmekte, ozon tabakası deliği büyümektedir.

Deniz seviyesinin yükselmesinin çok yakın zamanlarda yaşadığımız bir sonucu, Mozambik ve Bahamalar’ da yaşanan beklenmedik kasırgalardır. Bahamalar’ da Dorian kasırgasında, binaların %75’i yıkılmış, evsiz, yiyeceksiz, ilaçsız ve susuz kalan yetmiş bin kişi göç etmek zorunda kalmış; dünyanın en yoksul ülkelerinden olan Mozambik’de ise Kenneth kasırgası daha büyük bir yıkım getirmiş; UNİCEF’e göre, insan kayıplarının ve salgın hastalıkların yanı sıra doksan bin kişi evsiz kalmış, birçok kamu binası yerle bir olmuştur.  21.5 milyon insan iklim değişikliğinin getirdiği yıkım sonucunda göç etmektedir; son raporlara göre bu sayı 2050’de 1 milyarı bulacaktır.

Örnekler çeşitlendirilip arttırılabilir ama kısa bir yazının buna izin vermemesi bir yana konu zaten dünya çapında ayrıntılı olarak tartışılmaktadır. Yapılması gereken de bilinmedik bir şey değildir; karbon salınımı sıfırlanmak zorundadır.

Çözüm ise dünyayı tüm canlılar için yaşanılmaz hale getiren öznenin ne ya da kim olduğu sorusunun yanıtında yatmaktadır.

İklim Konferansları, Greta ve Morales

Karbon salınımının başlıca sorumlusu emperyalist kapitalist sistem ve bu sistemin olmazsa olmazları olan tekellerdir. Bu bağlamda hiç sözü edilmeyen büyük bir karbon salınım kaynağı yılda dört milyar altı yüz milyon galon petrol kullanan işgalci ABD ordusudur. Metropol ülkelerin dışında kalan Asya ve Afrika’nın az gelişmiş ülkelerinde savaş günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Çevreye askeri müdahalenin getirdiği bozulmanın yanı sıra Exxon Mobil, BP, Shell gibi petrol tekelleri ve yine yediğimiz, içtiğimiz her şeyi, havayı kirleten Monsanto, Bayer, Dupont gibi sayısız tekel dünyayı yaşanmaz hale getirmektedirler. Yurdumuzdan en yakın örnek altın şirketlerinin kâr uğruna Kazdağı başta ormanlarımızı yok ederek canlı yaşamını ortadan kaldırmaları ve toprağı zehirlemeleridir.

Özellikle son yıllarda iklim değişiklikleriyle gelen çevre sorunlarının artışıyla birlikte tepkilerin yükselmesi kapitalist sistem ve tekelleri önlem almaya itti. Olayın denetimleri dışında bir isyan noktasına gelmesini engellemeye çalıştılar. En uygun yöntem finansal ve ideolojik açıdan desteklenen, Hollywood’un ünlülerinin de kullanıldığı bir çevre hareketiydi. Sistem, birçok yeni toplumsal hareket gibi çevre hareketini de “çevreleme”yi şimdilik başarmış görünüyor.

Bu çerçevede GretaThunberg’e de değinmek gerekiyor.

BM’deki son iklim değişikliği toplantısı ve öncesinde dikkat çekici çıkışlar yapan genç kız konuya ilişkin birçok ortamda kitleleri etkileyici konuşmalar yapıyor. Stockholm’deki yürüyüşte, okullardaki iklim grevinin parti politikasıyla ilgisi olmadığını, biyosfer ve iklimin politikayı takmadıklarını; Londra’daki bir toplantıda ise her gün 100 milyon varil petrol tüketimi yapıldığını, bunu değiştirecek bir siyasetin var olmadığını, bu petrolün toprak altında bırakılması için kuralların, her şeyin değişmesi gerektiğini, sivil itaatsizlik ve isyanın zamanı geldiğini söyledi. 2016’da Polonya’da BM’nin İklim Değişikliği Konferansı’nda ise zenginlerin lüks içinde yaşayabilmeleri için biyosferi feda ettiğimizi, bu arada yoksulların büyük eziyet çektiğini ifade etti. 2019 Davos Ekonomik Forumu’nda ise şirketlere seslendi ve “gerçek ve cesur bir eylem” koymalarını istedi!

Olayın yapıcılarından çözüm beklemek, onlardan mali yardım alarak ve birlikte resim çektirerek dünyayı kurtarma mesajı vermek ne kadar doğru ve gerçekçidir? Doğasında daha fazla kâr elde etmek olan ve bu nedenle her gün özellikle az gelişmiş ülke topraklarındaki müdahaleleriyle ölümcül göçleri, kanlı savaşları başlatan bir sistem ve onun temsilcilerinin yarattığı ekolojik dengesizliği bu öznelerin düzelteceğini ummak nasıl bir akıl yürütmenin sonucu olabilir? Bir kafa karışıklığının sonucu olabilir mi?

Anlaşılması zor olan bir başka şey, bir avuç insanın hayal edilemeyecek miktarda para kazanmaları için geleceğin satıldığını söyleyen bu genç kızın tek çözüm olan sosyalizmin S’sinden bile söz etmemesidir.

Evet, tek çözüm sosyalizmdir. Düzenin değişmesinden, ayakların baş olmasından yani emekçi sınıfların iktidarıyla birlikte servetin el değiştirmesinden, dünyayı yaşanmaz hale getiren o bir avuç zenginin iktidarının yani burjuvazinin egemenliğinin sona erdirilmesinden başka çare yoktur. Ancak sosyalist bir iktidarda kâr için değil, insan için, insanın iyiliği için kurallar konulabilir ve yaşam değişebilir.

Siyasal iktidar denilen şeyin bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek için kullandığı örgütlü bir güç olduğu ve politikanın temel belirleyeninin de egemen sınıf olduğu düşünüldüğünde, politikacılardan bir şey talep etmenin çözüme nasıl faydası olabilecektir?

BM’de konuya ilişkin bir konuşma yapan bir başka kişi Evo Morales idi. Bolivya başkanı sorunu ya da sorunları açıkça sergiledi ve lafı döndürüp dolaştırmadan çözümü de seslendirdi. Morales’e göre, işsizlik, eşitsizlik, açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar, mülteci krizi,  çevre sorunları, iklim değişikliği ve daha birçok kötülüğün kökünde kapitalist sistem yatmaktadır. Sisteme bağlı tekeller gıdayı, suyu, yenilenemez kaynakları, silahları, teknolojiyi, kişisel verilerimizi denetlemekte ve “her şeyi metalaştırmak, sermaye biriktirmek” istemektedirler. Dünyayı insanlığın geleceğini elinde tutan küresel bir oligarşi yönetmektedir. Bu haksız, insanlık dışı durum, uygulanan üretim modelinden, doğal kaynakların kapitalist sınıf tarafından mülk edinilmesinden ve servetin eşitsiz dağılımından  kaynaklanmaktadır.

Morales de, 1992 Rio de Janerio BM Dünya Zirvesi’nde, insanlığı kendi kendisini yok etmekten kurtarmak için uluslar arası hakça bir ekonomik düzen kurmak gerektiğini söyleyen Fidel Castro da yerden göğe kadar haklıdırlar.

Farkındalık yaratmak, toplumsal sorunların büyük kitlelere duyurulmasına yardımcı olmak elbette önemlidir ama temel çözümü gözden kaçırmadan ve sorunu yaratanlardan çözüm beklemeden.