Deniz’in parkası siyasal iktidarın maskesini bir kez daha indiriyor

Eski bir futbolcunun başlattığı Deniz Gezmiş tartışmasının vardığı yer, siyasal iktidar ve yandaşlarının eteklerindeki taşların bir kez daha ortaya dökülmesi oldu. Düzeyleri o kadar düşük ki belki de doğru olan hiç ilgilenmemek. Bununla birlikte AKP milletvekili Selçuk Özdağ’ın basına yansıyan açıklaması üzerinde durulabilir çünkü orada geçen birkaç söz Türkiye Cumhuriyeti sermaye sınıflarının günümüz temsilcilerinden AKP iktidarının sınıfsal duruşunu ve anti komünizmini yansıtıyor. Özdağ “terörist” ve benzeri yakıştırmalarını şöyle sonlandırıyor;

” … Deniz Gezmiş ve arkadaşları komünizme inanıyorlardı. Tek yol devrim diyorlardı”

Gerçekten de Deniz, polis ifadesinde, mahkemedeki sorgusunda ve darağacındaki son sözlerinde, kendi anlatımıyla “ … herşeyden önce bir dünya görüşü ve bir metot olan Marksizm ve Leninizm”den söz eder. Son sözleri ise “Yaşasın Marksizm Leninizmin Yüce İdeolojisi!” tümcesini içerir. Mahkemedeki ortak savunmanın ilk sayfasında ise şu sözleri okuruz;

“İçinde bulunduğumuz şartlar… zincire vurulmak istenen bilimi ve gerçekleri savunmamızı gerektiriyor. Amacımız, aleyhimize verilecek cezayı önlemekten çok, doğruluğuna inandığımız doğa ve toplum kanunlarının, insanlık tarihine nasıl yön verdiğini açıklamaktır. Toplumların tarihi, ezen ve ezilenlerin arasındaki mücadelelerin tarihidir. Çağımıza kadar, bu mücadelelerde ezilenler daima yenilmişlerdir. Fakat 20. Yüzyıl tarihimiz, ezenlerin barbarlığına ve bütün baskılara rağmen, ezilenlerin kurtuluşuna sahne olmaktadır. Günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarı uğruna yoksul ulusları boyunduruğu altında tutan emperyalizmdir. İnsanlık, tarihi gericiliğin, barbarlığın ve vahşetin son kalesi olan emperyalizmin sonunu da müjdeliyor”

18 gencin ve avukatlarının ayrı ayrı yaptıkları savunmalarda, ülkenin 1920 – 1970 aralığındaki sosyal, siyasal ve ekonomik koşulları, kapsamlı olarak ve tarihsel maddeci bir bakış açısıyla ele alınır.

Denizlerin pişmanlık getirmemeleri ve yukarıda anlatılan dünya görüşlerinden geri adım atmamaları,  işbirlikçi burjuvazisiyi,  kendi yasalarını çiğneyecek kadar rahatsız etmiştir. Varlıklarını tehdit altında gören bu sınıf Denizlerin bedenlerini yok ederek, içinde yaşadığımız son sömürü sistemi kapitalizmin işleyiş yasalarını bilimsel olarak ilk kez ortaya koyan ve  insanlığın kurtuluş yolunu gösteren Marksizm Leninizmi silebileceklerini düşünmüşlerdir.

Beyhude bir çabayla, bir düşünce, bir eylem kılavuzu ipe gönderilmiştir. Bir başka deyişle, Denizler düşüncelerinden ötürü asılmışlardır.

İDAM KARARLARI TBMM'DE

Denizlerin idam kararı TBMM’ye geldiğinde – Tabii senatörlerin çoğu, CHP’li bazı milletvekilleri ve yöneticiler dışında - sermaye partilerinin temsilcileri, mahkemelerin aldıkları kararın yürürlükteki yasalara uyup uymadığını irdelemek, TBMM’de söz konusu yasa teklifinin genel kurula getirilmesi ve mahkemedeki yargılamalar sırasında yapılan hukuk dışı uygulamaları incelemek yerine, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in siyasal inançlarını sorgularlar. Sonuçta, Denizlerin idam kararı salt siyasal inançları nedeniyle müebbet hapse bile çevrilmeyerek onanır.

