‘ÇARE sen-ben-biz!’ ‘ÇARE sol!’

“ÇARE sen-ben-biz! ÇARE kendimiz! Ankara sağcılara mecbur değildir! ÇARE Sol! Mumla kurtarıcı aramaya gerek yok!” çağrısıyla çıktı yola EHP, ÖDP, TKP ve Halkevleri. Bu çıkış, Ankara halkının önüne çıkarılan üç büyük partinin üç sağ adayına karşı, kırk katır ya da kırk satır seçeneğine karşı, siyasal düzen partilerinin açık ya da gizliden savundukları bu haramzadeler düzenine karşı bir başkaldırı, bir muhalif sesin yükseltilmesi girişimiydi.
Sosyalist solun bileşenleri, bağımsız ortak bir sol aday, Kaya Güvenç üzerinde anlaştılar.

Çok yönlü tepkiler geldi. Soldaki birçok kişi ve kurum ve özellikle Alevilerin katliamları henüz unutmamış olan kesimleri çıkışı sevinçle karşıladılar. Ne ki, on yıllardır dinlediğimiz klişeler de dillere pelesenk edildi. Sadece ortak sol aday için değil, ülkemizin her yerindeki sosyalist/komünist adaylar ve seçime giren tüm sosyalist/komünist partiler için. “Aman ha! Oyları bölmeyin!”, “İdeallerinizi bu kez bir kenara koyun, gün birleşme günü”, “Gelecek sefere inanın … sosyalist, komünist partiye oy vereceğim ama bu seçimi hele bir atlatalım da…”.

Haziran’dan sonra, Türkiye halkının o güzel ve cesur çocuklarının yaşamlarını ortaya koyarak hayata müdahalede bulunma iradesini gösterdikleri o muhteşem başkaldırıdan sonra çok yavan ve anlamsız gelmiyor mu bu cümleler?

Ama duyduk, duyuyoruz ve duymaya da devam edeceğiz. Bir seçimi diğeri izleyecek. Egemen sınıf bloğunun iktidardaki adayı gidecek ve bu kez dinsel, milliyetçi ve “laik” söylemlerin bir alaşımı biçiminde sol görüntülü diğeri arz-ı endam edecek. Yıllar yılları kovalayacak ve “suyu bulandıran” kuzuları, ezilen halkları, kadınları, gençleri, çocukları, engellileri, farklı cinsel tercihi olan insanları yemeğe devam edecek kurtlar.

Ceplerimizin ayakkabı kutularına açılan deliği gittikçe büyüyecek. Havamızın kiri, zamlar, işsizlik, iş cinayetleri, savaş tehlikesi, güneşimizi gölgeleyen ve bizleri yeşile hasret bırakan beton yığınları, kullanılamayan üst geçitler, pahalı ulaşım, yurtsuz gençlerin sayısı, polislerin katlettikleri çocuklarımızın sayısı, kentlerin talan edilen tarihsel, kültürel mirası, gençlikten intikam alırcasına üniversitelerin ortasından geçirilen oto yollar, yoksul mahallelerin yoksul kentlilerinin sayısı arttıkça artacak. Canına kıyılan ağaçlar, ormanlar tükenecek.

“Kötünün iyisi” yeni düzenimizde, okullar, gençlerin özgürce bir arada yaşayabilecekleri yurtlar, sanat ve kültür merkezleri, okuma odaları, kütüphaneler yerine imam hatipler, camiler, yandaş yurtları, kuran kursları fışkıracak her yerden. Aynen bugünkü gibi, daha çocukken başları bağlanan, özgür düşünme yetenekleri engellenmeye çalışılan, kendilerine ev hapsi ya da sokakta can vermekten başka seçenek bırakılmayan kadınlar yaşayacak yurdun her yöresinde. Özetle, bu yalan ve soygun düzeni, sosyalistlerin, komünistlerin insana yakışan bir dünya kurmak için yıkmaya giriştikleri kapitalist düzen sürdürecek saltanatını. “Eh, ne yapalım! Gelecek sefere” diyecek yine birileri. Kullanım süreleri çoktan dolmuş, günü bile kurtarmaya yetmeyecek bu ve benzeri söylemler tekrarlanıp duracak.

Oysa kendilerine dayatılan sanal siyasal seçenekleri değil ama insana yakışan bir yaşamı kurma iradesini gösteren hiç de azımsanmayacak sayıda insan var ülkemizde. O “büyük insanlık”, bitmek bilmeyen bu kan ve ateş yüklü günlerde bile, iyiyi ve güzeli aramaktan vazgeçmiyor.

Türkiye’nin dört bir yanında, sosyalistler ve komünistler bu arayışı sürdürmek için, birkaç aydır, inançlarında ve yüreklerinde saklı olan zenginliği emekleriyle yoğurarak çalışıp çabalıyorlar. Ankara’da ve ülkenin birçok yerinde, mahallelerde, meydanlarda, kahvelerde, çeşitli buluşma alanlarında insan için kurulacak, özgür, onurlu bir dünyanın halkla birlikte nasıl gerçekleştirilebileceğini anlatmaya çalışıyorlar.

Bu çabanın, ülke ve Ankara’nın emekçi insanları için taşıdığı değerin ne ölçüde oya dönüşeceğini yarın hep birlikte göreceğiz.

Ankara’da ortak sol adaya, diğer illerde sosyalist ve komünist adaylara verilecek her oy altın değerindedir ve ileri bir bilincin ve gelecek tasavvurunun seçime yansıması anlamına gelecektir. Ama düzenin önümüze koyduğu sandıktan, insanların birbirinden hiç de farklı olmayan iki kutuplu bir seçime zorlandığı koşullarda, seçilmeye yetecek kadar oy çıkmayabilir.

Böyle olursa, yenildik mi sayacağız kendimizi?

Hiç de değil.

İnsanlara ulaşmak ve örgütlemek, emeğin sesi ve tek gerçek seçenek olan sosyalizm idealini halkla paylaşmak, sosyalistler arası ortak çalışmanın gelecek için sakladığı umudu seslendirmek, sandığın ötesine geçen kazanımlardır.