Costas ve Derviş Halkların 'Kardeşliği'

Kıbrıs,”Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” diye anılan Büyük Britanya’nın önemli sömürgelerinden birisiydi. İkinci Dünya Savaşı akabinde yükselen ulusal bağımsızlık mücadeleleri sonucu sömürgelerini kaybeden emperyalist ülke, Kıbrıs’taki askeri ayrıcalıklarını elden kaçırmamak için, 1955’te Türkiye’yi de devreye sokarak üçlü bir konferans düzenledi. 1960 Ağustosu’nda imzalanan Londra-Zürih anlaşmaları uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu ama Agrotur ve Dikelya askeri üsleri İngiltere’ de kaldı. Bağımsızlıktan söz etmek de zordu çünkü anlaşmalar ve Anayasa, bilinçli bir biçimde, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin taraf olduğu bir vesayet rejimi getiriyor ve Rum ve Türk halkları arasında çıkacak bir çatışmanın tohumlarını da Ada’ya taşıyordu.

Çatışmayı önleyebilecek tek güç, tüm sorunlu yönlerine karşın, 1941’de kurulan ve Kıbrıs Komünist Partisi’nin (KKP) devamı olan AKEL’di (Emekçi Halkın İlerici Partisi). AKEL ve ona bağlı PEO’nun (Kıbrıs İşçi Federasyonu), Rumların yanı sıra yüzlerce Türk üyesi vardı. Kıbrıslı Türk ve Rum emekçiler, birlikte mücadele ediyor, mitinglere katılıyor, grev yapıyorlardı. Özetle, “din farkı”, “dil farkı” bilmeyenler, “sanki tek bir anadan” doğanlar, el ele vererek insanlık onuruna yakışır, kardeşlik ve barıştan örülmüş bir toplumun taşlarını dizmeye çabalıyorlardı.

Ne ki, Londra-Zürih anlaşmaları döneminde, Yunan Başbakanı Karamanlis ve Türkiye Başbakanı Menderes arasındaki gizli bir görüşmede bir “Centilmen Anlaşması” üzerinde uzlaşılmıştı. Buna göre, AKEL ve komünist faaliyetlere karşı Ada’da ciddi önlemler alınacak ve Kıbrıs’ın NATO’ya bağlanması yönünde girişimler yapılacaktı.

Halkları bölerek parçalama ve yönetme plânı, emperyalizm tetikçisi iki katil örgüt aracılığıyla yürürlüğe kondu. İkinci Dünya Savaşı’nda solculara karşı Alman ölüm mangalarını örgütleyen Yunanlı faşist General Grivas’ın kurduğu EOKA, Ocak 1958’den itibaren AKEL üyesi Rumları, komünistlik, hainlik ve işbirlikçilik suçlamalarıyla katletmeye başladı. Aynı tarihlerde Kıbrıs Türk kesiminde de bir örgüt kuruldu. The Times’daki söyleşisinde Rauf Denktaş, Menderes hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile görüşerek TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilâtı) kurduğunu söylüyordu. Örgütün liderliğini Özel Harp Dairesi’ne mensup emekli Türk subaylar yapmaktaydı. Kıbrıs Türk liderliği TMT eliyle büyük bir sindirme hareketine girişti. Baskı ve tehditlerle AKEL ve PEO üyesi Türkler bu örgütlerden istifaya zorlandı. Ayrılmayanlar katledildiler.

Derviş Kavazoğlu ve Costas Michaulis, TMT ve EOKA’nın emirlerine uymayan, AKEL ve PEO üyesi iki yoldaştı. Nâzım Hikmet’le mektuplaşan Derviş, okumaya düşkün, Kıbrıs’ın “İnkılapçı”, “Emekçi”, “Cumhuriyet” gibi sol eğilimli gazetelerine yazılar yazan komünist bir marangozdu. Kıbrıs Türk liderliğinin antikomünist ve taksimci politikalarını eleştiriyordu. Birçok Kıbrıslı Türk komünist gibi TMT’nin kara listesindeydi ve sürekli ölüm tehdidi almaktaydı. Türkiye’deki siyasi gelişmeleri de izliyor, ilk Kıbrıs konuşmasından dolayı Türkiye ve Kıbrıs sağ kesimlerinin büyük tepkisini çeken TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ı destekleyen bildiriler yayımlıyordu.

49 yıl önce bir 11 Nisan sabahı. Belki birlikte kahvaltı etmiş, çay içmişlerdi. Belki Derviş evinden almıştı Costas’ı ve işe gitmekteydiler. Siyasetten mi yoksa günlük dertlerden mi konuşuyorlardı? Bilemeyiz. Ne ki, TMT katillerinin işlediği cinayetin resmi, yaşamdaki yoldaşlığın ölüme de taşındığını düşündürüyor insana.

Bugünün Kıbrıs’ı, askeri üsleri ve havaalanları CIA’nın ve Amerikan savaş uçaklarının emrinde, “komünist” partilerin AB’ye ve düzene uyum sağladıkları, hakça ve onurlu bir düzen hayalini terk etmiş, birbirinden kopuk halde yaşayan halkların var olduğu bir alan.

Kardeşliğe ne oldu diye soracak olursanız...

Sanırım yanıt sosyalizmde.

Yakın bir geçmişte şu Doğu’daki komşumuzda halklar kardeşçe yaşamaktaydı.

Anımsıyor musunuz?