Meclis ve Senatoda yapılan bir kaç konuşmaya göz atalım.

Yasanın Meclis’e ilk kez gelişinde, Demokratik Parti milletvekili Cevat Önder şunları söyler;

“… Komünistlerle beraber miyiz, değil miyiz?.. üç kişi ve bunların arkadaşları açıkça kendilerinin Komünist, Maoist, Leninist olduklarını hem de tefahürle [övünerek] mahkemelerde ve her yerde ifade etmişlerdir… Sorarım sizlere, bunlara idam cezası vermeyeceksiniz de kime vereceksiniz?”

Yine Demokratik parti grubu adına konuşan Kubilay İmer;

“… Devleti ve milleti ortadan kaldırmak isteyen, vatan, millet düşmanı komünistleri… ve bu durumları müsellem [su götürmez] olanları affa tabi tuttuğumuz veyahut infazlarını yapmadığımız takdirde…” diye idamları savunur.

Aynı oturumda konuşan iktidar partisi (AP) milletvekili Hüsamettin Akmumcu ,

“… onların niyet ve gayeleri Türkiye’nin meselelerini komünizmi hakim kılarak halletme yoludur… Mahkemelerdeki ifadelerinde devamlı olarak ‘Biz Maocuyuz, biz Leninciyiz, biz komünistiz, biz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadelede kararlıyız’ diyorlar… “ diyerek idam cezalarının müebbede çevrilmesine karşı çıkar.

İş o denli rayından çıkar ki, CHP adına konuşan ve TBMM Komünizmle Mücadele Komisyonu üyesi olan Reşit Ülker, Deniz ve arkadaşlarını “siyasi suçlu değil ama komünist” saymanın ve “biz komünistlere ayrı muamele yapalım” anlayışının bir hukukçu olarak kabul edilmesine olanak görmediğini  belirtir ve tartışmanın onların yargılandıkları 146/1. Madde çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini vurgular. “… Burada konuşan arkadaşlarım, siz şunu mu demek istiyorsunuz? Bunlar mahkemede ‘ Biz komünistiz’ demişler; ‘bunlardan intikam alalım, burada öldürelim’. Böyle diyemezsiniz” diyerek isyanını dillendirir.

Ülker’in ve CHP grubu adına idamlara karşı bir konuşma yapan Necdet Uğur’un konuşmaları, iktidar partisi AP, MGP ve DP gibi sağ parti milletvekilleri tarafından “gel beraber götürelim asalım. Neden bunda bizimle birlikte olmuyorsun?”, “… kuzu değil, komünist!” naralarıyla sık sık kesilir. Meclisin çoğunluğu bu “işi” bir an önce bitirmekte kararlıdır.

Konuşmasında dönemin sosyal ve siyasal olaylarının ayrıntılı bir analizini yapan ve AP’nin ve diğer sağ parti ve kuruluşların sola karşı giriştikleri katliam ve cinayetleri de anlatan TİP genel başkanı M. Ali Aybar, Denizleri büyük bir yüreklilikle savunur. Aybar, üç gencin işledikleri suçların siyasal nitelik taşıdığını, amaçlarının “Türkiye’yi geri bıraktırılmışlıktan kurtarmak, Anayasanın gerçekten uygulanmasını sağlamak için, emperyalizme karşı olan bütün sınıf ve tabakaların katılacağı bir geniş cephe hareketini silahlı eylemle başlatmak” olduğunu ama Mecliste “Marksist Leninist oldukları için” cezalandırılmak istendiklerini belirtir.  Yukarıda sözü geçen sağ partilerin milletvekilleri, Aybar’ın konuşmasına da, “ Sende vicdan olsa onlar yerine kendini götürürsün ipe”, “ Atma Aybar… atma”, “mahkeme kararlarına aykırı konuşuyor”, “ Halt etmişsin sen”, “ Komünisttir bunlar” haykırışlarıyla eşlik ederler!

AP grubu adına Senato’da konuşan, 1940larda Alparslan Türkeş ve arkadaşlarıyla birlikte  Turancılık davasından yargılanan, Dünya Anti Komünist Teşkilatı’nın kurucu üyesi ve Asya Milletleri Komünizmle Mücadele Birliği üyesi olan, bir çok etkinliğine katıldığı Komünizmle Mücadele derneklerince basılan “Faşist yok komünist var”, “Atatürk’ten günümüze kadar T. B. Millet Meclisinde Komünizmle Mücadele”  kitaplarının yazarı, Türkiye-NATO Parlamenterler Grubu başkanı ve NATO Parlamenterler Konferansı Ekonomik Komitesi üyesi,  ABD merkezli antikomünizmin Türkiye temsilcisi Dr. Fethi Tevetoğlu’nun söyledikleri daha da yalındır.  Konuşmasına Denizleri “üç kızıl eşkiya” olarak nitelendirerek başlayan Tevetoğlu, TBMM’de idamlarla ilgili verilecek kararın “komünist düzen getirmek isteyenlerin çabalarına son vermek”,  milleti ve memleketi “komünizm belasından tamamen kurtarmak ve korumak” la ilgili olduğunu uzun uzun anlatır. Ona göre, bu savaş bir “cumhuriyet ve komünizm kavgası”dır. “İp gölgesinde dahi pişman olmayan, düşünce ve hedeflerinden şaşmayan… küstahlıklarını sürdüren… yüce Türk hakimi önünde açıkça kendilerinin komünist yani Marksçı, Leninci, Maocu ve Kastrocu olduklarını caka ile ifade eden” ler Türk devletine karşı bir “kızıl savaş” açmışlardır. Tevetoğlu, “Kimsenin yaptığı yanında kalmamalıdır ki, daha beterine kalkışılmasın” diye sonlandırır kin ve düşmanlık dolu konuşmasını.

Tevetoğlu’nun konuşmasının işaret ettiği başka bir olgu ise, ABD’nin, 6. Filo ile Dolmabahçe’ye gelen erlerinin Deniz ve arkadaşları tarafından denize atılmaları ve  ABD büyükelçisi Komer’in arabasının ODTÜ’de yakılması ve son olarak Denizlerin Kürecik NATO üssüne saldırma planları ile cisimlesen anti emperyalist gençlik eylemlerini asla unutmamış olduğu gerçeğidir.

Sermaye sınıfları ve onların emir erlerinin bu amansız antikomünizminin asıl amacı, Denizlerin şahsında, emeğin kurtuluşu adına, bağımsızlık,  demokrasi ve sosyalizm adına, sınıfsız sömürüsüz bir toplumun kuruluşu adına verilen bir mücadeleyi ve bu mücadelenin dayandığı, beslendiği  bilimsel sosyalist düşünceyi, bir “al umudu” Ulucanlar cezaevinde kurdukları darağacında susturmak, yok etmekti.

Başaramadılar.  Başaramayacaklar da.

Aynen geçmişin kana doymaz egemenleri gibi bugünkü sermaye sınıfı temsilcilerinin de hiç şansları yoktur çünkü sömürünün o insafsız çarkı döndükçe ezilen emekçi kitleler bu düzeni değiştirmek için ayaklanmaktadırlar. Bunun en güzel iki göstergesi, 1871 Paris Komünü ve 100. Yılını kutlamakta olduğumuz büyük Ekim Devrimidir. Her iki hareket de, bilimsel sosyalizmin yani Marksizm Leninizmin öncü düşüncesinin yeni bir düzenin kurulması için elzem olduğunu ortaya sermiştir.

Son tartışmaya bakıldığında ise görülen,  yaldızları iyice dökülen iktidar ve yandaşlarının  geçmişten bugüne kendi saflarına aktarılan anti komünist geleneğin bir parçası olduklarını bir kez daha kanıtlamalarıdır.

Denizin parkası siyasal iktidar ve yandaşlarının maskesini bir kez daha indirmekle kalmamış, bazı sol çevrelerde yaygın olan, “antikomünizmin antiemperyalizmi” olarak özetlenebilecek safsatayı da silip atmıştır.